"Nerden geldin sen!" Kaşlarımı çattığımda, hemen yanımda olan Mete'yi mutfak önlüğü ve elinde tuttuğu tava ile görmeyi beklemiyordum.
"Gökten!"
"Şaka mı bu neredeyim ben?"
"cehennemimde ama artık cennet oldu buralar"
"Her neyse bana neden yardım ediyorsun?" Doğruluğum kanepenin baş ucuna gelip güldü,
"Çünkü seviyorum seni" başım yastıkla buluştuğunda, uzun bir süre tavanı izledim.
"Ve sen bunu hep biliyorsun" üzerime doğruluğunda gözlerinin ışıltısı kendini belli ediyordu. Yüzümüz oldukça yakındı, ve o yumuşak parmaklarını saçlarımda dans ettirdi adeta. Bu ağrıyan başım için büyük bir lütuftu.
"Bana şans verir misin Mete.." şaşkınlıkla büyüyen göz bebekleri, bu sefer en güzel tonu bulmuştu.
"Seni sevmem için." Duraksadım, nefesini hissedecek kadar ve nefesiyle yanacak kadar yakındık..
"Seni tüm kalbimle sevdim. Bunu biliyorsun, beni sevene kadar bekleyeceğim. Ama yaramaz bir çocuğum"
"Bu yaramaz çocuğu üzme"
Bakışlarındaki yumuşaklık, ve elleri bir bebeğin teni kadar hafifti. Dokunduğu yerlerdeki yakıcılıkla kendimi kaybediyordum. O ellerin üzerimde gezmesi ve tenimi ısıtması..tuhaf bir tiyatro sahnesi gibiydi her şey bize verilen rolleri oynuyorduk.
🎆
Ahh, burada ölebilir miyim" elleri, karnımda gezinirken. Gıdıklanıyordum, saçma bir kıkırdama dudaklarımdan çıktığında o gülümsedi,"Sen de bana alışacaksın, sadece biraz zamana ihtiyaç var sırık" parmak uçlarına çıkmasına rağmen sadece göğüsüme denk geliyordu. Omzuma yavaşça vurdu ve yine o lanet gülümsemesini yaptı, kafamı iki yana salladım.
"Hayır saçma ve gereksiz şeyler ile kendini kandırma! Eğer çok istiyorsan başka birine musallat ol bana değil"
Söylediklerimiz film şeridi gibi geçtiğinde güldüm, o aptal çocuk yavaşça kendine çekiyordu beni. Ya da sadece rüyadan ibaretti.
"Hadi uyan uykucu" Mete'nin ses tınısı ile kendime geldiğimde, mutfağa ayaklarımı sürüyerek gelmiştim.
Beyazın hakim olduğu küçük bir odaydı. Pencereleri baştan aşağı büyük perdelerle kaplıydı, küçük bir tezgah ve tahta masa..
"Otur bakalım yumurtan al" diyerek mutfak eldiveni ile tuttuğu tavayı tabağa yaklaştırıp acemice yumurtanın tabağa düşmesini bekledi.
"Gerçek mi bu?" Dedim sorarcasına. Ellerimi yüzüme kapatıp yumurtadan zehirlenmemeyi umdum. Çünkü yumurta gerçekten korkutucu bir haldeydi.
"Bunun yumurta olduğuna emin misin?" Tabağındaki şekilsiz ve yeşil renkli sıvıya baktım. Pişmediği belliydi. Çünkü tamamen su gibi akıyordu tabakta.
"Sanırım?" Dedi saçlarını karıştırarak. Bu şekilde ne kadar tedirgin ve acemi olduğu belli oluyordu
"Hadi yemek söyleyelim.." umutsuzca tabağına bakarken ..çatalım ile oynamaya başladım
"Hiç mi umut yok" kafamı olumsuz anlamda iki yana salladığımda Mete. telefonundan bir şeyler tuşladı.
🎆🎆
"Naber lan dikab sınavında 'melekler kimdir?' Sorusuna adını yazdığım" kafama vurduğunda,
"Lan civciv almayayım ayağım altına"
"Civciv ha?..sevdim bunu"
"Ben de sana yavrum diyeceğim yavrum" ellerini çenesinde birleştirdi.
"Şşştt..."
"Civciv teşekkür ederim"
"Bu teşekkürümü beni öperek verebilirsin"
"nE?"
"Evet yap bunu"
"Öp Civcivini"
"Bu benim için zor, biliyorsun?"
"Dene"
"Peki.."
Burnumun yüzünde gezinmesi, titremiştim. Onun yanında kendim olmaktan çıkmaya başlıyordum. ona küçük bir bakış attığımda oda bunu beklemiyor gibiydi. Onu öpmemiştim..ama kokusunu hissetmiştim.
"Bir mıknatıs gibisin" kafasını salladı,
"Bunu bir iltifat olarak alıyorum"
Kalbim hızlıca atıyordu, ve nefesim son bulacaktı. Ölürken günaha bulanmak buna denilirdi. O ise sürekli şişip inen göğüsüme bakıp ellerini tam kalbimde durdurdu.
Kafası, göğüsüm de yerini bulmuştu. Nefesimi duyuyordu. Kalbimin hareketlerini dinliyordu çok yakından. Kafam, eğdiği kafasına yakındı bu sayede dağınık saçlarını daha net görme fırsatı bulmuştum ve kesinlikle mükemmel saçları vardı.
Kafasını göğüsümden kaldırıp yüzümde kenetledi. En az saçı kadar mükemmel bir yüzü vardı. Biçimli burnu ve dudakları, su kadar uyumluydu.
"Burası neden bu kadar hızlı atıyor biliyor musun?" Kafamı olumsuz anlamda salladım
"Burada.." elleri, kalbimde şekiller çiziyordu.
"Sevgi tomurcuğu yeşeriyor"
🎆🎆
Mete'ye teşekkürlerimi edip evinden çıktım. Ayaklarım beni uzun basketbol sahasına götürdüğünde yerde bulduğum spor çantasından buralarda antreman yapan Bora'yı gördüm.
"Selam" yanına yaklaştığımda beni görmesiyle şaşırdı.
"Merhaba" düz sesi ile, bana hala kızgın olduğunu anlamam uzun sürmedi. Benim bir suçum yoktu, kimsenin suçu yoktu.
"Onu seviyor musun?" Ayakkabılarının bağcıklarını bağlarken.
"Bilmiyorum" bana attığı kısa bir bakıştan sonra gülümsedi,
"Nasıl bilmiyorsun?" Duraksadı,
"İnsan sevdiğini bilmez mi?"
"Bilmiyorum işte" oturduğum taş zemin ile yanıma oturup bir yandan da çantasını topluyordu.
"Hımm, aşkın bir tanımı yok zaten" güldü,
"Aşk, özgürlük olmalı. Bir bulut kadar hafif ve sevmekten ibaret olmalı"
"Sen hayırdır?" Dediğimde,
"Sevdim ben de birini" demiş, ve beni oldukça şaşırtmıştı.
"Vayy kim o kişi?"
"Boşver pek önemli değil"
"Sen öyle diyorsan.."
"Neyse ben kaçtım, bu arada senden özür diliyorum efendim, beni affedebilecek misiniz?" Dedi üstün taklit yeteneklerini kullanarak...
"Elbette efendim" dedim onu taklit ederek..
Bana el sallayarak, bedeninin karanlıkta kaybolmasını izledim.
Şimdi bir ben, bir bu sokağı tek başıma aydınlatan sokak lambası ve bir kedi başbaşa kalmıştık..