Rüyalarından bile korkar mıydı insan? Her gece tekrar ona döneceğini bile bile çekinir miydi en samimi parçasından? Zor olmaz mıydı o zaman yaşamak? Aslında hayatın aslı bu değil mi? O rüyaları görmemizi sağlayan kişiye düşüncelerimizle ona ait olmamız bizim sadece ufak, aciz bir insan olduğunuzun göstergesidir. Tanrının merhametine boyun eğmiş ve ona bir o kadar da muhtaç olan bir toz zerresi, kalkmış tanrının yarattığı kuldan sığınak bekler olmuş. Bir zamanlar onun aşkı ile tutuşurken insanoğlu, şimdi ise onun yerini soyut hissiziz duygulara yer vermiş. Ve tanrı onları cezalandırmış. Her insanın kalbine körelttiği ve onları da istediği üzere ümitsizlik ve karamsarlığı koymuş. Zaman geçtikçe insanlar bu lanetin içinde boğulmuşlar. Orta Çağ bu sıkıntılarla geçerken gamsız insan oğlu akıllanmamışçasına hala burnunu dik tutup kibri ile yürümüş ve o muhteşem varlığını bu sefer unutmaktan ziyade yalanlamış. İşte ne olduysa her şey bu zamanda başlamış. Tanrı akıllanmayan insan oğluna en büyük cezayı vermiş. Korku ve güven. Bu iki duygu öyle bir duyguymuş ki ilk önce insanlar bununla ne yapacağını bilemez olmuşlar, çocukları arsızlaşıyor ve baş edilmez hale geliyormuş. Kadınlar kocasının yüzüne bakamaz hale gelmiş, erkeklerde eve uğramaz. Toplum iyice yok olurken anlamışlar yapabilecekleri hiçbir şey olmadığını ama iş işten geçmişti çoktan ve artık herkes bu duygularla yalamak zorundaydı....
Kız kitabın kapağını hırsla kapatırken gözlerini etrafta gezdirdi ve sinirle soludu. Neydi yani eğer bu gerçekse bütün çektiği o çileler, bu sorumsuz, kendimi bilmez birkaç insan topluluğu yüzünden miydi? Onlara ne kadar ağır bir yüklediklerinin farkında bile değillerdi, kendi kibirlerinde öylesine boğulmuşlardı ki Tanrı'nın laneti bile onları iflah etmemişti.
Gözündeki dinlendirici gözlüğü yavaşça çıkarttı ve önünde duran masaya usulca bıraktı kız. Ellerini saçlarından geçirdi ve eskimiş yaprakları olan kitaba göz gezdirdi. Gerçekten böyle bir bölümü neden seçmişti ki yani? Düşünme ve araştırma üzerine okuyordu resmen ve bir çok efsaneyi duyduğunda -ki genelde böyle - kendi hayatı ile karşılaştırmadan edemiyordu.
"Ne düşünüyorsun gene?"
"Sanane bayan prenses?"
"Bana şöyle söylemeyi kes, kraliçeliğimden ödün verdirtiyorsun."
Dominic karamel tonundaki omuzlarına değmese de uzun sayılabilecek saçlarını geriye doğru atarken ukala bir tavırla kız bakmıştı.
"Hahayh yiyim senin kraliçeliğini be! Halkım sürünüyor burada senin sen ne diyorsun."
"Sen köle kesimsin tabii ki sürüneceksin."
"Dikkat et de bir gün halk ayaklanmasın, bilirsin köyü dük ve düşesler değil kökler oluşturuyor."
"Bak bu iyiydi buna diyecek laf bulamadım. Tebrikler."
Genç adam kızın elini tebrik amaçlı sıkarken kız adeta 'tabii ki de iyiydi gerizekalı ne sandın' der gibi bakıyordu.
"Eee ne derslerin var bu gün?"
"Bir saat önce, eski latince bitti birazdan da Yunan Mitolojisi başlar. İyi hatırlattın ben kalkayım."
"Ya kızım tanrı aşkına burası üniversite ama sen sanki lisedeymiş gibi sürekli derse girme çabasındasın."
"Normal dersler olsa gelmeyebilirim ama Yunan ve İskandinav mitolojisi derslerini kaçırmamam."
"Nedenmiş o?"
"Çünkü Bay Joseph'in olağan üstü fiziği ve yakışıklılığını görmek bana zevk veriyor tabi Bay Yunan Tanrısını da unutmayalım. Ahhh..."
"Ya seni anlamıyorum, gerçekten. Olağan üstü bir güzelliğin var ama sen gende kendinden 20 yaş büyük erkekleri tercih ediyorsun."
"Prensip meselesi. Hadi tutma beni geç kalacağım."
"Hadi koş yeriş sevdiceğine."
Genç adam kıza göz devirken Sapphire çoktan ayağa kalkmış ve masadaki eşyalarını eline alıp yola koyulmuştu bile.
Konuşmalarının ardından bir hafta geçmişti bile zaten Yunan Mitolojisi dersi haftada üç, İskandinav mitolojisi ise iki saati. Bundan dolayı pek görüşmüyorlardı. O günden beri adamların onun için yaptıklarını düşünüyordu ve kim olduklarını. En az Machon kadar kirli olduklarını anlayabiliyordu ve onun yüzünden tekrar bu işlere bulaştıklarını. İşte zaten sırf bu yüzden içi rahat değildi ya. Artık ne kadar istemediğini söylesene hayatına girmişlerdi ve bu hikayenin sonunu dört gözle bekliyordu. Tanrı bilir ya neler olacaktı. (Yazarınız yani ben neler neler düşünüyorum bi bilseniz fiyuğğğ ksmdmdmxmdndnd)
Sınıftan içeriye girdiğinde sakin hareketlerle yerini aldı ve gözlerini kapıya çevirdi. Neden bilmiyordu ama o adamlara lara karşı bir güven hissediyordu. Ahh güven tanrının laneti..
Kapının açılmasıyla beraber dağınık kısa saçları ve parlak mavi gözleri ile sınıfı aydınlatırcasına içeri girdi adam. Adam saçlarını kestirmişti ve bu kızın gözünden kaçmamıştı. Açıkçası bu şekilde yirmi dört yaşında gibi görünüyor desek yalan olmazdı.
"Herkese merhaba. Uzun bir haftanın ardından gen beraberiz. Evet evet biliyorum en sevdiğiniz dersiniz bu ve bu dersi iple çekiyorsunuz. Bunu bide vizelerde görelim bakalım."
Sınıf kıkırdarken adamın eşsiz gözleri bir saniye bile olsun kızık üzerinde durmamış hatta durmayı bırakın ona bakma bile bakamamıştı.
"Evet size efsaneler araştırın demiştim ama bu bir ödev değildi neyse konumuz Yunan mitolojisindeki efsaneler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis || Robert Downey Jr. (DEVAM ETMİYOR)
Fanfic"Çünkü kimse seni benim gibi tanıyamaz." Adamın dolgulu dudaklarından akan bu aşikar söz kızın adeta hançer gibi saplanmıştı kalbine. Adam tekrar araladı dudaklarını. "Ve kimse seni benim gibi sevemez... " Kızın yanağından usulca bir damla yaş süzü...