2/ Sefiller

7 0 0
                                    

Dünya tarihi belki de milattan sonraki en büyük faciasına gülerek hazırlanıyor, ayrıca bu uğurda kendini feda edecek olanları birer kutsal kahraman olarak görüyorlardı. Fransa'da yaşayan milliyetçi kısım çoktan adını orduya yazdırmış ve savaş kapsamında yanında olacak diğer milletlerle birer anlaşma imzalıyorlardı.
Bu kadar kolaydı işte.

Tek bir kalemin attığı küçük boyutlu çizimler belki de bundan bir iki yıl sonra 20 milyon kişinin ölümüne sebep olacak, daha da kötüsü kimse bunun vazifesini üstüne alınmayacaktı. Doğayla iç içe yaşamamız, bizi de kendine çekmiş ve herkese birer hayvan olduğumuzu kanıtlama imkanı sağlamıştı. Güçlü güçsüzü sivri dişleriyle daima parçalar, arta kalan kısımlarını da iştahla yerdi sonuçta.
Bizim ne farkımız vardı?

Konuşabiliyorduk ama bu sadece fiziksel bir yetenek. Konuşmak kelimelerden ibaret değil.

Düşünebiliyorduk. Ah, gerçekten mi? Sizce de düşünebiliyor muyuz?

Duygularımız vardı. Gerçi mutluluk gibi duygulardan bahsetmiyorum. Nefret varken diğerlerinden de bize ne?

İnsan mıyız? Ya da doğanın insan görünümlü yarattığı deliler mi?

Bunu kimseye ispatlayamazsın işte. Sana bir aptalmışsın gibi bakıp düşüncelerinden soğuturlar. Bu devirde aşkı yaşayamazsın, aşka öldürmek derler. Birilerinin kafasına iki kurşun sıktığın an kahraman olursun. Çünkü hataları düzeltmeye değil, yok etmeye programlıyız.

Sadece ailemden gördüklerimi dile getiriyorum. Fransız bir albayın oğlu olmak ister istemez bazı durumları kavrama yeteneğini getiriyor. Biliyorum ki orduya katılırsam daha taaruz başlamadan ölürdüm. Güçlü güçsüzü ezer dedim ya? Güçsüz değil ama bir korkağım. Öyle ki damarlarımda akan vicdanın köpeği olur cepheye girdiğim an beni öldürmesi için birisine silah verirdim. Savaş psikolojisi ve katil psikolojisi çok farklı. Savaş bir katilin değil, katliamın da zararlısı.

  Bu akşam için emin olduğum tek doğru babamla konuşmayacağımdı. Annem ve Violet de savaşa girmemi istemiyordu. Benim için korkuyorlar ve saçma sapan teoriler ortaya koyuyorlardı. Gerçi hepsi birer boş çaba. Bugün saat onyedi otuzda Almanya'ya kalkacak olan bir gemi serüvenim vardı.

Biletimi alan aile uşağının ağzını sıkıca tembihlememin ardından üst kata çıktım ve koyu ahşap merdivenlerinin üzerinde çoktan hazırlanmış hâlde valizimi buldum. Annem işi benim için çoktan halletmişti. Dolmamaya çalışan gözlerimle kalan birkaç merdiveni ikişerli atladım ve sanki son kez yapıyormuşum gibi anneme sarıldım. Kollarım omuz boşluğundan sırtına ilerlediğinde kendi ten kokumu kimden aldığımı daha net algılıyordum. Yeni kavuşmuş bir evladını yeniden kaybedecek olan, kaybetmekten de çok korktuğu için onu kaçıran bir kadının kokusunu taşıyordum. Görünmese bile evrenin derimde bıraktığı kocaman bir arma vardı ve o armayı Tanrı bana annem gibi olmam için bırakmıştı. 

"Savaş bitince döneceğim."

"Savaş bitince dönersen baban seni kendi öldürür." dedi benim gibi dolan gözleriyle. O an fark etmiştim ki Violette 3 merdiven aşağıda dolmuş gözleriyle bizi izliyordu.

"Hayatına orada devam etmeni istiyorum Jeongguk. Baban seni öldürmeden sen bizi öldür. Paris'i öldür, Eyfel'i öldür, İhtilal'i öldür. Sadece kendini Tanrının merhametine ada. Dua et ki ufukta dualarımız buluşabilsin. Sen her kiliseye gittiğinde İsa'nın benim için sana taşıyacağı sevgimi hissedeceksin. Benim küçük bebeğim, güçlen ve babanın karşısına öyle çık!"

Son cümlesini söylerken sesini arttırmış ve bu kontrolsüzlük gözyaşlarının akmasına sebep olmuştu. Gerçekten yaptığım şey büyük komiklikti, birilerini sırf öldürmemek için memleketimi öldürüyordum. Ait olduğum topraklardan yabancı bir devlete adımlıyor ve bu uğurda ailemi feda ediyordum.

"Yeteri kadar Almancan var mı Küçük Bey? Eğer yoksa orada tanıdığım bir akrabamın oğlu var. Fransızca ve Almanca düzeyi de çok iyidir." diye atladı arkadan Violet. Ağlayan gözlerine karşı gülmeye çalışıyordu.

"Sağol Violet, rica etsem yaşadığı yeri yazar mısın? Maalesef yeteri kadar iyi değil Almancam fakat birkaç ayda yutarım." demiştim minnet dolu bakışlarımı eklerken. Violet hemen önlüğünün içinden çıkardığı saman kağıda bir şeyler yazıp bana uzattı.

"O zaman gecikmeyelim. Jeongguk oğlum, yatağının üzerine bıraktığım siyah bereyi ve koyu atkıyı tak. Biliyorum sonbahardayız hava pek soğuk değil fakat tanınmaman gerekiyor" diye ekleyen annemi onaylayan bir bakış yolladıktan sonra odama geçmiş  ve yatağın üzerine bırakılan her şeyi giymiştim. Babamın eve dönmesine daha üç saat vardı. Giyinmeden önce de bir duş almıştım fakat on beş dakikadan uzun sürdüğünü varsaymıyorum.

Çıktığımda annemin ve Violet'in bavulları çoktan kapının önüne koymuş olduğunu gördüm. İkisi de epey korkuyorlardı. Ve daha önceden kendilerini buna hazırladıkları da çok barizdi. Belli ki babam bu ordu olayını onlara önceden söz etmişti. Yanlarına vardığımda annem elime oldukça büyük bir kese uzatmıştı.

"Bunun içinde epey yüklü bir para var. Yine de onu kullanmaya özen göster. Savaşın ne kadar süreceği belli değil oğlum. Sen gemiden indikten sonra orada seni arayan birisini göreceksin. Biraz kısa birisi, sarışın. O seni elbet fark edecek. Seni oradan alıp ayarladığımız eve bırakacak ve bir ulak görevi görecek gibi düşün. Haberleşmemiz için gerekli olan bir araç. Ayrıca çokta sevimlidir kendisi, arkadaş edinmelisin kendine."

"Peki neden Almanya?" diye sormuştum ikisine de bakarak.

"Almanya güçlü." demişti Violet ellerini avcunda kaşırken. "Güçlülere bir şey olmaz."

"Yine de öyle sanmıyorum. Almanya'nın ordusu bile yoktur. Gemiler kendi kendine savaşamaz."

"Çünkü güvenli başka hiçbir yer yok!" (ananın amı yani)

Ne kadar doğruydu ki bir limandan kaçıp başka bir limana sığınmam? Tehlike boyu arz ediyor ve kişisel görüşlerim durmamı söylüyorlardı. Dur, aptallık edeceksin dur!

Fakat her şey hali ortada hazır bir hâldeydi. Hayatımın yeni keşiflerine dolu bir bardak viskiymişcesine bakıyor, aklıma geri viskinin o acı ve mide yakan tadını getirdiğimde ise her an kusacak gibi oluyordum. Bu korku dolu maceranın sonunda ne olacak bilmem ama, ben her şekilde yalnız hissediyordum.

Annemin ve Violette'in dolu dolu nasihatlarını da alır almaz gemiye girmiş, benim için ayarlanan odama geçip kıyafetlerimi yerleştirmiştim. Yol 19-20 gün sürecek diye tahmin ediyordum. Aksi takdirde bu süre zarfı bile uzun gelirken bunun birkaç katını çekmek demek ölümle yaşam arasında ki çizgiyi denk getirememek demekti.

Yerleşmiş kıyafetlerimin ardından yatağa geçip elime bir kitap aldım. Açtığım sayfalar Victor Hugo'nun Sefiller kitabına aitti, kaldığım 210. sayfayı açarak devam etmeye başladım. Bir yüz sayfadan sonra zaten arkamı ve önümü düşünmeden yalnızca gözlerimi küçük hayaller için kapamıştım.

Ben de biliyorum Almanya ve Fransa'nın kara bağlantısı olduğunu ama birden aklımdan çıkıvermiş. Zaten kurgu benim kurgum değil mi? İstersem Jeongguk'u gemiyle, istersem de uzay mekiğiyle gönderirim dowjdlwpdkw
Ve her şey 1. Dünya savaşında olduğu gibi ilerlemeyecek, şimdiden uyarımı yapmak istiyorum. Eğer olurda "Yok burada şöyle oldu, yok bu aslında şu şu savaşı" derseniz kafayı yerim.

-Bir sonraki bölümde görüşmek üzere-

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 20, 2019 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

19th Century-Taekook-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin