Birinci Perde- Birinci Bölüm:Bilinmeyen Numara

94 10 16
                                    

**Birinci Bölüm: Artık ağlama...

(Yazar Ağzından)

Sizce acı çekmek nedir? Her Allah'ın günü ağlamak mı, kendini odaya mı kapatmak, ya da bu acı yüzünden yemek yiyememek mi? Hayir... Acı çekmek, gerçek anlamıyla bu değil. Bu duygu, en olmadık zamanda çalar insanın kapısını. Bir yerde mutluluk varsa aci da vardır. Neden mi?  Şöyle bir düşünün; sabah yatağınızdan kalkıyorsunuz, mutlusunuz. Yüzünüzü yıkıyorsunuz, mutlusunuz. Kahvaltı yapıyorsunuz, mutlusunuz. Herkes tarafından seviliyor ve derslerinizde başarılısınız, mutlusunuz. Aksam oldu, uyku vakti geldi yatacaksınız, mutlusunuz. Her gününüzün böyle geçtiğinı düşünün, biraz garip, değil mi?

Her insan mutlu olmayı ister, ama mutlu olmak istiyorsan acının kapını calmasına izin vermelisin. Yoksa mutluluk duygusu çok hafife alınan, değersiz, önemsiz bir duygu olurdu. Bir insan acı gibi bir duyguyu tattığı zaman; mutluluğun kıymetini de bilir. Yalan değildir bu. Sevdiklerini kaybeder, canı bir şey yapmak istemez. Psikolojik sorunlar yaşar. Hem bedeni, hem ruhu çok yorulur. Yaşıyor gibi görünse de o, yürüyen bir ölüdür. Bundan kurtulmak içinse tek yapılması gereken şey; gülümsemektir.

Bengü de deniyordu bunları, o da gülümsemeye çalışıyordu ama bir türlü başaramıyordu. Çünkü o, en değerlilerini kaybetmişti. Anne ve babasını... Kendisi pek hasar almamıştı. Şimdi ise hastaneden taburcu olmuş yatağında öylece yatıyordu. Ağlamaktan o güzel gözleri şişmiş, kan çanağına dönmüştü. Bu yaşananların üstünden de tam üç hafta geçmişti. Üç hafta...

Bengü' nün düşüncelerini kapının tıklanma sesi bozdu. Yatağından doğruldu, kapının ardındaki kişi her kimse veya hangi amaç için gelmişse bunu umursamadan 'gel' dedi.  Kapıda anneannesi elinde yemek tepsisiyle belirince bir ona, bir elindeki tepsiye baktı. Anneannesi tepsiyi masanın üstüne koydu ve torununun saçlarını okşamaya başladı. Sevgiyle bakıyordu ona. Bengü daha fazla dayanamadı, ağlayarak anneannesine sarıldı. Onun da gözleri dolmuştu, canından can gitmişti sonuçta. Ama ağlamadı. Torunu böyle perişan bir haldeyken kendisi de ağlarsa Bengü iyice perişan olurdu.

"Hep böyle ağlayacak mısın Bengü?"

"Bilmiyorum anneanne, canımdan can gitti benim. Ağlamayım da ne yapayım?"

Fatma Hanım Bengü'nün gözyaşlarını sildi. Masadaki tepsiyi alarak torununun önüne koydu.

"Hadi güzel kızım, biraz olsa da ye lütfen. Hasta olacaksın yoksa."

İtiraz etmedi Bengü, çünkü biliyordu. Yemese anneannesi ona zorla da olsa  yedirecekti. Tepsiye şöyle bir göz gezdirdi. En sevdiği çorba; domates çorbası vardı. Normal şartlarda olsa bu çorbayı görünce gözleri parlar, iştahının kapıları açılır, kaşığı almasıyla bitirmesi bir olurdu. Ama şimdi boş boş bakıyordu çorbaya...

******

Aradan bir saat geçti. Bengü isteksiz yemeğini yedi, anneannesi bulaşıkları halletmek için odadan ayrıldı. Akşam oldu, aydınlık yerini karanlığa bıraktı, dolunay tüm güzelliğiyle kendini gösterdi. Bunu fırsat bilen Bengü, üstüne hırkasını giydi,  balkona çıktı ve sandalyesine oturdu. Ne zaman canı sıkılsa ya da üzülse kendini bildi bileli geceleri balkona çıkar, yıldızlara ve Ay' a bakarak hayaller kuraldı. Ya o günkü yaptıklarını düşünürdü, ya da yarını düşünürdü. Bu ona iyi geliyordu.

Şimdi de çok üzgündü. Dolu gözlerle tepesinde onu izleyen yıldızlara baktı.
Hani küçük çoçukların bir akrabası öldüğü zaman, onlara "O ölmedi, yıldız olup yukarıdan seni izliyor."  derler ya, Bengü'nün de gözüne iki tane parlak yıldız çarptı o an. Ve kararını verdi; bundan sonra o iki yıldız anne ve babası olacaktı.

BENGÜ VE CİHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin