Peki kim sevebilir? Doğal olarak, eğer kim olduğunun farkında değilsen, sevgi olamazsın; korku olursun.
Korku , sevginin tam karşıtıdır. Unutma, insanların düşündüğü gibi sevginin karşıtı nefret değildir. Nefret,
amuda kalkmış sevgidir, sevginin karşıtı değil. Sevginin gerçek karşıtı korkudur. İnsan sevgiyle büyür,
korkuyla küçülür. İnsan, korku olunca kapanır, sevgide açılır. İnsan, korkuda şüphe duyar, sevgide
güvenir. İnsan korkuda yalnız kalır, sevgide ise kaybolur; o yüzden de yalnızlık gibi bir durum söz konusu
olmaz. İnsan yoksa, nasıl yalnız olabilir? Çünkü sevgi varken, bütün bu ağaçlar, kuşlar, bulutlar, güneş ve
yıldızlar senin içindedir. Sevgi, kendi içsel gökyüzünün farkına vardığın zaman yaşanır.
Küçük bir çocukta korku yoktur; çocuklar korkusuz doğmuştur. Eğer toplum onlara yardımcı olup,
korkusuz kalmalarını sağlayabilirse; ağaçlara, dağlara tırmanmalarına, okyanuslarda ve nehirlerde
yüzmelerine yardım edebilirlerse... eğer toplum onların maceraperest olmaları ve bilinmeyenin peşinde
koşmaları için elinden gelen her türlü katkıyı yapabilirse; eğer toplum küçük çocuklara ölmüş inançlar
aşılamak yerine onlarda büyük bir merak duygusu yaratabilirse... o zaman çocuklar büyük aşıklara
dönüşür, hayat aşıklarına dönüşürler. Ve gerçek din budur. Sevgiden daha yüksek bir din yoktur.
Meditasyon yap, dans et, şarkı söyle ve kendi içinde giderek daha çok derine in. Kuşların ötüşünü daha
dikkatli dinle. Çiçeklere hayranlıkla, hayretle bak. Bilgil i olmaya çalışma, her şeyi etiketlemeye çalışma.
Bilgil i olmak, herşeyi etiketlemenin, kategorize etmenin yüce sanatıdır. İnsanlarla tanış, insanlarla kaynaş,
mümkün olduğunca fazla insanla birlikte ol çünkü her bir insan Tanrı'nın başka bir yüzünü ifade eder.
İnsanlardan öğren. Korkma, bu varoluş senin düşmanın değil. Bu varoluş senin annen gibidir, bu varoluş
seni her yoldan desteklemeye hazırdır. Güven; ve içinde bir enerjinin yükseldiğini hissedeceksin. Bu enerji
sevgidir. Bu enerji tüm varoluşu kutsamak ister çünkü o enerjinin içinde insan kendini kutsanmış hisseder.
Ve eğer sen kendini kutsanmış hissediyorsan, bütün varoluşu kutsamaktan başka ne yapabilirsin?
Sevgi, bütün varoluşu kutsamak için duyulan derin arzudur.
BU PASTA ÇOK LEZZETLİ
Sevgi çok nadirdir. Bi r insanın gönlüne ulaşmak büyük bir devrim yaşamaktır; çünkü eğer bir insanın
gönlüne ulaşmak istiyorsan, o kişiye de senin gönlüne ulaşma olanağını sunman gerekir. O zaman
savunmasız olursun, tamamen açılır ve korunmasız kalırsın.
Bu risklidir. Bi r başkasının gönlüne ulaşmasına izin vermen riskl i ve tehlikelidir çünkü o kişinin sana ne
yapacağını bilemezsin. Bütün sırlarını öğrendikten, bütün gizlediklerin açığa çıktıktan, kendini tamamen
açığa çıkarttıktan sonra diğer insanın ne yapacağını asla bilemezsin. Kork u oradadır. Zaten o yüzden
kendimizi hiç açmayız.
Sadece tanışıklık olan bir şeyi sevginin gerçekleşmesi gibi yorumlarız. Çeperler buluşur ve biz tanıştığımızı
zannederiz. Sen çeperin değilsin. Aslında çeper senin bittiğin sınırdır, sadece etrafında oluşmuş olan çittir.
O sen değilsin! Çeper senin bittiğin ve dünyanın başladığı noktadır.
Yıllarca birlikte yaşamış olan karı kocalar bile sadece tanışıklık yaşamış olabilir. Belk i birbirlerini
gerçekten tanımamışlardır. Biriyl e ne kadar uzun süre birlikte yaşarsan, onun gönlüyle hiç tanışmamış
olduğunu o kadar çok unutursun.
O yüzden anlaşılması gereken il k şey, tanışıklığı sevgi olarak görmemektir. Sevişiyor olabilirsin, cinsel
yakınlığın olabilir ama seks de çepere aittir. Gönüller buluşmadığı sürece seks sadece ik i bedenin bir araya
gelmesinden ibaret olur. Ve ik i bedenin bir araya gelmesi sizin buluşmanız demek değildir. Seks de
tanışıklık olarak kalır; fiziksel, bedensel ama hâlâ sadece bir tanışıklık. Birini n senin gönlüne girmesine
ancak korkmadığın zaman, korku yaşamadığın zaman izin verirsin.
İ k i tür yaşam vardır: korku yönelimli ve sevgi yönelimli. Kork u yönelimli yaşam seni asla derin bir ilişkiye
götürmez. Korkmaya devam eder ve diğerine asla izin veremezsin. Onun, senin özüne ulaşmasına asla izin
veremezsin. Ona bir ölçüye kadar izin verirsin ve sonra duvar oluşur ve her şey durur.
Sevgi yönelimli insan gelecekten korkmayan insandır. Sonuçlardan ve olası bedellerden korkmaz, şimdi ve
burada yaşar. Sonuçları kafana takma; bu, korku yönelimli zihinlere ait bir şeydir. Sonunda neler olacağını
düşünme. Burada ol ve tüm benliğinle davran. Hesapçı olma. Kork u yönelimli insan sürekli hesap yapar,
planlar, düzenler ve koruma duvarları oluşturur. Bu şekilde tüm hayatını heba eder.
Yaşl ı bir Zen rahibi hakkında bir hikaye duydum: Ölüm döşeğindeymiş. Son günü gelmiş ve o akşam artık
öleceğini ilan etmiş. O yüzden müritleri, havarileri ve arkadaşları gelmeye başlamış. Onu seven çok insan
varmış ve hepsi gelmek istiyormuş. Çok uzaklarda olanlar bile gelmiş.
En eski müritlerinden biri ustasının ölmek üzere olduğunu duyunca hemen pazara koşmuş. Bir i sormuş:
"Usta kulübesinde ölüyor, sen neden pazara gidiyorsun?" Esk i mürit yanıtlamış: "Ustamın özel bir çeşit
pastayı çok sevdiğini biliyorum. Gidip ona o pastadan alacağım."
Pastayı bulmak hiç kolay olmamış ama akşam üstü bir şekilde bulmuş ve elinde pastayla kulübeye koşmuş.
Kulübede herkes endişeliymiş. Sanki Usta birini bekliyor gibiymiş. Gözlerini açıp etrafı taradıktan sonra
tekrar kapatıyormuş. Mürit, kulübeye gelince hemen sormuş: "Tamam, sonunda geldin. Pasta nerede?"
Mürit pastayı çıkartmış. Usta pastayı sorduğu için de çok mutlu olmuş.
Ölmek üzere olan Usta pastayı eline almış... ancak eli titremiyormuş. Çok yaşlı olmasına rağmen elleri
titremiyormuş. O yüzden biri sormuş: "Bu kadar yaşlısın ve ölmek üzeresin. Yakında son nefesini
vereceksin ama ellerin bile titremiyor."
Usta yanıtlamış: "Ben asla titremem çünkü korkum yok. Bedenim yaşlanmış olabilir ama ben hâlâ gencim
ve bedenim geride kaldıktan sonra bile genç olarak kalacağım."
Sonra pastadan bir lokma alıp çiğnemeye başlamış. O sırada biri sormuş: "Son sözün ne olacak,Usta?
Yakında aramızdan ayrılacaksın. Neyi hatırlamamızı istersin?" Usta gülümsemiş: "Ah, bu pasta çok
lezzetli!" Şu anda, burada yaşayan adam budur: Bu pasta çok lezzetli! Ölüm bile önemsiz. Bi r sonraki an
anlamsız. Bu anda, bu pasta çok lezzetli. Eğer bu anın içinde olabiliyorsan, şimdiyi bu an içinde her şeyiyle
yaşayabiliyorsan, ancak o zaman sevebilirsin.
Sevgi nadiren açan bir çiçektir. Sadece arada bir gerçekleşir. Milyonlarca insan sevgili oldukları yanlış
inancına kapılmıştır. Onlar sevdiklerine inanıyor ancak bu yalnızca onların inancı.
Sevgi nadiren açan bir çiçektir. Arada bir olur. Nadirdir çünkü ancak korkunun olmadığında
gerçekleşebilir, daha önce değil. Yani sevgi ancak derin ruhsallığa sahip, dindar birinin başına gelebilir.
Seks herkes için mümkündür. Tanışıklı k herkes için mümkündür. Sevgi değil.
Korkmadığın zaman saklayacak bir şeyin yoktur; ancak o zaman bütün sınırları kaldırıp açık bir insan
olabilirsin. Ancak o zaman bir başka insanı kendi gönlünün derinliklerine ulaşması için davet edebilirsin.
Ve unutma; eğer birinin gönlünün derinliklerine girmesine izin verirsen, o biri de senin kendi gönlünün
derinliklerine girmene izin verecektir. Güven yaratılmıştır. Sen korkmadığın zaman diğeri de korkusuz
olur.
Senin sevginde her zaman korku vardır. Koca karısından korkar, kadın kocasından korkar. Sevgililer
sürekli korkar. O zaman yaşanan sevgi olmaz. Yaşananlar sadece birbirine dayanan ik i korku dolu insanın
arasında yapılmış olan bir düzenlemedir. Kavga, sömürü, manipülasyon, kontrol, hükmetmek, sahiplenmek
vardır ama bu sevgi değildir.
Eğer sevginin oluşmasına izin verirsen duaya ihtiyaç kalmaz, meditasyona ihtiyaç kalmaz; herhangi bir
kilise ya da tapınağa ihtiyaç kalmaz. Eğer sevebiliyorsan, Tanrı'yı tamamen unutabilirsin. Çünkü sevgi
sayesinde her şeyi yaşamış olacaksın: meditasyonu, duayı, Tanrı'yı. İsa, "Sevgi Tanrı'dır" derken bunu
kastediyor.
Ancak sevgi zordur. Korkunun geride bırakılması gerekir. İşi n garip tarafı da bu; kaybedecek hiçbir şeyin
olmamasına rağmen bu kadar korkuyor olman.
Kabir isiml i mistik bir yerde şöyle söylemiştir: "İnsanlara bakıyorum. Çok korkuyorlar, nedenini
anlamıyorum çünkü kaybedecek hiçbir şeyleri yok. Onlarınki, tıpkı çıplak olmasına rağmen elbiselerini
nerede kurutacağını bilemediği için nehirde yıkanmaktan korkan birisinin durumuna benziyor." Senin de
durumun bu; çıplaksın, hiç elbisen yok ama sürekli elbiseler için endişeleniyorsun.
Kaybedecek neyin var? Hiçbir şey. Ölüm bu bedenini elinden alacak; ölüm onu almadan önce, onu
sevgiye ver. Her şeyin elinden alınacak; alınmadan önce neden onları paylaşmıyorsun? Ona sahip olmanın
tek yolu bu. Eğer paylaşıp verebiliyorsan, efendi sensin. Zaten elinden alınacak; hiçbir şeyi sonsuza dek
elinde tutamazsın. Ölüm her şeyi yok edecektir.
Eğer beni doğru anladıysan mücadelenin ölümle sevgi arasında olduğunu anlarsın. Eğer verebiliyorsan bir
ölüm olmayacak. Senden bir şey alınmadan önce sen onu çoktan vermiş, onu hediye etmiş olacaksın. O
zaman ölüm olamaz. Seven birisi için ölüm söz konusu değildir. Sevmeyen biri için her an ölüm demektir
çünkü sürekli ondan bir şeyler kopartılmaktadır. Bedeni kayboluyor, her anı kaybediyor. Ve sonra bir de
ölüm gelecek ve her şey yok olacak.
Neden korkuyorsun? Neden bu kadar korkuyorsun? Hakkındaki her şey biliniyor olsa bile, açık bir kitap
olsan bile neden korkuyorsun? Sana nasıl zarar verebilirler? Bunlar sahte kavramlardır, toplumun neden
olduğu şartlandırmalardır. Toplum her şeyi gizlemen gerektiğini, kendini korumak zorunda olduğunu,
sürekli mücadele içinde olman gerektiğini, herkesin düşmanın olduğunu ve herkesin sana karşı olduğunu
söyleyip durur.
H iç kimse sana karşı değil! Birini n sana karşı olduğunu hissetsen bile, o bile, sana karşı değildir. Çünkü
herkes kendisiyle ilgilenmektedir, seninle değil. Korkacak bir şey yok. Gerçek bir ilişkinin oluşması için
önce bunun hayata geçirilmesi gerekiyor. Korkacak hiçbir şey yok.
Bu konu üzerinde iyice bir düşün. Sonra başkalarının sana nüfuz etmesine izin ver, onları içeri davet et.
Hiçbir yerde bir engel yaratma. Bi r koridor ol; her zaman açık, kilitsi z ve kapısız ol. Üzerinde kapalı bir
kapı olmasın. O zaman sevgi mümkün olabilir.
İ k i gönül buluştuğunda sevgi oradadır. Ve sevgi simyasal bir olgudur; tıpkı hidrojen ve oksijen bir araya
geldiğinde su gibi yeni bir şeyin yaratılması gibi. Hidrojenin olabilir, oksijenin olabilir ama eğer susamışsan
bunlar hiçbir işine yaramayacak. İstediğin kadar oksijene, istediğin kadar hidrojene sahip olabilirsin ama
susuzluğunu gideremezsin.
İ k i gönül bir araya geldiği zaman yeni bir şey yaratılır. Bu yeni şey sevgidir. Ve tıpkı su gibi, birçok
hayatın susuzluğunu giderir. Birden doyarsın. Bu , sevginin görünür işaretidir; sanki her istediğini elde
etmiş gibi tatmin olursun. Artık ulaşılacak bir hedef kalmamıştır; amacına ulaşmışsındır. Başka bir hedef
yok, yazgını gerçekleştirdin. Tohum bir çiçeğe dönüştü, mutlak olgunluğuna erişti.
Sevginin görünür işareti derin bir tatmin hissidir. Bi r insan sevdiği zaman derin bir tatmin yaşar. Sevgi
gözle görünmez ancak kişinin çevresindeki o huzur, derin tatmin duygusu görünebilir her nefesinde, her
hareketinde tüm varlığı mutluluğa ulaşmıştır.
Sevginin seni arzusuz yaptığını söylersem şaşırabilirsin ama arzu tatminsizlikten ortaya çıkar. Sahip
olmadığın için arzularsın. Arzu edersin çünkü eğer o şeye sahip olursan seni tatmin edeceğini düşünürsün.
Arzu, tatminsizlikten ortaya çıkar.
Sevgi olduğu zaman; ik i gönül buluşup, kaynaşıp, bütünleştiği zaman yeni bir simyasal nitelik doğar ve
tatmin oluşur. Sanki tüm varoluş durmuş gibidir, hareketsiz. O zaman yaşanan an, varolan tek an olur. İşte
o zaman "Bu pasta çok lezzetli" dersin. Sevgiyi yaşayan bir insan için ölüm bile herhangi bir şey ifade
etmez.
SINIRLARI OLMAYAN BİR DÜNYA
Sevgi, sınırları olmayan bir dünyaya, sonsuz bir dünyaya açılan kapıdır. Sevgi başlar ama asla bitmez; bir
başlangıcı vardır ama bitişi yoktur.
B i r şeyi unutma: Normalde zihin müdahale eder ve sevginin kendi sonsuzluğuna ve alanına izin vermez.
Eğer bir insanı gerçekten seviyorsan ona sonsuz alan verirsin. Senin varlığın, onun içinde büyüyeceği,
birlikte büyüyeceğiniz bir alandan ibarettir. Zihi n devreye girer ve ona sahip olmaya çalışır. O zaman sevgi
yok olur. Zihi n çok aç gözlüdür. Zihi n açgözlülüktür. Zihi n çok zehirlidir. O yüzden eğer biri sevgi
dünyasına adım atmak istiyorsa, zihnini geride bırakmak zorundadır. Zihnin müdahalesi olmadan yaşamak
zorundadır. Zihin, kendi alanında kullanıldığı zaman iyidir. Pazar yerinde ona ihtiyaç duyulur ama sevgide
değil. Bi r bütçe hazırlamaya çalışırken işe yarar ama iç dünyada derinleşmek için ona ihtiyaç yoktur.
Matematik için zihne ihtiyaç vardır; meditasyon için yoktur. Zihnin kendi kullanım alanı vardır ama bu
kullanışlılık sadece dış dünya içindir. İç dünyayla hiçbir ilgisi yoktur. O yüzden daha fazla sev. Şartsız sev.
Sevgi ol. Bi r koridor ol. Sevgiyi yaşa.
Kuşlar ve ağaçlar, dünya ve yıldızlar, kadınlar ve erkekler. Herkes anlıyor. Siyah ve beyaz, sadece tek bir
dil var ve bu dil de evrenin dilidir. Bu dil sevgidir. O yüzden bu dil ol. Ve sen sevgi olduğun zaman,
sınırları olmayan yepyeni bir dünya senin için açılacaktır.
Sakın unutma, insanların kapalı olmasına neden olan şey zihindir. Zihi n açıklıktan çok korkar çünkü zihin
ancak korkunun olduğu yerde varolabilir. Bi r insan ne kadar korkusuzsa, zihnini o kadar az kullanır. Bi r
insan ne kadar korkarsa zihnini o kadar fazla kullanır.
Korktuğun zaman, kaygı duyduğun zaman, seni rahatsız eden bir şey olduğu zaman zihnin hemen
odaklandığını gözlemlemiş olabilirsin. Kaygı duyduğun zaman zihin çok fazla öne çıkar. Kaygı olmadığı
zaman zihin geri çekilir.
Her şey yolunda giderken ve korku yokken zihin geri planda kalır. Ancak bir şeyler ters gitmeye başladığı
zaman zihin hemen öne atlar ve liderliği ele alır. Tehlike yaşandığı zaman lider olur. Zihi n tıpkı
politikacılar gibidir. Adolf Hitler, otobiyografisi olan Mein Kampf da, "Eğer liderlikte kalmak istiyorsan
ülkeyi korku altında tutmalısın. Sürekli komşu ülkelerin saldırı hazırlığı içinde olduğuna, saldırmak için
hazırlanan ülkeler olduğuna dair dedikodular yaymalısın." diye yazmıştı.. İnsanlara huzur verme çünkü
huzurlu toplumlar politikacıları önemsemez. İnsanlar gerçekten huzurluysa, politikacılar anlamsız olur.
Eğer insanları sürekli korku içinde tutarsan politikacı güçlü olur.
Ne zaman bir savaş olsa, politikacılar büyük insanlara dönüşür. Churchill, Hitler, Stalin ya da Mao;
bunların hepsi savaşların birer ürünü. Eğer İkinci Dünya Savaşı yaşanmasaydı ne Winston Churchill, ne
Hitler, ne de Stalin olurdu. Savaş, topluma hükmetme, lider olma fırsatı sunar, ortam yaratır. Zihnin
politikası da tam olarak aynıdır.
Meditasyon, zihnin giderek daha az şey yapacağı bir ortam yaratmaktan başka bir şey değildir. O kadar
korkusuz, o kadar sevgi dolu, o kadar huzurlusun ki... Yaşanan olay seni o kadar tatmin ediyor ki, zihnin
söyleyecek bir şeyi kalmıyor. O zaman zihin giderek geriye çekiliyor, arkada kalıyor ve aradaki mesafe
artıyor. Bi r gün zihin tamamen geride kalıyor ve o zaman sen evren oluyorsun. O zaman artık bedeninle
sınırl ı kalmıyorsun, hiçbir şey içinde hapis kalmıyor saf bir boşluk oluyorsun.
Tanrı işte budur. Tanrı saf boşluktur.
Sevgi bu saf boşluğa giden bir yoldur. Sevgi araçtır ve varılacak yer de Tanrı.
KORKA N İNSANLAR , BÜYÜ K Bİ R SEVG İ KAPASİTESİN E SAHİ P OLA N İNSANLARDIR . Korku ,
sevginin olumsuz bir yüzüdür. Eğer sevginin akmasına izin verilmezse, korkuya dönüşür. Eğer sevgi
akışına engel olunmazsa korku ortadan kaybolur. O yüzden sadece sevgi yaşanan anlarda korku bulunmaz.
Eğer bir insanı seversen birden korku ortadan kalkar. Sevgililer, korkusuz olan tek insanlardır; ölüm bile
sorun yaratmaz. Sadece sevgililer engin bir dinginlik ve korkusuzluk içinde ölebilir.
Ancak, her zaman ne kadar çok seversen, o kadar çok korku hissediyorsun. O yüzden kadınlar
erkeklerden daha fazla korku hisseder, çünkü kadınların sevgi potansiyeli daha fazladır. Bu dünyada
sevgini hayata geçirmek için karşında çok az fırsat olduğundan, bu sevgi sürekli senin etrafında
sürüncemede kalıyor. Ve eğer bir potansiyel sürüncemede kalırsa, karşıtına dönüşür. Kıskançlığa
dönüşebilir; bu da korkunun bir parçasıdır. Sahiplenmeye dönüşebilir; bu da korkunun bir parçasıdır. Hatta
nefrete bile dönüşebilir; bu da korkunun bir parçasıdır. O yüzden daha fazla sevgi dolu ol. Şartsız sev.
Mümkün olan en çok yoldan sev. İnsan milyonlarca şekilde sevebilir.
B i r insan yoldan geçen bir yabancıyı bile sevebilir. O sevgi duygusunu hissedip sonra kendi yoluna devam
edebilirsin.
Konuşmaya bile gerek yok. Bunu ifade etmeye bile gerek yok. İnsan bu duyguyu hissedip kendi yoluna
gidebilir. İnsan bir taşı sevebilir. İnsan bir ağacı, gökyüzünü, yıldızları sevebilir. İnsan arkadaşını, kocasını,
çocuklarını, babasını, annesini sevebilir. İnsan milyonlarca şekilde sevebilir.
UNUTMA : CESARE T KORKUSUZLU K DEME K DEĞİLDİR . Eğer bir insan korkusuzsa, ona cesur
diyemezsin. Bi r makineye cesur diyemezsin, o korkusuzdur. Cesaret sadece korku okyanusu içinde
varolabilir. Cesaret, korku okyanusu içinde bir adadır. Kork u vardır ama bu korkuya rağmen insan o risk i
göze alır; işte cesaret budur. İnsan titrer, insan karanlığa girmekten korkar ama yine de girer. İnsan,
kendine rağmen adım atar; cesur olmanın anlamı budur. Bu , korkusuzluk demek değildir. Kork u dolu
olmak ama onun altında ezilmemek demektir.
En büyük sorun sevgiye adım attığın zaman ortaya çıkar. O zaman korku ruhunu sarmalar, çünkü sevmek
demek ölmek demektir; diğerinin içinde yok olmak demektir. Bu , ölümdür; hem de normal bir ölümden
çok daha derin bir ölüm. Normal ölümde sadece beden ölür; sevgi içindeki ölümde, ego ölür. Sevmek için
çok büyük bir cesaret gerekir. Etrafında oluşacak bütün o korkuların kuşatmasına rağmen devam etme
kapasitesine sahip olmak gerekir.
Ris k ne kadar büyükse, gelişme olasılığı o kadar büyüktür. O yüzden hiçbir şey bir insanı sevgi kadar
olgunlaştıramaz. Sevgiden korkan insanlar çocuk olarak kalır; olgunlaşmamış, yani ham olarak. Seni
olgunlaştıran tek şey sevginin ateşidir.
NE KOLAY NE DE ZOR: SADECE DOĞAL
Sevgi, doğal bir bilinçlilik durumudur. Ne kolay, ne de zordur. Bu sözcükler ona uygulanamaz. Bi r çaba
olmadığı için ne kolay olabilir ne de zor. Nefes almak gibi bir şey! Kalbin atması, kanın vücudunda
dolaşması gibi bir şey.
Sevgi senin varlığındır. Ama bu sevgi neredeyse imkansız olmuştur. Toplum buna izin vermez. Toplum
seni öyle bir şartlar ki, sevgi imkansız olur ve ancak mümkün olan tek şey olarak nefret ortaya çıkar. O
zaman nefret kolaydır; sevgi ise sadece zor değil, imkansız olur. İnsan çarpıtılmıştır. Eğer insan en baştan
çarpıtılmazsa onu köleleştirmek imkansız olur. Politikacılar ve din adamları çağlar boyunca derin bir gizli
ittifak içinde olmuştur. İnsanlığı bir köle topluluğuna dönüştürmek için işbirliği yapmıştır. İnsandaki her
türlü başkaldırı duygusunu yok ediyorlar; ve sevgi bir başkaldırıdır, çünkü sevgi sadece kalbin sesini dinler
ve başka hiçbir şeyi umursamaz.
Sevgi tehlikelidir çünkü seni bir birey yapar. Ama hükümetler ve kiliseler kesinlikle bireyleri istemez.
Onlar insan değil koyun ister. Onlar sadece insan gibi görünen ama ruhları derinden ezilip büyük hasar
gördüğü için bir daha onarılamaz hale gelmiş kişiler olsun ister.
Ve bir insanı yok etmenin en iy i yolu da, onun içindeki doğal sevgiyi yok etmektir. Eğer insanda sevgi
olursa, ülkeler varolamaz; ülkeler nefret üzerinde varolabilir. Hintliler Pakistanlılardan, Pakistanlılar da
Hintlilerden nefret eder. Ancak o zaman bu ik i ülke var olabilir. Eğer sevgi ortaya çıkarsa sınırlar yokolur.
Eğer sevgi gerçekleşirse, o zaman kim Hıristiyan ve kim Yahudi olur? Eğer sevgi ortaya çıkarsa, din de
kaybolacaktır.
Eğer sevgi ortaya çıkarsa, kim tapınağa gidiyor olacak? Ne için? Tanrı'yı aramanın tek nedeni var: sevgi
eksikliği. Tanrı, eksikliğini hissettiğin sevginin yerine geçen bir şeydir. Mutlu olmadığın, huzurlu olmadığın,
coşkuyla dolmadığın için Tanrı'yı arıyorsun. Aks i halde, kim önemserdi? Kimi n umurunda? Eğer hayatın
bir dans ise, zaten Tanrı'ya ulaşmışsın demektir. Seven bir kalp Tanrı'yla doludur. O yüzden aramaya gerek
kalmaz, dua etmeye gerek kalmaz, herhangi bir tapınağa ya da rahibe gitmeye gerek kalmaz.
O yüzden rahip ve politikacı ikilis i insanlığın düşmanıdır. Onlar büyük, gizli bir ittifak içinde çünkü
politikacı bedenine ve rahip de ruhuna hükmetmek istiyor. Kullanılan araç da aynı: Sevgiyi yok et. O
zaman insan içi boş ve anlamsız bir varoluştan başka bir şey olmaz. O zaman insanlığı istediğin gibi
yönlendirebilirsin ve kimse başkaldırmaz, kimsede isyan edecek cesaret olmaz.
Sevgi cesaret verir, sevgi bütün korkuyu siler atar; ve zalimler senin korkularına bel bağlar. Senin içinde
bin bir çeşit korku yaratırlar. Etrafın korkuyla çevrili, bütün psikolojin korkuyla dolu. İçinin derinliklerinde
titriyorsun. Sadece yüzeyde belirli bir görünüm sergiliyorsun; bunun altındaysa üst üste korku katmanları
bulunuyor.
Kork u dolu bir insan sadece nefret edebilir; nefret, korkunun doğal bir sonucudur. Kork u dolu bir insan
aynı zamanda öfke doludur. Kork u dolu bir insan, yaşamdan yana olmaktan çok, yaşama karşıdır. Kork u
dolu bir insana huzur, ancak ölümle gelirmiş gibi görünür. Kork u dolu bir insan intihara meyilli olur,
yaşama karşı olumsuz tavır takınır. Hayat onun için tehlikeli görünür çünkü yaşamak demek sevmek
demektir. Nası l yaşayabilirsin? Nası l bedenin yaşamak için nefes almaya ihtiyacı varsa, ruhun da yaşamak
için sevgiye ihtiyacı vardır. Ve sevgi tamamen zehirlenmiştir.
Sevgi enerjini zehirleyerek senin içinde bir bölünme yarattılar; seni ikiye bölüp, içinde bir düşman
yarattılar. Bi r iç savaş yarattılar ve o yüzden sürekli çatışma halindesin. Bu çatışma senin enerjini
dağıtıyor; o yüzden hayatın sana zevk ve neşe vermiyor. Bu enerjiyle birlikte taşınıyorsun; donuk, yavan,
sönük oluyorsun, zekân köreliyor.
Sevgi, zekâyı keskinleştirir, korku köreltir. Senin zeki olmanı kim ister? Herhalde gücü elinde tutanlar
değil. Senin zeki olmanı nasıl istesinler? Eğer zeki olursan onların stratejilerini, oyunlarını görmeye
başlarsın. Onlar senin aptal ve vasat olmanı istiyor. İş söz konusu olduğu zaman verimli olmanı istiyorlar
ama zeki olmana karşılar; o nedenle insanoğlu potansiyelinin ancak en alt seviyesini ortaya koyabiliyor.
Bilimsel araştırmacılar sıradan bir insanın hayatı boyunca zekâ potansiyelinin sadece yüzde beşini
kullandığını söylüyor. Sıradan insan sadece yüzde beş kullanıyor. Peki ya sıradan olmayanlar? Peki ya bir
Albert Einstein, bir Mozart, bir Beethoven? Araştırmacılar bu çok yetenekli insanların bile yüzde ondan
fazla kullanmadığını ifade ediyor. Ve dahi olarak tanımladığımız kişiler bile sadece yüzde on beş
kullanıyor.
Herkesin potansiyelinin yüzde yüzünü kullandığı bir dünyayı düşün... o zaman tanrılar dünyayı kıskanır, o
zaman tanrılar dünyada doğmak ister. O zaman dünya bir cennet olur. Süper bir cennet olur. Şu anda bir
cehennem.
Eğer bir insan kendi başına bırakılırsa, zehirlenmezse, o zaman sevgi basit olur, hem de çok basit. O zaman
bir sorun yaşanmaz. Yatağında, aşağı doğru akan bir nehir gibi, buharlaşıp yükselen su gibi, çiçek açan
ağaçlar ya da öten kuşlar gibi olur. Bunlar kadar doğal ve kendiliğinden olur.
Ancak insan rahat bırakılmaz. Çocuk doğar doğmaz, zalimler onun enerjisini ezmek için üzerine atlar ve
onu o kadar derinlemesine çarpıtırlar ki, o kiş i sahte bir hayat sürdüğünün, düzmece bir hayat sürdüğünün
hiçbir zaman farkına bile varamaz. O yüzden yaşamak için doğduğu hayatı, ona bahşedilen hayatı
yaşayamaz; gerçek ruhunu yansıtmayan, sentetik ve plastik bir yaşam sürer. O yüzden milyonlarca insan
bu kadar büyük bir ıstırap içinde, çünkü bir noktada yanlış yola saptıklarını, aslında kendileri
olmadıklarını, hayatlarında bir şeylerin temelde yanlış olduğunu hissederler.
Eğer bir çocuğun doğal bir şekilde büyümesine yardımcı olunur, izin verilirse sevgi çok basit olur. Eğer
çocuğun doğayla ve kendisiyle uyum içinde olmasına yardımcı olunursa, çocuğun doğal ve kendisi olması,
kendisi üzerinde yanan bir ışı k olması için her türlü destek ve cesaret verilirse, o zaman sevgi çok basit
olur. İnsan sadece sevgi olacaktır!
Nefret neredeyse imkansız hale gelir çünkü birinden nefret etmeden önce, bu zehri kendi içinde yaratman
gerekiyor. Bi r şeyi başkasına ancak sende varsa verebilirsin. O yüzden de nefret edebilmen için içinin
nefret dolu olması gerekir. Nefret dolu olmak ise cehennemde acı çekmek demektir. Nefret dolu olmak
ateşte yanmak demektir. Nefret dolu olmak, en önce kendini yaralaman anlamına geliyor. Bi r başkasını
yaralamadan önce kendini yaralaman gerekiyor. Diğeri yaralanmayabilir, bu ona bağlı olacaktır. Ancak
kesin olan bir şey var: Nefret etmeden önce uzun bir sıkıntı ve ıstırap yaşaman gerekiyor. Diğer kiş i belki
nefretini kabul etmeyip, onu geri çevirecek. Diğer kiş i bir Buda olabilir ve senin nefretine kahkahalarla
gülebilir. Seni affedebilir, tepki vermeyebilir. Eğer tepki vermiyorsa onu yaralaman mümkün olmayabilir.
Eğer onu rahatsız edemiyorsan, ne yapabilirsin? Onun karşısında kendini güçsüz hissedersin.
Bu durumda, diğerinin yaralanacağı kesin değildir. Ama kesin olan bir şey var: Eğer birinden nefret
ediyorsan, önce kendi ruhunu sayısız şekilde yaralaman gerekiyor; başkalarına zehir atabilmek için önce
bu zehri içinde biriktirmen gerekiyor.
Nefret doğal değildir. Sevgi bir sağlık belirtisidir; nefret ise hastalık durumudur. Tıpk ı hastalık gibi doğal
olmayan bir şeydir. Ancak doğa ile bağını kopardığın zaman, varoluşla uyum içinde olmadığın zaman,
kendinle uyum içinde olmadığın zaman, en derinindeki özle uyum içinde olmadığın zaman ortaya çıkar. O
zaman hasta olursun; psikolojik, ve ruhsal olarak hasta. Nefret, yalnızca bir hastalığı gösterir; sevgi ise
sağlık, bütünlük ve kutsallığın işaretidir.
Sevgi en doğal şeylerden biri olmalıdır; ama değil. Tam aksine, en zor şeylerden biri olmuştur; neredeyse
mümkün olmayan bir şey. Nefret kolaylaşmış durumda; nefret için eğitilip hazırlandın. Hindu olmak
demek, Müslümanlar, Hıristiyanlar, Yahudiler için nefret dolu olmaktır; Hıristiyan olmak, diğer dinler için
nefret dolu olmak demektir. Milliyetçi olmak, diğer milletlerden nefret etmek demektir.
Sevmenin tek bir yolunu biliyorsun, bu da başkalarından nefret etmek. Ülkeni sevdiğini, ancak başka
ülkelerden nefret ederek gösterebiliyorsun. Kilisene duyduğun sevgiyi ancak başka kiliselerden nefret
ederek gösteriyorsun. Berbat durumdasın!
Bu sözde dinler sürekli sevgiden söz ediyor ama bu dünyada giderek daha da fazla nefret yaratmaktan
başka bir şey yapmıyorlar. Hıristiyanlar sevgiden söz ediyor ama din adına birçok savaşlar, Haçlı Seferleri
yarattılar. Müslümanlar sevgiden söz ediyor ama onlar da cihatlar, dini savaşlar yaratıyorlar. Hindular
sevgiden söz ediyor ama eğer dini yazıtlarına bakarsan nefret dolu olduklarını, diğer dinlere yönelik nefret
içinde olduklarını görürsün. Ve bizler bütün bu saçmalıkları kabulleniyoruz! Bunları direnmeden
kabulleniyoruz çünkü bunları kabul etmeye şartlandırılmış durumdayız. Bize hayatın böyle olduğu
öğretildi. O nedenle de kendi doğanı sürekli inkar ediyorsun.
Sevgi zehirlenmiştir ama yok edilmemiştir. Bu zehir atılabilir, sisteminden çıkarılabilir; arınabilirsin.
Toplumun sana zorla benimsettiği her şeyi kusabilirsin. Bütün inançları ve şartlandırmaları geride
bırakabilirsin: Özgür olabilirsin. Eğer sen özgür olmaya karar verirsen toplum seni sonsuza dek köle olarak
tutamaz.
Artık eski kalıpları geride bırakıp, yeni bir yaşam biçimine başlamanın zamanı geldi; doğal bir hayat tarzı,
zalim olmayan bir hayat tarzı, her şeyden elini eteğini çekmiş değil, şenlikli bir hayat. O zaman nefret
giderek daha da fazla imkansızlaşacaktır. Nası l hastalık sağlığın karşı kutbuysa, nefret de sevginin karşı
kutbudur. Ama hastalığı seçmeye ihtiyacın yok.
Hastalık, sağlığın sahip olmadığı birkaç avantaja sahiptir; bu avantajlara bağlanma. Nefretin de sevginin
sahip olamadığı birkaç avantajı vardır. O yüzden çok dikkatli olmalısın. Hasta insana herkes daha duyarlı
davranır, kimse onu incitmez, herkes ona söylediklerini dikkatle tartar çünkü o çok hastadır. Odak
noktasında kalır, herkesin merkezinde yer alır - aile, arkadaşlar - merkezdeki insan olur, önemli birine
dönüşür. Eğer bu öneme, bu ego doyumuna çok fazla bağlanırsa bir daha sağlıklı olmak istemez. Hastalığa
kendisi tutunur. Psikologlar birçok insanın hasta olmanın avantajları nedeniyle hastalıklarına bağlandığını
ifade ediyor. Hastalıklarına o kadar uzun zamandır yatırım yapıyorlar ki, o hastalığa dört elle sarıldıklarını
tamamen unutuyorlar. Eğer sağlıklarına kavuşurlarsa tekrar bir hiç olacaklarından korkuyorlar.
Bunu da sen öğretiyorsun. Küçük bir çocuk hastalandığı zaman bütün ailenin ilgi odağı oluyor. Bu
tamamen bilime aykırı bir şey. Çocuk hastalandığı zaman gereğini yap ama çok fazla üzerine eğilme. Bu
çok tehlikeli çünkü eğer hastalıkla senin ilgin arasında bir bağ kurulursa... eğer tekrar tekrar olursa, bu
zaten kaçınılmazdır. Çocuk ne zaman hastalansa bütün ailenin odak noktası olur: Baba gelir, yanına oturur
ve nasıl olduğunu sorar, doktor gelir, komşular ziyarete gelir, arkadaşları arar ve gelenler hediye falan
getirmeye başlar. Bütün bunlara çok fazla bağlanabilir; bu durum egosu için o kadar besleyici olmaya
başlar ki, bir daha iyileşmek istemez. Eğer bu yaşanırsa, sağlığa kavuşmak imkansız olur. Artık hiçbir ilaç
faydalı olmaz. O kiş i hastalığa kararlı bir şekilde bağlanmış olur. Birçok insanın, çoğunluğun başına bu
gelmiştir.
Nefret ettiğin zaman egon tatmin olur. Ego ancak nefret ettiği sürece var olabilir; çünkü nefret sayesinde
kendini üstün hissediyorsun, nefret sayesinde kendini soyutluyorsun, nefret sayesinde kendini
tanımlıyorsun. Nefret sayesinde belirli bir kimliğe sahip oluyorsun. Sevgide egonun yok olması gerekir.
Sevgide artık ayrı değilsin. Sevgi, başkalarıyla aynı potada erimeni sağlıyor. O bir buluşmadır, bir
kaynaşmadır. Eğer egoya çok fazla bağlanırsan, o zaman nefret etmek kolaydır ve sevmek ise en zorudur.
Dikkatli ve tetikte ol: Nefret, egonun gölgesidir. Sevgi için büyük bir cesarete ihtiyaç vardır. Çok büyük
bir cesarete ihtiyaç vardır çünkü egonun kurban edilmesi gerekmektedir. Sadece bir hiç olmaya hazır
olabilen insanlar sevebilir. Sadece bir hiç olmaya hazır olanlar, egolarından tamamen arınmış olanlar,
bilenemeyenden gelecek olan sevgi hediyesini almayı başarabilirler.
E GO KORKAKLIKTIR . Korkaklık, egonun sadece bir parçası değil, egonun tamamıdır. Böyle olması
kaçınılmazdır çünkü ego sürekli teşhir edilme korkusuyla yaşar: İçi boştur, aslında öyle bir şey yoktur; o
sadece bir görünümdür, gerçeklik değil. Ne zaman bir şey sadece bir görüntüyse, bir serapsa, tam
merkezinde korku olması kaçınılmazdır.
Çöldeyken uzakta bir serap görüyorsun. O kadar gerçekçi görünüyor ki, aslında varolmayan suyun içinde,
civardaki ağaçların yansımasını bile görüyorsun. Ağaçları görüyorsun, sudaki yansımasını bile görüyorsun;
su dalgalanıyor ve ağaçların yansıması da bu dalgalarla birlikte titriyor. Ama bütün bunları uzaktan
görüyorsun. Yakınlaştığın zaman serap yok olmaya başlıyor. Aslında orada bir şey yoktu; gördüğün sadece
güneş ışıklarının çölün sıcak kumlarındaki yansımasıydı. Bu yansımada ve güneş ışıklarının dönüşünde bir
vaha serabı yaratılıyor. Ancak bu durum sadece uzaktan baktığın zaman varolabiliyor; yakınlaştığın zaman
böyle bir şey olmadığını görüyorsun. Yakınlaşınca sadece sıcak kumu ve yansıyan güneş ışıklarını
görüyorsun.
Farkl ı bir bağlamda anlaması daha kolay olacaktır. Aya baktığın zaman onun güzelliğini ve dingin ışığını
görüyorsun. Ancak il k astronotlar çok şaşırdı çünkü aya yaklaştıkları zaman bir ışı k olmadığını gördüler.
Ay sadece düz ve çorak bir toprak parçasıydı... bitki örtüsü ya da herhangi bir yaşam yoktu, cansız bir
kaya parçası. Ancak ayda dolaşırken dünyaya baktıkları zaman hayretler içinde kaldılar: Dünya çok güzel
bir ışıkla parlıyordu.
Bu ışıkla kıyaslandığı zaman, ay ve ayın güzelliği çok sönük kalıyordu. Dünya, aydan sekiz kat daha
büyük olduğu için ışığı da sekiz kat daha yoğundu. Astronotlar bunun gerçek olmadığını biliyordu ama
gözleriyle görüyordu. Böyle bir şey yoktu... çok garip bir şey: Astronotlar dünyadayken, ayın çok güzel bir
beyaz ışı k yaydığını görüyordu. Ayın yüzeyinden baktıkları zaman ise ay sadece cansız bir kaya parçasıydı
ve dünya çok güzel bir ışıkla parıldıyordu. Dünyayı biliyorlardı, hayatları boyunca burada yaşamışlardı
ama hiç böyle bir şey görmemişlerdi. Güneş ışığının yansımasını görmek için uzaktan bakmak gerekir.
Dünya da ışı k yayıyor. Güneş ışığı dünyaya ulaştığı zaman bir kısmı dünya tarafından emiliyor ancak çoğu
geri yansıyor. Bu yansıyan ışığı ancak dünyadan çok uzakta olduğun zaman görebilirsin; aksi taktirde
göremezsin.
Ego aslında varolmayan bir olgudur. Senden uzakta olan insanlar onu hissedebilir, görebilir ve ondan
incinebilir. Senin tek endişen onları kendine fazla yaklaştırmamaktır. Herkes başkalarını belirli bir
mesafede tutmaya çalışıyor çünkü insanların fazla yaklaşmasına izin vermek demek kendi boşluğunun
kapılarını açmak demektir.
Ego diye bir şey yoktur. Ancak sen egonla o kadar özdeşleşmişsin ki, egonun ölümünü, egonun
kaybolmasını sanki senin ölümünmüş gibi hissediyorsun. Bu doğru değil; tam tersine, ego öldüğü zaman
gerçek benliğini, içindeki özünü hissedeceksin.
Egoist biri her zaman korkak olacaktır. Hiçbir yakınlığa izin veremez. Dostluk, sevgi ve hatta normal
arkadaşlık bile tehlikelidir. Adolf Hitler odasında birinin uyumasına asla izin vermezdi. O her zaman yalnız
uyur, kapıyı içeriden kilitlerdi. Hiç evlenmedi, çünkü çok basit bir nedeni vardı: Eğer evlenirsen, eşinin
odaya gimesine izin vermek zorunda kalırsın. Sadece odaya değil, yatağına da almak zorunda kalacaktı.
Bu fazla yakın olacaktı ve fazla tehlikeliydi.
Hiçbir dostu yoktu. İnsanlarla arasına her zaman bir mesafe koyuyordu; hayatı boyunca onun omuzuna
elini koymuş tek bir kiş i bile yoktu. Bu kadar yakınlığa izin veremezdi.
Korktuğu neydi? Bu kadar korkmasının nedeni neydi? Böyle bir yakınlığa izin verdiği an, "büyük Adolf
Hitler'in" büyüklüğünün kaybolacağından korkuyordu. Onu fazlasıyla küçük, pigme gibi bir yaratık olarak
görebilirdin, hiçbir büyüklüğü yoktu. O büyüklük sadece posterlerde, yapılan o yoğun propagandalarda
vardı.
B i r insan ne kadar egoistse, o kadar yalnız kalmak zorundadır. Yalnız olmak mutsuzluktur ama her şeyin
bir bedeli vardır. Var olmayan egonun gerçek görünmesi için bir bedel ödemen gerekir. Bunu mutsuzlukla,
acıyla ve ıstırapla ödersin. Ne olursa olsun; herkesi uzak tutmakta başarılı bile olsan, sen aslında bunun bir
sabun köpüğü olduğunu biliyorsun. Küçük bir iğne bile onu yok edecektir.
Napolyon Bonapart, egoizm tarihinin en büyük egoistlerinden biridir, ama yenilgiye uğratıldı. Bu
yenilginin nedenini değerlendirmeye değer.
Napolyon küçük bir çocukken, sadece altı aylıkken, bakıcısı onu bahçede bırakıp bir şey almak için eve
gittiği zaman bir sokak kedisi çocuğun üzerine atıldı. Altı aylık bir bebek için kedi, büyük bir aslan gibi
görünmüş olmalı. Her şey izafidir ve birbiriyle orantılıdır. O yüzden o bebek için kedi aslında büyük bir
aslandı. Kedi sadece oyun oynamak istiyordu ama çocuk büyük bir şok yaşamıştı ve bu şok çok derinlere
işlemişti. Genç bir erkek olduğunda birçok savaşta dövüşmüştü, müthiş bir askerdi, bir aslanla bile
savaşabilirdi ama yine de kedilerden korkuyordu. Bi r kedi gördüğü an bütün cesaretini yitirir, birden altı
aylık bir bebeğe dönüşürdü.
İngiliz başkomutan Nelson bu durumu biliyordu. Nelson, Napolyon ile kıyaslanabilecek bir asker değildi
ama buna rağmen Napolyon'un yenilgiye uğradığı tek savaş bu oldu. Nelson ön cepheye yetmiş tane kedi
getirdi ve Napolyon yetmiş kediyi gördüğü zaman, sinir kriz i geçirdi; zavallı adama bir tanesi bile
yetiyordu. Yardımcısına döndü ve şöyle dedi: "Komutayı sen devral. Ben savaşacak durumda değilim;
düşünecek durumda bile değilim. Bu kediler beni mahvetti."
Tabii savaşı kaybetti.
Onu Nelson'ın yendiğini söyleyen tarihçiler yanılıyor. Hayır, o psikolojik bir oyuna yenildi. Kediler
tarafından, kendi çocukluğu tarafından yenilgiye uğradı, kontrol edemediği korkusu tarafından yenilgiye
uğratıldı.
Saint Helena adında küçük bir adaya hapsedildi. Ada çok küçük olduğu için kelepçeye bile gerek yoktu,
çünkü buradan kaçmak söz konusu değildi.
Burada geçirdiği il k gün yürüyüşe çıktı. Yaşadığı sinir kriz i ve yenilgi nedeniyle yanında sürekli bir doktor
bulunduruluyordu. Doktorla birlikte küçük bir patikadan yürürken, karşı yönden gelen ve büyük bir ot
yığını taşıyan bir kadınla karşılaştılar. Patika çok küçük olduğu için birinin yol vermesi gerekiyordu. İngiliz
olmasına rağmen doktor kadına bağırdı: "Kenara çekil! Karşında kimin olduğunu bilmiyorsun. Yenilmiş
olması hiç önemli değil. O, Napolyon Bonapart!"
Ama kadın o kadar cahildi ki, Napolyon Bonapart adını hiç duymamıştı. Hemen karşılık verdi: "Ne olmuş?
O kenara çekilsin! Kendinizden utanmalısınız. Ben sırtında onca yük taşıyan bir kadınım. Size yol mu
verecekmişim?"
Napolyon Bonapart doktorun elini tuttu ve onu kenara çekerek konuştu: "Napolyon Bonapart adını duyan
dağların yol verdiği zamanlar geçmişte kaldı; artık o sabun köpüğü söndü. Sırtında ot taşıyan kadına yol
vermem gerekiyor."
Yenildikten sonra olanları idrak etmişti. Hayatı boyunca bir korkuyu sürekli bastırmıştı. Bu durum büyük
bir sır olarak saklanıyordu ancak artık açığa çıkmıştı ve korkusu herkes tarafından öğrenilmişti. Napolyon
Bonapart artık bir hiçti.
Büyü k bir egoistin düştüğü durum bu.
O yüzden korkaklığın egoizmindir parçası olduğunu düşünme; onun tamamıdır o. Ego, korkaklık demektir.
Egosuz olmak ise korkusuz olmaktır. Çünkü artık senden hiçbir şey alınamaz; ölüm bile içinde var olan
hiçbir şeyi yok edemez. Biris i tarafından yok edilebilecek olan tek şey egodur.
Ego o kadar kırılgandır ki, her zaman o kadar ölümün eşiğindedir ki , ona tutunmuş olan insanlar içlerinde,
ta derinlerinde korkuyla titrerler.
Egoyu bırakmak bir insanın yapabileceği en yüce eylemdir. Bu senin yiğitliğini gösterir, göründüğünden
daha büyük olduğunu ispatlar. İçinde ölümsüz, yok edilemez, sonsuz bir şey olduğunu ispatlar. Ego seni
korkak yapar.
Egosuzluk seni yaşamın sonsuz gizeminin korkusuz bir arayışçısı haline getirir.
KENDİNİ KALABALIKTAN GERİ ÇEK
Meditasyon, sadece sessiz ve tek başına olma cesaretidir. Yavaş yavaş, içinde yeni bir nitelik, yeni bir
canlılık, yeni bir güzellik, yeni bir zekâ hissetmeye başlarsın. Bu , kimseden ödünç alınmamıştır, senin
içinde büyümektedir. Kök ü senin varoluşuna dayanmaktadır. Ve eğer bir korkak değilsen, hayat bulacak
ve çiçek açacaktır.
H iç kimse varoluşun olmasını hedeflediği kiş i değildir. Toplum, kültür, din ve eğitim sistemi, masum
çocuklara karşı gizli bir ittifak içindedir. Bütün güç onlarda; çocuk çaresiz ve bağımlı, o yüzden onu
istedikleri gibi şekillendirmeyi başarıyorlar. Çocuğun kendi doğal yönelimi doğrultusunda gelişmesine izin
vermiyorlar. Bütün çabaları insanları kullanılacak metalara çevirmektir. Çocuğun kendi başına
ŞİMDİ OKUDUĞUN
cesaret os
Short Storycesaret Eğer cesur değilsen samimi olamazsın. Eğer cesur değilsen sevemezsin. Eğer cesur değilsen güvenemezsin. Eğer cesur değilsen, gerçeğin peşine düşemezsin. O yüzden önce cesaret gelir. Ve diğer her şey onu izler.