İlk Karşılaşma

4 1 0
                                    

Sonbaharın son halkasındaydım. Saatler asırlar gibi geliyor, haftayı bitiremiyordum. Güneş ancak onun sesini duyduğumda açıyordu, yazık halime ki yıllardır tek kelimesine rastlayamamıştım. Onsuz karanlıkta üşüyordum, aklım kim bilir bana neler gösteriyordu. Hani filmlerde ya da kitaplarda denk geldiğimiz klişe aşk hikâyeleri var ya, hiç gerçek aşkı tatmamış kişiler tarafından yazıldığı o kadar belli ki. Benim bahsettiğim öyle bir şey ki, bir anlığına bile yaşasanız delilere hak verirsiniz. Bu öyle sandığınız gibi sıcak, mutluluk verici değil, aksine soğuk ve aklı yitirten cinstendir. Keşke aklım bana daha deli oyunlar oynasaydı da hala yerinde olsaydı, sonbaharın o son halkasıyla kendini asmasaydı. Yitip gitmemek için ağaçlara danışmaya gelmiştim. Ulu bir ağaca rastladım yüce konseyde. O kadar ulu ve haşmetli gözüküyordu ki, diğer ağaçlar sanki saygılarından kenara çekilmiş ona yol açıyorlardı. Öyleydi ki sonsuza kadar orada duracak, hiç yaşlanıp çürümeyecekti. Bu yüce ağaca danışacakken gökyüzü karardı, büyük bağırışlarla yere bıçaklar fırlatılmaya başlandı. Bıçaklardan saklanmak için ulu ağacın dibine sığındım. O da sarıp sarmaladı beni, sanki yavrusuymuşum gibi ısıtmak istercesine. Tüm orman karşılık veriyordu gökyüzünün bağırmasına. Çığlıklar havada uçuşuyor, bıçaklar ağaçları delip geçiyorlardı. Ulu ağacın yaprakları arasından süzülüp gelen bir bıçak tanesi koluma düştü, yarıp geçti sandım. Acıdan kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Bunu gören ulu ağaç sinirinden köpürmüş, yeri göğü inleten bir kükremeyle herkesi susturmuştu. Zaman bile durmuş ulu ağacı dinliyordu artık. Ulu ağacın saçları yavaşça omzuma düştü, sıcak bir el hissettim ardından. Anlat evlat diyordu bana ta kendisi. Ona ruhumu kaybettiğimi söyledim. Bana, o halde nasıl ağlıyorsun diye karşılık verdi. Ruhumun yarısını hayatımı anlamlandırmaya, öbür yarısını ise bu anlamı değiştirmeye harcadım diye anlattım ona. Gözyaşlarım bana hediye edilmişti. Zamanımızın başlangıcında hep orada beraberdik. İlk gördüğüm yüz karnımı doyuran değil, ruhumu besleyendi. Nasıl büyüdüğümü hatırlamıyorum, ben hep aynıydım. Onun mevsimden mevsime geçişini izler, kendimi daha sarhoş ederdim. Tanrıçaymışçasına tapıyordum, o da bana kendi tanrılığımı hatırlatıyordu. Onu gören herkes tanrının gazabından kaçar, beni görenler ise tanrıçanın lanetinden korkarlardı ta ki o lanet güne kadar. Üç vakte kadar kavuşmamız gerekiyordu. Ne kadar güçlü olsak da, kaderin ayrılığını yenemedik. Onu ne ben, ne de başkası bir daha görebilecekti. Anısını her yıl aynı tarihte yaşatıyorum. Ağzımdan çıkan kelimeleri kalbine kazıyormuşçasına dinleyen ulu ağaç daha sıkı sarıldı bana. Tek kelime etmiyordu, edemiyordu. Kafamı kaldırmasam da ağacın yüzüme dökülen saçlarından ne kedere bindiğini anlayabiliyordum. Tek tek dökülüyorlardı. Onu bu kadar üzmeye dayanamamış, kalkıp gidecektim. Geri oturttu beni. Devam et evlat dedi, öbür yarısına ne oldu anlat.

Ağaç YapraklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin