1/Çin'e Rezervasyon

19 0 0
                                    

Güneş tepemde uyanmamı bekliyor ve ben yine bir 19. Yüzyıl'ın sonbahar sabahına uykusuzluktan morarmış göz altlarım, dağılmış biçimli saçlarım ve sadece kontrolsüz ruhumun boş bakışlarıyla giriyordum. Öte yandan iki katlı yaşadığım bu malikaneden son derece enfes lezzetler hissediyor ve bu birazda olsa zihnimin açılmasına yetiyordu. Tüm dünya lezzetlerini tatmış ve içlerinden bazılarını favori edinmiş biri olarak söylüyorum ki hiçbir şef, aile aşçımız Violet kadar olağanüstü bir yemek yapma marifetine sahip değildi. Son 2 yıldır tek amacım Dünya'yı dolaşmak olmuştu. Bana kalırsa da sırf bu yüzden gemiler yapılıyordu.

Beyaz örtülü ve saatlerdir uyuduğum için yeniden kokumla özdeleşmiş yatağımdan kalkarak tuvalete girdim. Şekil vermem gereken saçlarıma gereken ilgiyi gösterip, diğer yandan klasik işlerimi halletmiştim.

Klasik demişken, İhtilal'den sonra doğduğum için ne şanslıydım ben? Aksi hâlde Mozart'sız ne yapabilirdim.

Son olarak son derece sade takımımı da giymiş ve kravatımı da takmayı unutmadan yemek salonuna inmiştim. Yıllar sonra yeniden annem ve babamın karşısına çıkacak ve onlara seyahat yazılarımdan bahsedecektim. Gezdiğim dönemler boyunca özendiğim tek konu sanırım gördüklerimi yazıya dökmek olmuştu. Özellikle İngiltere'de bulunan rönesans tabloları kişiliğime yeni bir cihan eklemiş ve aynı zamanda bütün hayranlığı kendi üstüne çekip gitmişti.
Benden bir seçim yapmamı isteseniz 18. Yüzyıl derdim şüphesiz. Çünkü İngiltere'de gördüğüm tek manzara tablolar değil, aynı zamanda birçok öldürücü alet olmuştu. Ülke neredeyse tüm dünyayı sömürmüş yine de kendine yeterli malı sağlayamayıp son hızla işe devam ediyordu. Hissediyordum, bir gün savaş başlayacaktı.

O gün için belki de Çin'e rezervasyon yaptırmalıyım?

Aşağı indiğimde babamın bıraktığım gibi olmasına küçük bir kıkırdama gösterdim. O asker üniformasını yatarken bile giyiyor muydu acaba? Babama karşın annem değişmişti, saçları koyu bir siyaha bürünmüş fakat yine de gözleri eski maviliğini taşıyordu. Geldiğimi gördüklerinde bana gülümsedi, ayağa kalktı ve kafasının bir metre büyüklüğünde ki şapkayı çıkarıp kollarını bana sardı. Onun sevgisini tüm hayatım boyunca en uçlarda hissetmiş ve hissettirmiştim. Babamın cephede olduğu günler bize getireceği eşyaları beraber konuşurduk, ölümden değil dönüşten söz ederdik. Çünkü bana kendisi öğretmişti, devlet için çalışan adamlar ölümsüz birer kahramanlardı.
Annemin yanında ki sandalyeyi çekip oturduğumda önümde bulunan atıştırmalıkların hepsini tabağıma doldurmaya başladım. "İngiltere'de yemek yok muydu? Ya da İtalya'da?" diye soran babama küçük bir bakış atmış ve tabağında ki son peyniri de alıp ağzıma atmıştım.
"Violet dışında kimse beni doyuramaz!" diye çıkışmış ardından Violet'i elinde en sevdiğim yemeğin tabağıyla gelirken görmüştüm.

"Küçük Bey Jeongguk'un dönüşü için özel yapıldı. Çekilin şurdan hizmetçi parçaları! Jeongguk'un yemeği geliyor." elinde tabakla koşturarak yanımıza ulaşan Violet'i gördüğümde ayağa kalkmış ve tabağı alıp masaya bıraktıktan sonra o şişko bedenine sımsıkı sarılmıştım. İhtiyar, hayır yaşlansa bile formundan kaybetmiyordu. (!)

Bizim sarılışımıza annemde eşlik ederken babam masadan kalkmış ve akşam yanına uğramam gerektiğinden söz edip gitmişti. Violet'i de bizimle oturması için ikna ettikten sonra üçümüz oturmuş ve kahvaltıya devam etmiştik.

"Babam benimle ne konuşacak?" diye sorduğumda ise annemin yüzü birden düşmüş, aynı şekilde Violet ise hevesle aldığı çatalı geri bırakmıştı. Derin derin aldıkları ve daima kaçırmaya çalıştıkları gözlerinden sonra sesimi tekrarlamak amacına biraz dikeldim.

"Babam benimle ne konuşacak?!" diye tekrar ettikten sonra ise annem söze girmişti.

"Savaş yakın biliyorsun Jeongguk. Ülke orduyu şimdiden toparlamaya başladı. Birçok silah üretildi, her akşam baban eve yenisiyle geliyor." demiş ve bir süre durmuştu. "Deneme için atılan topların sesini bile duyuyoruz. Öyle vahşi ve canice ki! Ah, gelişmenin böyle bir şey olduğunu bilseydim büyükanne ve büyükbabama İhtilal'in çok güzel bir şey olduğunu söylemezdim. O kilisenin altında kalıp hâlâ Papa'nın asılsız vaatlerini dinlemek daha iyi gelirdi ruhuma, çünkü her gün mülteci ölümlerini izlemek berbat."

"Sadede gelin." diye sıkıntılı bir nefes vermiş ve annemin suratına bakmaya devam etmiştim. Savaşın nasıl bir şey olduğunu, sömürgenin ne berbat olay olduğunu tabii ki biliyordum.

"Baban seni orduya almak istiyor."

Belki de cidden Çin'e rezervasyonun vakti gelmişti.

19th Century-Taekook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin