"Ve sonra, sonsuzun küçük ama mükemmel olan bu parçasına büyük bir mutlulukla devam ettik."
Kitabın son kelimelerini sesli bir şekilde söylediğini fark ettikten sonra etrafına bakındı kız. Yanında oturan genç çocuk sanki ilginç bir şey varmışçasına yüzüne bakıyordu. Tepedeki tutma koluna tutunan orta yaşlı adama döndüğünde ise gözlerini kaçırmıştı. Pekala! Dedi içinden ve kafasını iki yana sallayıp camdan tarafa döndü.
Üniversite durağına geldiğinde ayağa kalktı ve tramvaydan inmek üzere kapının oraya geçemeye çalıştı
. Genç çocuk geçmesi için kalktığında beklemeden kendini kapıya doğru attı ama ne yazık ki tramvay o kadar kalabalıktı ki insanların içinden geçmek ölümdü onun için. Bir taraftan içeriye girmeye bir taraftan ise dışarıya çıkmaya çalışan insanların arasında sıkışmıştı. Astımı soluk borusunu yakmaya başladığında kendini çoktan dışarı atmıştı lakin dışarı çıkmaya çalışan insanların onu ittirmesi ile kendini yerde bulmuştu.
Hızlıca nefes alırken dizlerinin acısını düşünemiyordu bile. Bir gölgenin önünü kapadığını görmüştü sonra ise o gölge yanına çöktü ve pek algılayamasa da bir şeyler söylemeye başladı.
"Hey! Duyuyor musun? Bana bak! İyi misin? Sana diyorum! Tanrım, astım krizi geçiriyor." Yere düşmüş olan çantası hızla havalandı ve yere çömelmiş olan iki dizin üstünde yerini buldu. Bu sırada kız ise iki ellini göğsüne koymuş nefes almaya çalışıyordu.
"Lanet kadın çantaları!"
"Hah buldum!" Aniden gelen astım spreyi ile kendime gelmişti. Spreyi geri çekti ve bekledi adam.
Derin bir nefes alan kız yavaşça başını kaldırdı ve gölgeni sahibine gözlerini dikiti.
"Hey, iyi misin?"
Şaşırmanın verdiği etki ile gözlerini kırpıştırdı ve adamın acı kahveye kaçan gözlerine daha dikkatli baktı.
Bu gerçek miydi? Bu yunan tanrılarına benzeyen adam daha demin onun hayatını kurtarmıştı yani.
Kafasını olumlu anlamda salladı ve ayağa kalkmaya çalıştı kız, ama sendeleyince o yumuşak elleri ,kolunu bulmuş ve ona yardım etmişti.
Ayağa kalkınca ilk dikkatini çeken şey yunan tanrısı değilde az ilerinde çamura düşmüş olan Alacakaranlık kitabıydı. Hızla yanına gitti ve çamurdan nasibini alan kitabı ellerinin arasına aldı.
"Lanet olasıca insanlar."
Arkasını döndüğünde, kendince müthiş bir yaratık olan adama doğru ilerledi.
"Şey teşekkür ederim. Ben bi anda şey yani..." "Çantan."Adam ifadesiz bir şekilde çantayı kıza uzatmıştı. Sapphire bozulsa da belli etmeden ona gülümsemiş ve çantayı onun ellerinden geri almıştı.
"Tekrar sağol."
"Önemli değil ve bu arada dizlerin." Kafasını öne eğip baktığında dizlerinden aşağı kanlar aktığını görmüştü.
Kırk yılın başı elbise giyerse olacağı buydu. Kaderin ona 'Beni unutuyorsun sanırım?' Deme şekliydi bu.
"Bennnm... Immm gitmeliyim yani şey revire, evet revire."
Gözünün önüne düşen sarı perçemi kulağının arkasına sıkıştırdı ve arkasını döndü. Hızla yürümeye başlarken adını söylemediğini hatırlamıştı ve utançla elini alnına vurup tekrar arkasına dönmüştü.
"Bu arada Sapphire."
Onun orda olmadığını görünce son harfi sonradan ve kısık söylemişti. Tanrım rezillik!
Kampüse yaklaştığında herkesin ders programlarını almak için panoda toplandığını görmüştü. Daha deminki gibi bir sahne olmaması adına adımlarını revire yöneltti. Orada işi bittiğinde panonun boşalacağından emindi.
Revirin kapasını ard arda iki kez tıkladıktan sonra kafasını içeriye uzatmıştı ve muzip gülümsemesini karşısındaki adama göndermişti.
Orta yaşların sonundaydı adam, saçları hafif kırlaşmış, göz altları çökmüş, yüz hatları ise yaşlanmaya bir adım uzaktı.
"Sapphire?" Şaşkınlık dolu sesi odada yayılırken beklemeden devam etmişti.
"İçeri gel tatlım."
Kız hafif açık kapıdan sarktığı kapıyı tamamen açıp içeriye girmiş ve hemen ardından da aynı şekilde kapatmıştı.
"Seni hangi rüzgar attı buraya?"
"Bay Hudson bence bu birazcık saçma bir soruydu. Sonuçta her gün sakarlıkları ile soluğu burada alan bir insanım."
"Ahh doğru, ama unutmamalısın ki ben yaşlı bir adamım ve okul yeni başladı. Bu da demek oluyor ki kaç aydır görüşmüyoruz."
"Zehir gibi hafızanız var, kendinize yaşlı deyip de unutma ayaklarına yatmayın."
"Tamam, tamam kabul ediyorum saçma bir soruydu."
Sapphire'in yüzü neşe ile gerilirken kafasını iki yana sallamış ve çantasını masanın üzerindeki deri koltuğa bırakmıştı.
"Evet neyin var bakalım."
Kafasını aşağı doğru çevirdiğinde doktor da onunla beraber onun bacaklarına bakmıştı.
"Gerçekten derin bir yaraya benziyor. Geç otur şuraya, ben geliyorum."
Adam ecza dolabına ilerlerken Sapphire ilerdeki duvarın dibinde duran sedyeye oturmuştu bile.
Bay Hudson elindeki oksijenli su ve tentürdiyot ile yanında bittiğinde beklemeden işine koyulmuştu.
"Nasıl oldu bu?"
"Tramvaylar ölüm gibi. Nasıl diyeyim, Tramvay Oyunları diye kitap yazsalar NY Times da ilk ona girer. İnsanlar dışarıya çıkmak ve içeriye girmek için resmen mücadele gösteriyorlar. Sanırsınız dışarda kalan oyundan eleniyor."
Kır saçlı adamın kıkırtıları odayı doldururken kızın bacağına yara bandını yapıştırmıştı.
"Geçmiş olsun. "
Sedyeden ayaklanan kız çantasını kaptığı gibi kapıya doğru koşmuştu, tabi bunun duvardaki saati görmesi ile hiç ilgisi yoktu.
"Kendinize iyi bakın Bay Hudson."Kendini dışarı attığında derin bir nefes aldı ve bahçeye koşar adımlarla çıktı.
Bu üniversitede son yılıydı, çocukluktan beri en büyük zevki olan mitoloji onun dalıydı. Bitirdiğinde mitolok olacak ve üniversitede eğitim görevlisi olarak işe başlayacaktı. Tabi başlayabilirse, o kısımda biraz muammaydı.
Panonun oraya baktığında çoğunluğun azaldığını hata sadece üç kişinin kaldığını görmüştü. Çantasının ön gözünü açıp içinden telefonu çıkarmış ve beklemeden programın fotoğrafını çekmişti.
Geç kalmanın verdiği acele ile sınıfa koşarken aklında sabah karşılaştığı adam vardı.
Adam orta yaşlıydı ama oldukça genç ve çekici gözüküyordu. Kumral'ımsın saçları, uzun kirpikleri ve kahverengi gözleri vardı. Burnu normale oranla küçüktü ama bu onun yüzünün orantısına uyuyordu. Boyu ideal bir erkek boyundaydı. Altında keten dar kesim hardal rengi bir pantolon giymişti. Üzerinde ise kahverengi deri ceket vardı içini ise sade beyaz bir gömlek süslüyordu. Bu giyiniş orta yaşlı adamı daha genç bir adama dönüştürmüştü. Cidden göz alıcıydı ama 25 yaşındaki bir genç kızın bu yaşlarda bir adamla böyle şeyler düşünmesi... Immm şey biraz, ahlak dışıydı.Amfi sistem olan sınıftan içeriye girdiği zaman hızlı adımlar ile yukarıya çıkmış ve orta kısımlarda kendine yer bulup oturmuştu. Tabi bu oturması otuz saniyeden ibaretti. Kapının açılması herkes ayağa kalkarken önündeki uzun boyl-pardon zürafa yüzünden öğretim görevlisini göremiyordu.
"Oturun" sesinden sonra gelen sistemik oturuşlar onu da harekete geçirmiş ve sırada yerini bulmasını sağlamıştı. Kafası otomatikman bu dersin yeni hocasına kayarken, bacağı sızlamış, beyni durmuştu.
Ne yani Bay Yunan Tanrısı mı girecekti derse?Bilin bakalım hangi hikâye geri döndü???
Eski adı ile Impossible yeni adı ile Nemesis :3
Düzeltmelere tamam ve yayınlanmaya hazırrrr
Hala okuyan var mı?
Şimdilik pek değişiklik yok ama ilerde olacak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nemesis || Robert Downey Jr. (DEVAM ETMİYOR)
Fanfiction"Çünkü kimse seni benim gibi tanıyamaz." Adamın dolgulu dudaklarından akan bu aşikar söz kızın adeta hançer gibi saplanmıştı kalbine. Adam tekrar araladı dudaklarını. "Ve kimse seni benim gibi sevemez... " Kızın yanağından usulca bir damla yaş süzü...