12

278 9 3
                                    


okunmaz ve konuşulmaz onların hikayeleri. görünmezlik sihirini keşfeden insanların yaşamları, kimseciklerin dikkatini çekmez. kalabalıklar arasında dikkat çekmeden, yıllar önce ölmüş birinin ruhu gibi gezip dururlar. kendi ruhları bile görmez artık emanet edilen bedenlerini. içimizden geçip gitse farkında olmayacağımız kimseler bahsettiklerim.

bu kimseler, otobüste güzelliği ile dikkat çeken kız olmamışlardır hayatları boyunca, ya da pahalı güneş gözlüğü, elinde son model devamlı tıkırdattığı telefonu olan yakışıklı delikanlı değillerdir. onları göremezsiniz, onları fark edemezsiniz. gerçi isteseniz bile göremezsiniz onları. çünkü onlar dahi kendilerini görmeyeli uzun seneler olmuştur.

''varlıklarıyla yoklukları bir'' klişeleşmiş lafı bile onlar için çok fazladır. yoktur onlar, adeta hiç var olmamışlardır. öldükten seneler sonra değil öldükleri anda unutulacak, hatta ölümleri bile fark edilmeyecek insanların okunmayan küçük hikayelerinden bahsediyorum.

hikayesi kimsenin dikkatini çekmemiş, okumaya değer görülememiş hatta kendisi bile bir hikayesi olduğunun farkına varmamış orhan nın okunmayan hikayesi var bu gece;

soğuk her sabah, çalar saatin alarmı 5 buçuğu gösterirken çalmaya başlar. orhan nın hayatında ki tek melodi bu çalar saattin sabah çalan zili. yanlız bu tavuklu saat katlanılamaz bir ses çıkartıyor kurulduğu saatte.

!!zırrrrr!!!

orhan her gece alarmını kurduktan sonra odanın en uzak ucuna yerleştiriyor annesinden kalan tavuklu çalar saati.

!!zırrrr!!!

biliyor ki, eğer yataktan çıkmadan elinin uzanabileceği kadar yakına koyarsa saati, alarmı kapattıktan sonra uykusuna devam edecek. uykusuz geçen sessiz yanlızca saat tiktaklarıyla dolu sıkıcı uzun gecelerin ardından sabah 5 buçukta uyanmak imkansız. sadece tavuklu saatin bu katlanılmaz alarm sesine uyanmamak mümkün değil. soğuk bir sonbahar sabahında sıcacık yatağından kalkıp, odanın en uzak ucuna titreye titreye giderek saatin alarmını kapatmaya katlanılacak derecede iğrenç bir sesten bahsediyorum. insanın bütün sinirlerine horon çektirecek kadar kötü bir ses.

bu bahsettiğim alarm sesine ve her gece bitmek tükenmek bilmeyen o iğrenç saatin tik tak seslerine katlanmak zorundaydı orhan. zira sabah bu denli erken bir saatte kalkmasını sağlayacak bir yakını veyahut alarmı kurulabilecek bir cep telefonu yoktu.

telefonla günün her hangi bir saati, onun nerede olduğunu merak edip arayacak, son anda değişen bir planı haber verecek insanlar yoktu hayatında. dolayısıyla hiç aklına alarmı kurulabilen bir cep telefonu almak gelmemişti. yanlızca ev telefonu vardı, o telefonda ancak, bayram veyahut seçim öncesi hatrını soran ve kutlama yapan semtinin belediye başkanının ses kaydı aradığında çalardı. tabii arada arayan yanlış numaraları saymazsak.

işte orhan'ın, hayatında ki tek planlı harekette buydu. saatini önceden kurup yataktan çıkmasını sağlayacak mesafeye yerleştirmek. başka da bir planı yoktu geleceğe dair. plan yapmayı yıllar önce bırakmıştı. gerek kalmamıştı planlara.

tavuklu saatin o iğrenç sesi bir kez daha çalıyordu. gün doğumunu orhan nın uyanması gerektiğini haber veriyordu. kötü kalpli bir üvey annenin sabah okula gitmesi gereken öksüz çocuğu uyandırması gibi zalimce uyandırmıştı gene orhan'nı. sıcak yatağından çıkıp, titreye titreye odanın en uzak köşesine bırakmış olduğu tavuklu saatin alarmını kapattı önce, her sabah olduğu gibi aklına gelen dönsem mi acaba yatağıma sorusu gelmişti.

''biraz daha uyusam?..''

hayatın da ki tek ikilem buydu zaten orhan'ın. biraz daha uyusam?.. başka bir ikilem yaşamıyordu uzun zamandır. artık hayat ona seçenekler sunmayı bırakmıştı.

''biraz daha uyusam?''

dedi içinden. ancak her zaman yaptığı son bir gayretle tuvaletin yolunu tuttu. soğuk ve damarlarında akan kanı donduracak kadar buz bir suyla yüzünü yıkayıverdi.

aynaya bakmaya tennezzül etmiyordu artık orhan. nasıl göründüğünün bir önemi yoktu onun için. nasılsa uzun zamandır görünmezdi o. o bile kendini göremiyordu artık. kendisi için bile yokken ne lüzum vardı aynalara yansımalara. görecek bir şey kalmamıştı nasılsa.

sabahları kalkıp dişlerini fırçalamak gibi birşey aklına gelmiyordu. lakin, ağız kokusunu duyacak kadar bir insana yaklamaşına gerek yoktu.

dolabında babadan kalma bir gömlek, üstüne o bütün hafta giymek için ayırdığı üç kazağından siyah renklisi ve dışarıda sadece soğuktan bir nebzede olsa korusun diye giydiği alelade bir mont. keten bir pantolon ve en son kendi için yapmış olduğu alışverin esnasında aldığı, kış aylarında ayaklarını soğuktan koruma görevi olan kahverengi kalın yün çoraplar biri. işte hepsi bu. güne hazır orhan.

yeni güne hazır değil. güne hazır. zira orhanın hayatında yeni bir şey olmayalı çok oldu.

saat 7 buçukta mesaisi başlıyordu orhan'ın. her sabah balata ki evinden çıkıp, yeditepe ünivesitesin de ki temizlik işine gitmek için onca yolu tepmek zorundaydı. yerleri çamurlu ve ıslak yollarda yürüyen insanların ayakkabı tabanlarından ötürü ıslak ve kaygan, dışarısı soğuk olduğundan kalöriferi sonuna kadar açılmış, ve içeride ki yolcu kalabalığından bir kaç durak sonra içerisi cehenem sıçaklarına dönen otobüslerle yolculuğuna başlıyordu orhan. sabahın köründe ağzına kadar dolu, kapıları açıldığından sadece kapının dibinde duran insanların götleri ona günaydın diyordu. her nasılsa o sıkışıklıkta binmeyi başarıyordu. diğer insanların o kalabalığa dalıp, bu zorlu yolculuğa tennezzül dahi etmeyeceği sıkışıklıkta ki otobüslere binebiliyordu. belki görünmez ve fark edilmez olduğu için bunu başarabiliyordu.

daha işine gitmeden bu zorlu yolcuktan ötürü yorgun düşüyordu orhan. artık genç değildi. yaşı 50 nin üzerindeydi. fakat yorulduğunun bile farkına varamayacak kadar görünmezdi.

her gün rutin bir şekilde okula gidiyor, hiç kimseye görünmeden ve ses çıkarmadan, okulda ki afilli öğrencilerin dikkatini çekmeden temizliğini yapıyor ve gene o zorlu yolcuğunu yaparak sıkıcı evine geri dönüyordu. kimseciklere görünmeden.

gece evinde, beklentisiz oturarak tik tak sesleri arasında zaman geçirip saat 10 buçukta soğuk yatağına hareketleniyordu. önce her zaman yaptığı gibi tavuklu saatinin alarmını kurdu, daha sonra yatağına girdi, önce yatağının ısınmasını bekledi tavanı seyrederek. daha sonra saatinden gelen tik tak seslerine kulak kabarttı her zaman yaptığı gibi.

önce yatağı ısındı, sonra kafasını koyduğu yastığı, gözleri ağırlaşmaya başladı, tıpkı saatten gelen tik tak sesleri gibi. sabah kendisini gereken saatte uyandıracağını bildiği saatine güvenerek uykuya dalmak üzereydi orhan. hayatta güveneceği tek annesinden kalma tavuklu saati vardı. zaten güvenmek istediği veya aradığı bir başka şeyde yoktu. güvenmesini gerektirecek her hangi birşey de.

yavaş yavaş uykuya dalıyordu orhan, tik tak sesleri yavaşlamıştı kulaklarında iyice. önce orhan uykuya daldı sonra o iğrenç alarm sesini çıkardan saatti tik tak seslerini kesti. her ikisinden de bir daha hiç ses çıkmadı. önce orhan'ın kalbi durdu sonra saatin sesi. ne sabah o iğrenç alarm zilini çalabildi tavuklu saat ne de orhan uyanabildi. kimseciklere görünmeden yaşayıp, kimseciklere görünmeden tamamen yok oldu tavuklu saat ve orhan.

görünmezlik formülünü bulan bir insanın son 30 yılını okudunuz.

KARAKUTUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin