5. Bölüm

136 15 16
                                    

Bahar'ın Anlatımından

Her ölenle ölünseydi eğer, her yaşayanla da yaşanırdı. Her canlı bir gün ölümü tadacaktır diye bir ayeti boşuna indirmemiş Yaradan.

Melike ve Ali yola çıkalı bir saat olmuştu. Onlar gittiğinden beri Dedem ile oturmuş duâ ediyorduk. Bulut da bize ayak uydurmaya çalışıyordu. Minik ellerini Allah'a açmıştı. Dedem Bulut'un başını okşadı:

"Kalbinden ne geçiyorsa onu iste emi evladım? Belki de minik bir kalbi, minik bir kalp iyileştiriverir, ister misin?"

Dedemin kucağında oturan Bulut hafifçe başını 'isterim' anlamında başını oynattı. Gözlerini yumdu. Ve Dedemin dediğini uygulamaya koyuldu. Bir on dakika kadar sürdü duâsı. Gözlerini açar açmaz dedemin boynuna sımsıkı sarıldı. Yüzünü göremesek de hüzünlenmiş belli ki. Dede torun birbirilerine sımsıkı sarılmış öylece oturuyorlardı.

Yanıbaşımızda duran Kiraz ağacından salkım salkım kirazlar düştü birdenbire. Beraberinde bir iki dal da ortadan kırılmış bir şekilde yerde yerilerini aldı. Bulut korkup yerinde sıçradı. Dedem ellerini yüzüne sürüp:

"Hayırdır inşallah." dedi.

Annem mutfağın bahçeye açılan kapısından yanımıza geldi.

"Babacığım sofra hazır. Gel iki lokma bir şeyler yiyelim."

Dedemin belirli saatlerde alması gereken ilaçları vardı. Annem ise bunu hatırlatmak ile mükellefti. Hatırlatma şekli buydu. Hep beraber sofraya oturur yemek yerdik. Yemekten sonra da Dedem ilaçlarını alırdı. Annem ilk defa 'İlaç saatin geldi Baba' diye seslendiğinde, anneannem/babaannem vefat etmişti.

Dedem ayaklanınca bizde ayağa kalktık.

"Abla."

Sariye'nin bana seslenmesi ile durdum. Başını yere eğmiş iki kelamı bir araya getirmeye çalışıyordu. Bir kaç saniye geçtikten sonra ses gelmeyice:

"Sariye?" diye mırıldandım.

Başını kaldırdı usul usul. Aklına her ne geldiyse gözleri boncuk boncuk olmuştu. Sonra bir bir döküldü sözcükler dudaklarından:

"Melike dün gece yatmadan önce bir hikâye anlatmıştı bana. Az önce yaşanan hadiseye çok benzer bir şeydi. Seninle paylaşmak istiyorum." dedi.

Yutkundu, içine derin bir nefes çekerek başladı anlatmaya:

"İki çocuklu bir ailenin ansızsın gelen bir ölüm haberi ile alakalı bir hikâye. Kadın kocasını, iki kız çocuğu ise babalarını kaybetmişti... Ama haberi önceden haber veren bir olay vukû buluyor öncesinde. Bahçelerinde bulunan kiraz ağacından kiraz salkımları dökülmeye başlamış önce. Sonra dalları kırılmaya... Bu ailenin kimi kimsesi yokmuş; Allah'tan başka. Dört kişilik bir aile, birbirilerinden başka kimsesi olmayan. Baba, bir trafik kazasına kurban gidiyor. Sonra birkaç yıl araylada Anne ve evin küçük kızı aynı nedenden ötürü canlarından oluyorlar."

Sariye hıçkırarak ağlamaya başlayınca, bende de şalterler attı ve gözyaşlarım benden bağımsız yanaklarımdan dökülmeye başladı. Hikâyeyi tamamlamak istercesine tekrar nefes alıp anlatmaya koyuldu. Sesi artık kesik kesik çıkıyordu dudaklarının arasından.

"Bu hikâyeyi anlatmamın tek sebebi, az önce dökülen kiraz dalları. Belki de o ölümün de habercisidir bu kiraz ağacı? Yani demek istediğim; Ya hikâyedeki kız gibi bu kız da bir başına kalırsa?"

İkimizde ağlıyorduk. Sariye anlatmaya başlamadan önce zaten boncuk boncuk olan gözleri şimdi damla damla boncuklarını akıtıyordu. Ben hikmetini anlayıncaya kadar ağladım. Bildiğim halde ağladım. Ellerimle gözündeki yaşları sildim:

Hatıram Olsun İstedimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin