Zengin adam, "Köyümdeki o aptal kaldırılacak bu belayı başıma sardı!" diye söylenmiş. Ama bir şekilde,
koşarak, terler akıtarak hocayı takip etmiş. Hoca, adamın atının hala durmakta olduğu ağacın altına gelmiş.
Elinde torbayla ağacın gölgesine oturmuş ve zengin adam da ağlayarak gelmiş. Hoca "Şu torbayı al" demiş.
Zengin adam torbayı alıp göğsüne bastırmış. Hoca sormuş: "Şimdi nasılsın? Bi r parça huzur hissediyor
musun?"
Zengin adam yanıtlamış: "Evet, çok huzurlu geliyor. Çok garip bir adamsın ve garip yöntemlerin var."
Hoca yanıtlamış: "Hiçbir gariplik yok; basit bir matematik. Sahip olduğun şeyi kanıksamaya başlıyorsun.
Sana, onu kaybetme ihtimalinin gösterilmesi lazım; ancak o zaman ne kaybettiğinin farkına varıyorsun.
Yeni hiçbir şey kazanmadın. Bu , huzursuz bir şekilde taşıdığın torbanın kendisi. Şimdi aynı torbayı kalbine
bastırıyorsun ve herkes, ne kadar mutlu ve huzurlu olduğunu görüyor: mükemmel bir bilge! Evine git ve
kimseyi rahatsız etme."
Çocuğun sorunu da bu. O, masumiyetle doğduğu için, o masumiyeti vererek her şeyi satın almaya hazır.
Herhangi bir çöpü alıp, karşılığında cesaretini vermeye hazır. Sadece oyuncak almaya hazır, bu dünyada
zaten oyuncaktan başka ne var? Ve saflığını kaybediyor. Ancak bütün bu oyuncaklara sahip olduğu
zaman, onlardan bir keyif almadığını hisseder ve anlar: Hiçbir şey elde edemez, hiçbir tatmin göremez. İşte
o zaman, neyi kaybettiğinin farkına varır, ve onu kendisi yapmıştır.
Daha iyi bir dünyada, tüm aileler çocuklarından öğrenecek. Onlara bir şey öğretmek için ne kadar
telaşlısın! Kimse onlardan bir şey öğrenmiyor gibi, ve onların öğreteceği aslında o kadar çok şey var ki!
Senin ise onlara öğretecek hiçbir şeyin yok.
Sırf daha büyük ve güçlüsün diye, kim olduğunu, iç dünyanda hangi mertebeye ulaştığını düşünmeden,
onu kendine benzetmeye başlarsın. Sen sefalet içinde yaşıyorsun ve aynı şeyi çocuğun için de mi
istiyorsun?
Ancak kimse düşünmüyor. Aks i halde insanlar, küçük çocuklardan ders almaya çalışırdı. Çocuklar, diğer
dünyadan çok şey getirir çünkü o kadar yeni gelmişlerdir ki. Onlar hâlâ rahmin sessizliğini taşır, varoluşun
sessizliğini taşır.
HİÇBİ R ZAMA N AKLINDA N ÇIKARTMA : BİLİNMEYEN E GÜVEN . Bilinen zihindir; bilinmeyen
zihin olamaz. Başka bir şey olabilir, ama zihin olamaz. Zihi n hakkında kesin olan tek şey vardır: Zihin,
biriktirilmiş bilinendir. O yüzden, örneğin, eğer yolda bir kavşağa gelirsen zihin sana, "B u yoldan git,
burası tanıdık" der; zihin işte budur. Eğer varlığını dinlersen, o tanınmadık yoldan gitmek ister:
bilinmeyene. Varlık, her zaman maceraperesttir. Zihin, her zaman çok muhafazakar, çok doğrucudur. O
hep izleri takip etmek, daha önce tekrar tekrar gitmiş olduğu yoldan gitmek ister: En az direncin olduğu
yoldur.
O yüzden her zaman bilinmeyeni dinle. Ve cesaretini toplayıp, bilinmeyene adım at.
Kaderinle gelişmek büyük cesaret ister, korkusuzluk ister. Kork u dolu insanlar, bilinenin ötesine adım
atamaz. Bilinen, bir çeşit rahatlık ve güvenlik verir; çünkü biliniyordur. İnsan neyle karşılaşacağının
farkındadır; insan ne yapacağını bilir. İnsan neredeyse uyurken bile gerekeni yapar. Uyanık olmaya ihtiyaç
yoktur; bilinenin verdiği rahatlık budur.
Bilinenin sınırını aştığın anda içinde bir korku yükselir; çünkü artık cahilsin, ne yapman gerektiğini ya da
neyi yapamayacağını bilmiyorsun. Artı k kendinden o kadar emin olamazsın; şimdi hatalar olabilir, yanlış
yola sapabilirsin. Bu korku yüzünden insanlar bilinene tutunur ve insan bilenene bir kez tutunduğu zaman
o artık ölüdür.
Hayat, ancak tehlikeli yaşanır; onu yaşamanın başka bir yolu yoktur. Ancak tehlike sayesinde hayat
olgunlaşmayı ve gelişmeyi sağlar. İnsanın maceraperest olması gerekir; her zaman bilinmeyen için bilineni
riske atmaya hazır olmalıdır. Ve insan, özgürlüğün ve korkusuzluğun tadını alınca, asla pişmanlık duymaz;
çünkü artık en üst düzeyde yaşamanın ne demek olduğunu öğrenmiştir. İnsan ondan sonra yaşamının
meşalesini her ik i uçtan yakmanın ne anlama geldiğini bilir. Ve o yoğunluğu tek bir an hissetmek bile,
sonsuza dek sıradan yaşamaktan çok daha tatmin edicidir.
YENİ KAPIYI ÇALDIĞINDA... KAPIYI AÇ!
Yeni olan yabancıdır. Dost olabilir, düşman olabilir. Kim bilir?
Bunu bilmenin bir olanağı yok! Bilmenin tek yolu, ona izin vermektir;
tedirginlik ve korku o yüzden yaşanır.
Yeni olan, senin içinde doğmaz; o, öteden gelir. O senin bir parçan değildir. Bütün geçmişin tehlikededir.
Yeni olanın seninle bir sürekliliği yoktur; o yüzden korkarsın. Sen tek boyutlu yaşadın, tek boyutlu bir
şekilde düşündün, inançların üzerine rahat bir hayat kurdun. Sonra yeni bir şey kapını çaldı. Şimdi bütün
geçmiş alışkanlıkların huzursuz olacak. Eğer yeninin girmesine izin verirsen, bir daha asla aynı
olmayacaksın. Yeni olan seni dönüştürecek.
Bu risklidir. İnsan yeniyle nereye varacağını bilemez. Esk i olan bildiktir, tanıdıktır. Uzu n zamandır onunla
yaşıyorsun; ona alıştın. Yeni olan yabancıdır. Dost ta olabilir, düşman da olabilir, kim bilir? Bunu bilmenin
bir olanağı yok. Bilmenin tek yolu, ona izin vermektir. Tedirginlik ve korku o yüzden yaşanır.
Ama onu dışlayamazsın; çünkü eski olan sana henüz aradığını vermemiştir; eski sana birçok söz vermiş,
ama sözlerini yerine getirmemiştir. Esk i tanıdıktır; ama perişan haldedir. Yeni, belki rahat bozacaktır; ama
bir ihtimali barındırır. Sana ebedi mutluluğu getirebilir. O yüzden onu ne reddedebilirsin ne de kabul
edebilirsin; o yüzden yalpalarsın, titrersin. Varlığında büyük bir endişe doğar. Bu doğaldır; yanlış bir şey
yoktur. Bu her zaman böyle olmuştur ve her zaman böyle olacaktır.
Yeninin görünümünü anlamaya çalış. Dünyadaki herkes yeni olmak ister; çünkü hiç kimse eskiden tatmin
olmamıştır. Kimse eskiyle tatmin olamaz, çünkü ne olursa olsun, onu biliyorsun. Bi r kez bilindi mi, tekrar
haline geldi demektir; bir kere bilindi mi, sıkıcı, monoton hale gelmiştir. Ondan kurtulmak istersin.
Keşfetmek, macera yaşamak istersin. Yeni olmak istersin. Ama buna rağmen, yeni gelip kapıyı çaldığında,
geriye kaçar, eskide saklanırsın, ikilem budur.
Nası l yeni olacağız? Ve herkes yeni olmak istiyor! Bunun için cesarete ihtiyaç vardır ve sıradan cesarete
değil; olağanüstü cesarete ihtiyaç vardır. Dünya korkaklarla doludur ve o yüzden de insanlar gelişmeyi
durdurdu. Eğer bir korkaksan nasıl gelişirsin? Her yeni fırsatta, gözlerini kapatıyor, geri çekiliyorsun. Nasıl
gelişirsin? Nasıl varolabilirsin? Sadece "mış" gibi yaparsın.
Gelişemediğin için de, onun yerine uydurma gelişimler bulmak zorunda kalırsın. Sen gelişemezsin, ama
banka hesabın büyüyebilir, bu gerçek olanın yerine sahte bir şey koymaktır. Bunun için cesarete ihtiyaç
yoktur, o korkaklığınla mükemmel bir uyum içindedir. Banka hesabın büyür ve sen geliştiğini sanırsın.
Daha saygın olursun. Adın ve ünvanın gelişir, ve sen de geliştiğini sanırsın; sen sadece kendini
kandırıyorsun. Sen ismin de değilsin, ünvanın da. Banka hesabın senin varlığın değil. Ama varlığını
düşünmeye başlayınca titrersin, çünkü, eğer o konuda gelişmek istiyorsan bütün korkaklığını bırakmalısın.
Nası l yeni oluruz? Kendiliğimizden yeni olmayız. Yenilik öteden gelir, Tanrı'dan gelir. Yenilik varoluştan
gelir. Zihi n her zaman eskidir. Zihi n asla yeni değildir; o, biriktirilmiş geçmiştir. Yenilik öteden gelir;
Tanrının bir hediyesidir. O, öteden gelir ve öteye aittir.
Bilinmeyen ve bilinemeyen, yani ötesi içine girer. Senin içine girer çünkü sen asla mühürlenmiş ve ayrı
kalmış değilsin. Sen bir ada değilsin. Sen öteyi unutmuş olabilirsin ama o seni unutmamıştır. Çocuk, anneyi
unutmuş olabilir; ama anne çocuğu unutmaz. Parça, "ben ayrıyım" diye düşünmeye başlayabilir; ama
bütün, senin ayrı olmadığını bilir. Bütün, senin içindedir; o hâlâ seninle temas halindedir. O yüzden sen hoş
karşılamasan da, yenilik sürekli karşına çıkar. Her sabah gelir, her akşam gelir. Bi n bir ayrı yoldan gelir.
Eğer görecek gözlerin varsa, onun sürekli geldiğini göreceksin.
Varoluş, sürekli üzerine yağar ama sen geçmişinin içinde hapsolmuşsun. Sanki bir mezar içindesin.
Duyarsız olmuşsun, korkaklığın yüzünden bütün duyarlılığını yitirmişsin. Duyarlı olmak demek, yeni
hissedilecek demektir. Yeninin heyecanı, yeninin tutkusu; ve macera ortaya çıkar; ve nereye gittiğini
bilmeden, bilinmeyene doğru adım atarsın.
Zihi n bunun delilik olduğunu düşünür. Zihin, geçmişi bırakmanın makul olmadığını düşünür. Ama Tanrı,
her zaman yeni olandır. O yüzden Tanrı için geçmiş ya da gelecek zamanı kullanamayız. "Tanrı vardı"
diyemeyiz, "Tanrı varolacak" diyemeyiz. Sadece şimdiki zamanı kullanabiliriz. "Tanrı var." O her zaman
taze ve bakir. Ve o, senin içinde.
Unutma, hayatına gelen her yenilik, Tanrı'nın bir mesajıdır. Eğer onu kabul edersen dindarsın; eğer
reddedersen dindar değilsin. İnsanın biraz daha rahatlayıp, yeniyi kabul etmesi gerekir; biraz daha açık
olup, yeninin girmesine izin vermesi gerekir. Tanrı'nın içine girmesi için O'na yol ver.
Dua ya da meditasyonun bütün anlamı budur: Sen kendini açıyor ve "İçeri gir" diyorsun. "Hep seni
bekliyordum ve geldiğin için sana minnettarım." Yeniyi her zaman büyük bir coşkuyla kabul et. Bazen
yeni seni sıkıntıya soksa bile, yine de buna değer. Yeni seni bir çukura doğru yöneltse bile, yine de buna
değer. Çünkü insan ancak hata yaparak öğrenir ve ancak zorlukları aşarak gelişir. Yeni her zaman zorluk
getirecektir. Sen o yüzden eskiyi seçiyorsun; o, hiçbir zorluk getirmez. O, bir avuntudur, o, bir sığınaktır.
Ve sadece derinden ve bütün olarak kabullenilmiş yenilik seni dönüştürebilir. Sen yeniyi hayatına
sokamazsın; o gelir. Sen onu ya kabul edebilir, ya da reddedebilirsin. Eğer reddedersen, taş olarak, kapalı
ve ölü olarak kalırsın. Eğer onu kabul edersen, bir çiçeğe dönüşürsün; ve açmaya başlarsın... ve kutlama
bu açmanın kendisidir.
Sadece yeninin gelişi seni dönüştürebilir; dönüşmenin başka hiçbir yolu yoktur. Ve unutma, bunun seninle
ve çabalarınla bir ilgisi yoktur. Ancak, hiçbir şey yapmamak, eylemi bırakmak demek değildir; geçmişten
bir arzu, dürtü ya da yönlendirme olmadan hareket etmek demektir. Yeni arayışı sıradan bir arayış olamaz,
çünkü yeniliğin peşindesin; onu nasıl arayabilirsin? Onu tanımıyorsun, onunla hiç karşılaşmadın. Yeniyi
aramak, sadece ucu açık bir keşif olacaktır. İnsan bilmiyor. İnsan bilmeme haliyle başlamak zorundadır ve
çocuk gibi masum bir şekilde, olasılıkların heyecanını hissederek hareket etmeli... Ve sonsuz sayıda
olasılık vardır.
Yeniyi yaratmak için hiçbir şey yapamazsın; çünkü ne yaparsan yap, o eskinin olacaktır, geçmişe ait
olacaktır. Ama bu, eyleme son vermek anlamına gelmez: Geçmişinin güdülerini, arzularını ve
yönlendirmelerini bırakarak hareket etmektir. Geçmişten herhangi bir güdü, arzu ya da yönlendirme
almadan hareket et; ve meditasyon halinde hareket etmek budur. Anlık hareket et. Bıra k yaşanan an karar
verici olsun.
Kendi kararını empoze etme; çünkü o karar geçmişten gelecektir ve yeniyi yok edecektir. Bi r çocuk gibi,
yaşadığın an içinde hareket et. Kendini bütünüyle o anın coşkusuna bırak; ve o zaman, her gün yeni
açılımlar, yeni ışıklar, yeni kavrayışlar bulacaksın. Ve o yeni kavrayışlar seni değiştirmeye devam edecek.
B i r gün, aniden, her anının yeni olduğunu göreceksin. Artık eski etrafında dolanmaz, bir bulut gibi
çevrende dolanıp durmaz. Bi r çiğ damlası gibi genç ve taze olursun.
Dirilişi n gerçek anlamı budur. Eğer bunu anlarsan, hafızandan özgürleşirsin, psikolojik olan hafızandan.
Hafıza, ölüdür. Hafıza gerçek değildir ve asla olamaz, çünkü gerçek her zaman canlıdır; gerçek, hayattır.
Hafıza, artık varolmayan bir şeyde ısrar etmektir; hayaletler dünyasında yaşamaktır. Ama o bizi kapsar,
bizim zindanımızdır. Aslında o biziz. Hafıza düğümü atar ve "ben" denen ego karmaşasını yaratır. Ve suni
olan bu "ben" adındaki varlık, doğal olarak sürekli ölümden çok korkar. O yüzden sen de yeniden
korkarsın.
Aslında korkan bu "BEN " dir; gerçek sen değil. Varlığın korkusu yoktur, ama egoda korku vardır; çünkü
ego ölmekten çok çok korkar. O, sunidir, keyfidir, montajlanmıştır; her an dağılabilir. Ve yeni geldiği
zaman, korku oradadır. Ego korkar: dağılabilir. Bi r şekilde, kendini bir arada, tek parça halinde
tutabilmektedir ve şimdi yeni bir şey geliyor; bu tahrip edici bir şeydir. O yüzden yeniyi coşkuyla kabul
etmiyorsun. Ego, kendi ölümünü coşkuyla kabullenemez. Kendi ölümünü nasıl coşkuyla kabullensin?
Ego olmadığını anlayıncaya kadar, yeniyi kabul etmen mümkün olamaz. Egonun sadece geçmiş hafızan
olduğunu ve başka bir şey olmadığını gördüğün zaman; hafızadan ibaret olmadığını görürsün. Hafıza aynen
bir biyolojik bilgisayar gibidir: O bir makinedir, kullanışlıdır ama bir mekanizmadır. Ama sen bunun
ötesinde bir şeysin. Sen, bilinçsin, hafıza değil. Hafıza, bilinçliliğin içindeki bir katkı maddesidir; sen ise bu
bilinçliliğin ta kendisisin.
Örneğin, yolda yürürken birini görüyorsun. Yüz ü hatırlıyorsun ama ismi aklına gelmiyor. Eğer sen hafıza
olsan, ismi hatırlaman gerekirdi. Ama sen, "Yüzü tanıyorum ama ismini hatırlayamadım." diyorsun. Sonra
hafızanı çalıştırıyorsun, hafızanın içine girip, sağına soluna bakıyorsun, ve birden, bir isim kıpırdıyor ve
sen, "Evet, işte ismi bu." diyorsun. Hafıza, senin kayıtlarındır. Sen o kayıtlara bakan kişisin; kayıtların
kendisi değil.
Pek çok kere bu başına gelir; eğer bir şeyi hatırlamak konusunda fazla gerilirsen, onu hatırlaman zorlaşır.
O gerginlik yüzünden, varlığının üstündeki o baskı yüzünden, hafıza, içindeki bilgiyi sana göstermiyor.
Birini n adını hatırlamaya çalışıyorsun da çalışıyorsun, ama her ne kadar dilinin ucunda olduğunu söylesen
de gelmiyor. Bildiğini biliyorsun, ama yine de isim ortaya çıkmıyor.
Şimdi bu çok garip. Eğer sen hafızaysan, o zaman seni engelleyen kim; neden hatırlamıyorsun? Peki,
"Biliyorum ama dilimin ucunda söyleyemiyorum." diyen de kim? Sonra çabalıyorsun, ne kadar çok
çabalarsan o kadar zorlaşıyor. Sonra, artık çabalamaktan sıkılıyor ve bahçede yürüyüşe çıkıyorsun, ve
birden, bir gül ağacına bakarken, hatırlıyorsun; yüzeye çıktı.
Sen, hafızan değilsin. Sen bilinçsin; hafıza ise içerik. Ancak hafıza, egonun bütün yaşam enerjisidir.
Hafıza, tabii ki eskidir ve yeniden korkar. Yeni rahatsız edici olabilir, yeni hazmedilemez olabilir. Yeni
sorun getirebilir. Kendini değiştirmen ve tekrar değiştirmen gerekebilir. Kendini yeni baştan ayarlaman
gerekebilir. Bu da çetin bir iş gibi görünüyor. Yeni olmak için insanın kendini ego ile olan
özdeşleşlemesinden sıyırması gerekir. Kendini ego ile olan özdeşleşmenden bir kez kurtardıktan sonra,
onun ölmesi ya da yaşamasını umursamazsın. Sonuçta ister yaşasın, ister ölsün, onun zaten ölü olduğunu
biliyorsun. O sadece bir mekanizma; onu kullan, ama onun tarafından kullanılma. Ego, sürekli ölümden
korkar; çünkü türetilmiştir. O yüzden korkar. O, varlıktan doğmamıştır. Varlıktan doğamaz; çünkü varlık
hayat demektir. Hayat, nasıl ölümden korkabilir ki? Hayat ölüme ilişkin hiçbir şey bilmez; ego
derlemelerden suni olarak ortaya çıkar. Bi r şekilde, bir araya getirilir; yapaydır, uydurmadır. Ve onu
bırakmak, egonun bu ölümü, bir insanı canlı yapar. Egoda ölmek, varlıkta doğmak demektir.
Yeni, Tanrı'dan gelen bir habercidir. Yeni, Tanrı'dan gelen bir müjdedir; ilahi bir mesajdır! Yeniyi dinle,
yeniyle birlikte hareket et. Korktuğunu biliyorum; korkuya rağmen, yeniyle birlikte hareket et. Hayatın
giderek daha da çok zenginleşecek, ve bir gün, içinde hapsedilmiş olan ihtişamı ortaya çıkartabileceksin.
Sırf cesaret eksikliği yüzünden sürekli HAYATT A Bİ R ÇOK ŞEY İ KAÇIRIYORUZ . Aslında başarmak
için hiçbir çabaya gerek yok; cesaret yeter. Ve o zaman, senin kovalaman yerine, her şey sana gelmeye
başlar; en azından iç dünyada bu böyledir.
Ve bence, mutlu olmak en büyük cesarettir. Mutsuz olmak, çok korkakçadır. Aslında mutsuz olmak için
hiçbir şeye ihtiyaç yoktur. Her korkak başarabilir; her aptal bunu yapabilir. Herkes mutsuz olma
kapasitesine sahiptir; ama mutlu olmak için büyük bir cesaret gerekir. Bu , çok daha zorlu bir görevdir.
Normalde böyle düşünmüyoruz. "Mutlu olmak için ne gerekir? Herkes mutlu olmak ister." diye düşünürüz.
B u , kesinlikle yanlıştır. Herkes bunu söylemesine rağmen, mutlu olmayı isteyen insana çok ender rastlanır.
Çok az insan mutlu olmaya hazırdır... İnsanlar mutsuzluğa o kadar çok yatırım yapmıştır ki, mutsuz olmaya
bayılırlar; aslında onlar mutsuz olmaktan mutludur.
Anlaşılması gereken çok şey var. Aks i halde mutsuzluğun boyundurluğundan kurtulmak çok zor olur. İl k
olarak, kimse seni orada tutmuyor, mutsuzluk zindanında kalmaya devam etmeye sadece sen karar verdin;
kimse kimseyi tutmaz. Oradan çıkmaya hazır olan kişi, hemen şu anda oradan çıkabilir; başka kimse
sorumlu değildir. Eğer biri mutsuzsa, sorumlusu kendisidir. Ama mutsuz insan, asla sorumluluğu kabul
etmez. Mutsuz kalabilme yolu budur. "Beni bir başkası mutsuz ediyor." der.
Eğer seni bir başkası mutsuz ediyorsa, doğaldır ki, hiçbir şey yapamazsın. Ama eğer sen kendini mutsuz
ediyorsan, bir şey yapılabilir, hemen bir şey yapılabilir. O zaman, mutsuz olmak ya da olmamak tamamen
senin elindedir. İnsanlar sorumluluğu sürekli başkasına atar. Bazen karısına, bazen kocasına, bazen aileye,
bazen koşullara, çocukluğa, anneye, babaya, bazen topluma, tarihe, kadere, Tanrıya; ama her zaman bir
başka şeye atarlar. İsimler farklıdır ama hep aynı numara.
B i r insan bütün sorumluluğu kabullendiği zaman, gerçek bir insan olur... Kiş i her ne ise sorumlusu odur. İl k
cesaret, en büyük cesaret budur. Bunu kabullenmek çok zordur; çünkü zihin sürekli, "Eğer sorumlusu
sensen, neden yaratıyorsun?" diye sorar. Bundan kaçınmak için, hep başkasını sorumlu tutarız. Ne
yapabilirim? Ben çaresizim, ben kurbanım, benden çok daha üstün güçler tarafından, sağa sola
fırlatılıyorum. Ve yapacak hiçbir şeyim yok. O yüzden yapabileceğim tek şey, mutsuzluğum yüzünden
ağlamak; ve ağladıkça daha fazla mutsuz olmaktır." Ve her şey gelişir. Ne kadar uygulama yaparsan, o
kadar gelişir. O yüzden giderek daha derine iner, daha derine gömülürsün.
H iç kimse, hiçbir başka güç sana bir şey yapmıyor. Sensin; ve sadece sensin! Karma felsefesinin özü
budur: Her şeyi sen yapıyorsun. "Karma", yapmak demektir. Onu sen yaptın, ve onu çözebilecek olan da
sensin. Bunun için beklemeye, ertelemeye gerek yoktur. Zamana ihtiyaç yok; istediğin an zıplayıp dışına
çıkabilirsin. Ama, bu bizim alışkanlığımız olmuştur. Eğer mutsuz olmayı bırakırsak, kendimizi çok yalnız
hissederiz, en yakın dostumuzu kaybederiz. O bizim gölgemiz olmuştur, her yerde bizi izler. Yanında kimse
olmadığı zaman bile, en azından mutsuzluğun vardır. İnsan onunla evlenmiştir ve bu çok çok uzun bir
evliliktir; birçok yaşam boyunca mutsuzluğunla evli kalmışsındır.
Artık ondan boşanma vakti gelmiştir. Ben buna, büyük cesaret diyorum: mutsuzluktan boşanmak; insan
zihninin en eski alışkanlığını, en uzun süreli yoldaşını kaybetmesi.
SEVME CESARETİ
Korku , sevgi eksikliğinden başka bir şey değildir. Bi r şeyi sevgiyle yap, korkuyu unut. Eğer iyi seversen,
korku kaybolur.
Eğer derinden seversen, korku oluşmaz. Korku , bir olumsuzlamadır; bir yokluktur. Bunu çok çok derinden
anlamak gerekir. Eğer bunu kavrayamazsan, korkunun doğasını asla anlayamazsın. Korku , karanlık gibidir.
Karanlık yoktur, sadece varmış gibi görünür. Aslında sadece ışığın yokluğudur. Işı k vardır. Işığı çıkart;
karanlık oradadır.
Karanlık diye bir şey yoktur, karanlığı ortadan kaldıramazsın. Ne istersen yap ama, karanlığı yok
edemezsin. Onu getiremezsin, onu atamazsın. Eğer karanlıkla bir şey yapmak istiyorsan, ışıkla bir şey
yapmak zorunda kalacaksın; çünkü, ancak varolan bir şey ile ilişk i kurulabilir. Işığı kapatırsın, karanlık
olur; ışığı yakarsın, karanlık kaybolur. Ama sen ışıkla bir şeyler yapıyorsun; karanlıkla hiçbir şey
yapamazsın.
Korku , karanlıktır; sevgi yokluğudur. Korkuya ilişkin olarak hiçbir şey yapamazsın. Ve ne kadar yapmaya
çalışırsan, o kadar çok korkacaksın; çünkü giderek bunun mümkün olmadığını daha fazla hissedeceksin.
Sorun giderek daha karmaşık hale gelecek. Eğer karanlıkla savaşırsan, yenilgiye uğrayacaksın. Bi r kılıç
alıp karanlığı öldürmeye çalışabilirsin; sadece yorgunluktan tükeneceksin. Ve sonunda zihin, "Karanlık o
kadar güçlü ki, onu yenmem mümkün değil." diye düşünmeye başlayacak.
Mantığın hatalı olduğu yer burasıdır. Bu tamamen mantıklıdır; eğer karanlıkla savaşıyorsan, ve onu yok
edemediysen, onu yenemediysen, "Karanlık çok güçlü; onun karşısında çaresizim." yargısına varmak,
tamamen mantıklıdır. Ancak, gerçek bunun tam tersidir: Çaresiz olan sen değilsin, karanlığın kendisi.
Aslında karanlık orada değil; o yüzden onu yenemedin. Olmayan bir şeyi nasıl yenebilirsin?
Korkuyla savaşma. Aks i taktirde, çok daha fazla korkmaya başlarsın ve yeni bir korku varlığına girer: Çok
tehlikeli bir şey olan korku korkusu. İl k olarak, korku bir yokluktur. Bu durumda korkudan korkmak,
yokluğun yokluğundan korkmak demektir; o zaman delirmeye başlarsın.
Korku , sevginin yokluğundan başka bir şey değildir. Sevgiyle bir şey yap, korkuyu unut gitsin. Eğer iyi
seversen, korku kaybolur. Eğer derinden seversen, korku bulunmaz.
Birine, tek bir an için bile olsa gerçekten aşık olduğun zaman, ortada korku var mıydı? İk i insanın birbirini,
tek bir an için bile olsa, derinden sevdiği bir ilişkide; bir araya geldiklerinde, birbirleriyle tam uyum içinde
oldukları o anda, hiçbir zaman korku ortaya çıkmamıştır. Sanki ışı k yakılmıştır ve karanlık ortada yoktur.
Gizli anahtar budur: Daha fazla sev.
Eğer varlığında korku hissediyorsan, daha fazla sev. Sevgide cesur ol, cesaretini topla. Sevgide maceracı
ol; daha fazla sev ve koşulsuzca sev, çünkü ne kadar çok seversen, korku o kadar azalır.
Ve sevgi dediğim zaman, sevginin dört katmanının hepsini kastediyorum. Seksten, samadhi'ye kadar.
Derinden sev.
Eğer cinsel bir ilişkide derinden seversen, bedenden çok büyük bir korku kaybolacaktır. Eğer bedenin
korkuyla titriyorsa, bu seks korkusudur; derin bir cinsel ilişk i yaşamamışsındır. Bedenin titrer, bedenin
rahat ve yuvasında değildir.
Derinden sev; bir cinsel orgazm, bedendeki bütün korkuları dağıtacaktır. Tü m korkuyu dağıtır dediğim
zaman, bir yiğit olacağını söylemiyorum; çünkü yiğitler, aslında sadece amuda kalkmış korkaklardır.
Kork u kaybolacak dediğim zaman, korkaklık ve yiğitlik olmayacak demek istiyorum. Bunlar, korkunun ik i
yüzüdür.
Yiğit dediğin insanlara bir bak. Aslında onların içlerinden korktuklarını göreceksin; onlar sadece bir zırha
bürünmüşlerdir. Yiğitlik, korkusuzluk değildir; iyi korunmuş, iyi saklanmış, zırhın arkasına gizlenmiş
korkudur.
Kork u kaybolunca korkusuz olursun. Korkusuz insan, ne kimsede bir korku yaratır, ne de bir başkasının
kendinde korku yaratmasına izin verir.
Derin cinsel orgazm bedene, yuvada olma hissi verir. Bedende çok çok derin bir sağlık gerçekleşir çünkü
beden bütün olduğunu hisseder.
Sonra, ikinci adım sevgidir. İnsanları sev, koşulsuz sev. Eğer zihninde bazı koşullar varsa asla sevemezsin,
o koşullar engeller halini alır. Sevgi senin için o kadar yararlı ki, neden koşullarla uğraşasın? O kadar
faydalı, o kadar derin bir sağlıklı olma hali ki ; koşulsuz sev, karşılığında hiçbir şey isteme. Şayet insanları
severek korkusuzluğunun büyüyeceğini kavrayabilirsen, sırf bunun keyfi için seveceksin.
Normalde insanlar sadece koşulları yerine getirildiği zaman sever. "Şu şekilde olmalısın, ancak o zaman
seni severim." derler. Bi r anne çocuğuna, "Eğer yaramazlık yapmazsan seni seveceğim." der. Bi r eş
kocasına, "Ancak böyle davranırsan seni sevebilirim." der. Herkes koşullar yaratır; sevgi kaybolur.
Sevgi, sınırsı z bir gökyüzüdür! Onu koşullu, kısıtlı, dar alanların içine sıkıştıramazsın. Eğer evini
havalandırdıktan sonra, her tarafını kapatırsan; bütün kapıları, pencereleri kapatırsan, o taze hava bir süre
sonra bayatlar. Ne zaman sevgi oluşursa, o özgürlüğün bir parçasıdır. Ama o taze havayı evine getirdikten
sonra, her şey bayatlayıp kirleniyor.
T ü m insanlığın en derin sorunlarından biri budur. Bu hep bir sorun olmuştur. Aşı k olduğun zaman, her şey
güzel görünüyor; çünkü o anlarda, hiçbir koşul öne sürmüyorsun. İk i insan koşulsuz, birlikte hareket
ediyor. Ancak ilişk i yerleştikten sonra, birbirlerini kanıksamaya başladıktan sonra, koşullar dayatılmaya
başlanıyor. "Böyle olmalısın, şöyle davranmalısın; ancak o zaman severim." Sevgi bir pazarlık
konusuymuş gibi...
T ü m kalbinle sevmediğinde pazarlık yapıyorsun. Diğer kişiy i senin için bir şey yapmaya zorlamak
istiyorsun, ancak o zaman onu seveceksin; aksi halde, sevgine ihanet edeceksin. Yani, sevgini bir ceza ya
da zorlama olarak kullanıyorsun; ama sevmiyorsun. Ya sevgini geri çekiyorsun, ya veriyorsun. Ama ik i
durumda da, amaç sevgi olmuyor, başka bir şey oluyor.
Eğer bir kocaysan, eşine hediye götürüyorsun. Mutlu oluyor, sana sarılıp öpüyor ama eve bir şey
getirmediğin zaman mesafe koyuyor; sana sarılmıyor, yanına gelmiyor. Bu tip şeyler yaptığın zaman,
sevginin sadece başkalarına değil, sana faydası olduğunu unutuyorsun. Sevgi herşeyden önce sevenlere
yardımcı olur. Ancak ondan sonra sevilenlere yardım eder.
İnsanlar bana gelip, hep "O beni sevmiyor" diyor. Kimse bana gelip, "Ben onu sevmiyorum" demiyor.
Sevgi bir talebe dönüşmüş. "Eşi m beni sevmiyor." Diğer kişiy i unut; sevgi o kadar güzel bir olgu ki, eğer
sen seviyorsan, mutluluk verir.
Ve ne kadar çok seversen, o kadar sevilebilir olursun. Ne kadar az seversen ve başkalarının seni sevmesini
talep edersen, o kadar az sevilebilir olursun, giderek o kadar fazla kapanır, egonun içinde sıkışıp kalırsın.
Alıngan olursun; biri sana, sevmek için yaklaşsa bile korkarsın. Çünkü her sevgide, reddedilme ve geri
çekilme olasılığı vardır.
Kimse seni sevmiyor. Bu , senin içinde iyice yer etmiş bir düşünceye dönüşmüş durumda. Bu insan nasıl
oluyor da fikrini değiştirmeye çalışıyor? Seni sevmeye çalışıyor? Mutlaka gerçek olmayan bir şeyler
olmalı. Seni kandırmaya mı çalışıyor? Kurnaz bir dalavereci olmalı. Kendini korumalısın. Sen kimsenin
seni sevmesine izin vermiyorsun; ve sen de başkalarını sevmiyorsun. O zaman korku ortaya çıkar, o zaman
bu dünyada, yalnız kalırsın; bağların kopar.
O zaman korku nedir? Korku , varoluş ile temasın olmadığı duygusudur. Korkunun tanımı bu olsun:
Varoluş ile teması kaybetme durumu korkudur. Sen yalnız kalmış, evde ağlayan bir çocuksun. Anne, baba,
bütün aile tiyatroya gitmiş. Çocuk ise beşiğinde ağlayıp duruyor. Hiç kimseyle temas kuramıyor,
koruyacak kimsesi yok, onu kucaklayacak kimse yok, sevecek kimse yok, her tarafta engin bir yalnızlık
var. Kork u hali işte budur.
Bu böyle yaşanıyor, çünkü sevginin yaşanmasına izin vermeyecek şekilde yetiştirildin. Tü m insanlık başka
şeyler için eğitilmiştir; sevgi için değil. Öldürmek için eğitilmişizdir. Ordular var; yıllarca öldürme eğitimi
veriyor. Hesapçı olma eğitimi alıyoruz. Kolejler, üniversiteler, yıllarca eğiterek, sana hesap öğretiyor;
kimse seni aldatamasın ve sen herkesi aldat diye. Ama hiçbir yerde sevgiye izin veren bir fırsat ortaya
çıkmıyor: özgürce sevmek!
Hatta bu kadar da değil; toplum her sevgi çabasını baltalıyor. Ebeveynler çocuklarının aşık olmasından
hoşlanmaz; hiçbir baba ve hiçbir anne hoşlanmaz. Niyetleri ne olursa olsun, hiçbir baba ya da anne
çocuklarının aşık olmasından hoşlanmaz; onlar, görücü usulü evlilikleri sever.
Neden? Çünkü genç bir adam, bir kadına ya da bir kıza aşık olduğu zaman, kendi ailesinden
uzaklaşmaktadır. Yeni bir aile yaratıyor: kendi ailesini. O, eski ailesine tabii ki başkaldırıyor. "Artık ben
gidiyorum, kendi yuvamı yaratacağım." diyor. Kendi eşini seçiyor. Babanın ya da annenin, bu konuda
yapabileceği hiçbir şey yok; tamamen dışlanıyorlar.
Hayır, onlar düzenlemek isterler. "Sen bir yuva yarat, ama bizim herşeyi ayarlamamıza izin ver ki, bizim
de söz hakkımız olsun. Ve sakın aşık olma; çünkü aşık olduğun zaman, bütün dünyan ondan oluşuyor"
derler. Eğer o görücü usulü bir evlilikse, sadece toplumsal bir olay olur. Sen aşık değilsin, eşin bütün
dünyan değil, kocan bütün dünyan değil. O yüzden anlaşmalı evlilik devam ettiği sürece aile devam eder.
Ve nerede bir aşk evliliği olursa aile ortadan kayboluyordur.
Batı'da aile yok oluyor. Şimdi görücü usulü evliliğin bütün mantığını görebilirsin: Aile varolmak istiyor.
Sen yok edilirsen, aşık olma olasılığın yok edilirse, bunun bir önemi yok: aile için kurban edilmek
zorundasın. Eğer bir evlilik ayarlanmışsa, o zaman aileler birleşebilir. Eğer evlilik ayarlanmışsa, bu ailede
yüz kiş i bile yaşayabilir. Ama eğer bir oğlan ya da bir kı z birine aşık olursa, o zaman kendilerinden oluşma
bir dünya oluyorlar. Yalnız hareket etmek istiyorlar, mahremiyet istiyorlar. Etraflarında yüz kiş i olsun
istemiyorlar, amcalar, amcaların amcaları, kuzenler, kuzenlerin kuzenleri; onlar etraflarında böyle bir
piyasa oluşsun istemiyor. Kendi özel dünyalarına sahip olmak istiyorlar; bu da rahatsız edici oluyor.
Aile, sevgiye karşıdır. Ailenin sevgi kaynağı olduğunu duymuş olmalısın ama ben sana diyorum ki, aile
sevgiye karşıdır. Aile, sevgiyi öldürerek varolmuştur; sevginin gerçekleşmesine izin vermemiştir.
Toplum, aşka izin vermez; çünkü eğer bir insan, derin bir aşk içindeyse, o etki altında bırakılamaz. Onu
savaşa yollayamazsın. "Ben olduğum yerde mutluyum. Beni nereye yolluyorsunuz? Neden gidip evlerinde
mutlu olan yabancıları öldüreyim? Hiçbir anlaşmazlığımız, çıkar çatışmamız yok..." diyecektir.
Eğer genç nesil sevgi yolunda giderek daha da çok derinleşirse savaşlar ortadan kaybolacak; çünkü savaşa
gidecek yeterli sayıda akılsız insan bulamayacaksın. Eğer seversen, hayattan bir şeyin tadına bakmış
olursun, o zaman ölümü ve insanları öldürmeyi sevmezsin. Ama eğer sevmediysen, hayata ait bir şeyin
tadını almadıysan, ölümü seversin.
Kork u öldürür; öldürmek ister. Kork u yıkıcıdır. Sevgi yaratıcı enerjidir; sevdiğin zaman yaratmak istersin,
şarkı söylemek, resim yapmak ya da şiir yazmak istersin. Ama süngü takıp ya da atom bombası alıp, hiç
tanımadığın insanları, hiçbir şey yapmamış, senin tanımadığın ve seni tanımayan insanları öldürmek için
gitmezsin.
Dünyaya tekrar sevgi getirdiğin zaman, bütün savaşlar geride kalacaktır. Politikacılar sevmeni istemiyor,
toplum sevmeni istemiyor, aile sevmene izin vermiyor. Te k yapmak istedikleri, sevgi enerjini kontrol
etmek; çünkü varolan tek enerji o. O yüzden korkuyorlar.
Eğer beni iyi anlıyorsan, bütün korkuları bırak ve daha fazla sev; ve koşulsuz olarak sev. Sevdiğin zaman,
diğeri için bir şey yaptığını düşünme; kendin için bir şey yapıyorsun. Sevmek senin için iyidir, o yüzden
bekleme, başkaları sevdiği zaman seveceğini söyleme; çünkü amaç bu değil.
Bencil ol. Sevgi bencildir. İnsanları sev; bu sana tatmin verecektir, bu sayede daha fazla kutsanacaksın.
Sevgi derinleşince korku kaybolur; sevgi ışıktır, korku ise karanlık.
Ve sonra sevginin üçüncü safhası vardır: dua. Kiliseler, dinler, tarikatlar, sana dua etmeyi öğretir.
Ama aslında, seni dua etmekten alıkoyarlar; çünkü dua kendiliğinden oluşan bir olgudur, öğretilemez. Eğer
sana çocukluğunda dua etmek öğretildiyse, yaşayabileceğin çok güzel bir deneyim elinden alınmış
demektir; dua kendiliğinden olan bir şeydir.
Sana çok sevdiğim bir hikâye anlatacağım. Leo Tolstoy küçük bir hikâye yazmış: Rusya'nın belirli bir
bölgesinde bir göl varmış ve bu göl, üç aziz yüzünden ünlü olmuş. Bütün ülkenin ilgisini çekmiş. Binlerce
insan, o üç azizi görmek için ülkenin dört bir yanından o göle gidiyormuş.
Ülkenin başpiskoposu korkmuş. Ne oluyordu, bu 'azizleri' daha önce hiç duymamıştı, kilise tarafından
onaylanmamışlardı, onları kim aziz yapmıştı? Hıristiyanlık dünyanın en aptalca işlerinden birini yapıyor:
Sertifika veriyor, "Bu adam bir aziz" diyorlar. Sanki bir adamı sertifikayla aziz yapabilirmişsin gibi!
Ama insanlar çılgın gibiydi ve sürekli mucizeler olduğuna dair haberler geliyordu. O yüzden piskoposun
gidip durumu yerinde görmesi gerekiyordu. O üç yoksul insanın yaşadığı adaya gitmek için tekneye bindi.
Onlar basit, yoksul insanlardı, ama çok mutluydular; çünkü, aslında tek bir yoksulluk vardır, o da
sevemeyen kalbin yoksulluğu. Bu insanlar fakirdi, ama çok zengindi; bulabileceğin en zengin insanlardı.
B i r ağacın altında mutlu bir şekilde oturmuş, gülüyor, keyif çatıyorlardı. Piskoposu görünce önünde
eğildiler. Ve piskopos sordu: "Burada ne yapıyorsunuz? Büyü k birer aziz olduğunuza dair dedikodular var.
Nası l dua edileceğini biliyor musunuz?" Piskopos bu üç kişiy i gördüğü an, onların eğitimsiz olduğunu
anlamıştı, hatta biraz aptallardı; mutlu ama aptal.
Adamlar birbirine baktı, "Üzgünüz efendim, kilisenin onayladığı doğru duaları bilmiyoruz, çünkü cahiliz;
ama kendimiz bir dua yarattık, bizim yarattığımız bir şey. Eğer kızmazsanız size gösterebiliriz"
Piskopos meraklanmış. "Evet, nasıl ibadet ettiğinizi bana gösterin." demiş. Bunun üzerine adamlar
anlatmış. "Düşündük, taşındık, ama biz iyi birer düşünür değiliz; aptal, cahil köylüleriz. Sonra basit bir dua
üzerine karar kıldık. Hıristiyanlıkta Tanrı üçlü olarak görülür. Baba Tanrı, Oğlu ve Kutsal Ruh. Bi z de üç
kişiyiz . O yüzden şöyle bir dua yarattık; sen üçsün, biz üçüz, bize merhametini göster. Duamız bu. Bi z
üçüz, sen üçsün, bize merhametini göster."
Piskopos çok sinirlenmiş, burnundan soluyormuş. "B u ne saçmalık. Ben hayatımda böyle bir dua
duymadım, buna hemen bir son verin; bu şekilde aziz olamazsınız, sadece aptalsınız." Adamlar ayaklarına
kapanmış ve "Bize gerçek, orijinal duayı öğret" demiş.
Piskopos onlara, Ru s Ortodoks Kilisesinin onaylanmış duasını söylemiş. Çok uzun, karmaşık, cafcaflı bir
dua. Üç adam birbirine bakmış. Bunu hatırlamaları imkansızmış; cennetin kapıları onlara kapanmıştı.
"Lütfen bir kere daha söyle; çünkü çok uzun ve bizler cahiliz."demişler. Piskopos tekrar etmiş. "Bi r kere
daha söyleyin efendim, çünkü unuturuz, yanlış bir şey söyleriz." Piskopos bir daha söylemiş. Adamlar
piskoposa kalpten teşekkür etmiş ve piskopos da, bu üç aptal insanı kiliseye kazandırdığı için kendini iyi
hissetmiş.
Teknesiyle geri dönerken, gölün ortasında gözlerine inanamamış. O üç insan, o aptal insanlar, suyun
üstünde koşuyormuş. "Durun" Bi r kere daha! Yine unuttuk! "
Piskopos gözlerine inanamamış. Onların ayaklarına kapanmış ve "Beni affedin; si z bildiğiniz gibi dua
etmeye devam edin" demiş.
Üçüncü sevgi enerjisi, duadır. Dinler, kurumsallaşmış kiliseler, bunu yok etmiştir. Onlar sana önceden
hazırlanmış dualar sunmuştur. Dua kendiliğinden oluşan bir histir. Dua ederken bunu hatırla; bırak duan
kendiliğinden oluşan bir şey olsun. Eğer duan bile içten olmuyorsa, ne içten olabilir? Eğer Tanrıyla
birlikteyken bile, önceden hazırlanmış şeyleri kullanıyorsan, ne zaman içten, doğal ve gerçek olacaksın?
Söylemek istediğin şeyleri söyle. Tanrı ile sanki bilge bir dostla konuşuyormuşsun gibi konuş; ama sakın
resmiyet katma. Resmi bir ilişki, ilişk i bile sayılmaz. Tanrı ile de mi resmi olacaksın? Tü m doğallığı
yitirirsin.
Duana sevgi kat. O zaman konuşabilirsin. Bu çok güzel bir şey; evrenle diyalog kurmak.
H iç gözlemledin mi; eğer gerçekten içten olursan, insanlar seni deli olarak görecektir. Eğer bir ağaca gidip
konuşmaya başlarsan, bir çiçekle, bir gülle konuşursan, insanlar deli olduğunu sanır. Eğer kiliseye gidip,
bir haçla ya da heykelle konuşursan, kimse deli olduğunu düşünmez; aksine dindar olduğunu söyler.
Tapınaktaki bir taşla konuşuyorsun ve herkes dindar olduğunu düşünür; çünkü onaylanmış şekil budur.
Eğer herhangi bir taş heykelden daha canlı, daha kutsal olan bir gülle konuşursan, eğer hiçbir kökü
olmayan haç yerine, kökleri Tanrı'ya ulaşan bir ağaçla konuşursan... Haçın kökü yoktur, o ölü bir şeydir, o
yüzden öldürür de. Ağaç canlıdır; kökleri toprağın derinliklerinde, dalları gökyüzündedir. Bütüne bağlıdır;
güneşin ışıklarıyla, yıldızlarla bir bütündür. Ağaçlarla konuş; kutsal olanla temas noktası olabilir.
Ancak eğer böyle konuşursan, insanlar deli olduğunu sanır, içtenlik delilik gibi görülür. Resmiyet sağlık
olarak görülür; aslında gerçek bunun tam tersidir. Bi r tapınağa girip ezberlediğin bir duayı tekrar
ediyorsan, sadece bir aptalsın. Kalpten kalbe bir konuşma yap. Dua çok güzeldir; onun sayesinde çiçek
açmaya başlarsın.
Dua aşık olmaktır; bütüne aşık olmaktır. Bazen bütüne kızar ve konuşmazsın; bu güzeldir.
"Konuşmayacağım. Bu kadar yeter. Sen beni dinlemiyorsun." dersin. Ne güzel bir hareket; ölü değil. Ve
bazen, duayı tamamen bırakırsın; çünkü dua edersin ve Tanrı seni dinlemiyordur. Derinden bağlı olduğun
bir ilişk i olduğu için kızıyorsun; bazen kendini iy i hissediyor, minnet duyuyorsun, bazen de
önemsemediğini hissediyorsun. Bıra k o böyle, yaşayan bir ilişk i olsun. O zaman dua gerçektir. Eğer bir
gramofon gibi her gün aynı şeyi tekrar edersen, o zaman dua olmaz.
Çok hesapçı bir avukat varmış. Her gece yatağına yatmadan önce gökyüzüne bakıp, "Aynısından: tıpkı
diğer geceler gibi." deyip yatarmış. Sadece bir kere dua etmiş. Hayatındaki il k dua; ve sonra hep,
'aynısından'. Sanki hukuki bir olaymış gibi aynı duayı tekrar etmenin anlamı ne? İster aynısından de, ister
hepsini tekrar et. İkis i de aynıdır.
Dua, yaşanan bir deneyim olmalı, kalpten kalbe bir diyalog olmalı. Ve bir süre sonra, eğer gerçekten
kalpten konuşuyorsan, sadece konuştuğunu hissetmezsin, karşılığı da oradadır. O zaman dua kendini bulur;
olgunlaşır. Karşılığı hissettiğin zaman, yalnız sen konuşmazsın; eğer bir monolog ise hâlâ dua değildir. Eğer
diyalog olursa sadece konuşmaz, aynı zamanda dinlersin.
Ve sana derim ki, tüm varoluş karşılık vermeye hazır. Kalbin bir kez açıldığında, bütün sana karşılık verir.
Dua kadar güzel bir şey yoktur; hiçbir sevgi dua kadar güzel olamaz. Nası l hiçbir seks, sevgi kadar güzel
olamazsa, hiçbir sevgi de dua kadar güzel olamaz.
Sonra bir de dördüncü safha var. Ben buna meditasyon diyorum. Orada diyalog da kayboluyor. Orada
sessizlik içinde diyalog kuruyorsun. Kelimeler kayboluyor çünkü kalp gerçekten dolup taştığında
konuşamazsın. Kalp dolup taşınca, ancak sessizlik iletişim kurma aracı olabilir. Çünkü o zaman, "diğer"
yoktur. Sen evrenle bir olursun. Ne bir şey söylersin, ne bir şey dinlersin: sen evrenle, bütünle, bir olanla
bütünleşirsin. Tam bir bütünlük: Meditasyon budur.
Bunlar sevginin dört safhasıdır ve her safhada korkunun kaybolması gerçekleşecektir. Eğer seks güzel
yaşanırsa, beden korkusu ortadan kaybolacaktır; beden, nevrotik olmayacaktır. Normal olarak, binlerce
beden gözlemledim. Onlar nevrotik, delirmiş bedenler; tatmin olmamış, yuvasına varmamış.
Eğer sevgi gerçekleşirse, zihindeki korku ortadan kaybolacaktır. O zaman özgür, dingin ve kendini yuvada
hissettiğin bir hayatın olacak. Ne bir korku gelecek, ne de bir kabus.
Eğer dua gerçekleşirse, o zaman korku tamamen ortadan kaybolacak. Çünkü dua sayesinde bir olursun;
bütünlükle derin bir duygu birlikteliği hissedersin. Ruhundaki korku kaybolur; ölüm korkusu sadece dua
ettiğin zaman ortadan kaybolur, ondan önce değil.
Meditasyon yaptığın zaman ise korkusuzluk bile ortadan kaybolur. Kork u kaybolur, korkusuzluk kaybolur.
Hiçbir şey kalmaz. Ya da sadece hiçlik kalır. Engin bir saflık, bekaret, masumiyet.
İLİŞKİ DEĞİL, BİR VAROLUŞ DURUMU
Sevgi bir ilişk i değildir. Sevgi bir varoluş durumudur ve bir başkasıyla hiçbir ilgisi yoktur. İnsan sevmez,
insan sevgi olur. Ve tabii insan sevgi olduğu zaman sever de. Ama bu bir sonuçtur, bir yan üründür,
kaynak değil. Kaynak, insanın sevgi olmasıdır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cesaret os
Short Storycesaret Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin. Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler.