Bir Türk Masalı Serisi'nin beşinci kitabı CİHAN sizlerle 12 Şubat 2020 tarihinde raflarda sizlerle buluştu. Sizlere Bir Türk Masalı Serisini hatırlatmak için kitabın bir kaç sayfasını buraya bırakıyorum. Umarım beğenir ve kütüphanenizde yer verirsiniz. Kitapla kalın...
Birimiz... Hepimiz... Aslında hiçbirimiz...
Son sürat arabada ilerlerken varmaya çalıştığım adresi navigasyonda takip ediyordum. Kadının sağa sola yönlendiren sesi beni gerim gerim germiş, daha bir gaza basar olmuştum. İnşallah o Levent salağı Ali'yi falan arayıp rezilliklerini ayyuka çıkartmazdı. Ararsa vay hâlimize! Ali'nin ağzına meze olup, Bekir'in sırıtmasıyla uğraşırken Sedat'ın kulağına giderse fırça yemekten pasparlak olur çıkardık.
Gecenin ikisinde bu ne trafik arkadaş! Hızım arttıkça içimdeki Osman ve Levent'e yetişme isteğim de artmıştı. Allah ne verdiyse yolda ilerlerken telefonum çalmaya başladı. Telefonun yanıtlama tuşuna basıp "Yoldayım Ali, sen kal yerli yerinde. Ben o iki salağı alır bize geçerim." dedim ama hak getire! Geç kalmıştım, daha doğrusu geç haberim olmuştu.
Ali "Oy oy ben kıyamam sana! O güzel mabadını sıcak yatağından nasıl oldu da dışarı çıkardın paşam!" dedi ya gecenin yeni başladığı belli olmuştu. Kime ne söylüyorsun? Kader bu önüne geçilmez, acıyı kabullenip zevk alma zamanıydı. Derin bir nefes alıp hızımı düşürdüm. "Yalnız mısın?" diye son umutla sordum. Tek istediğim evet demesiydi. Tabii sonuç hüsran. Ali sinir dolu bir sesle "Ulan nasıl yalnız çıkayım gecenin bir yarısı? Aslı atmaca gibi tepemde. Senin aradığına inanmadı bile..." diye devam ederken bu fırsat kaçmazdı.
Malum konu Aslı yenge olunca sıra bana geçmişti. "Vayyy Ali! Vay şanlı şöhretli, baltası taşı delen Ali! Seni aile babası olmuş yelek Ali! İzin mi alamadın?" derken biraz olsun keyfim yerine gelmişti.
"Bırak lan tatavayı!" dedi Ali, söylediklerimi duymazdan gelerek.
"Yani yalnız mısın, değil misin?" diye sordum.
"Bekir'i aldım yanıma." dedi ya, benim keyif yine bir yerlerime kaçtı.
"Hay ben şansıma sıçayım! Bekir iki yıl manalı manalı güler artık." diye kendi derdime yanarken Ali durgunlaşıp "Cihan..." dedi. Bu ciddi ses tonu hiç hoşuma gitmedi.
"Söyle Ali, dinliyorum." dedim.
"Osman'ı hiç iyi görmedim." dedi benden bir şeyler duyma isteğiyle. Ne desem fayda etmez. Konu ince. Üzerini kapatmak en iyisiydi. Tabii yemez çakal Ali de, belki...
"Ne olmuş, saçına jöle sürmeyi mi unutmuş?" dedim anlamamış gibi.
"Anladın sen beni. Çiçek'le bir konuşsan mı? Osman perişan."
"Ali bu konu beni aşar. Ortada söylenecek bir şey yok. İkisi de domuz gibi inatçı."
"Ulan seni ne aşar? Çiçek senin kardeşin değil mi? Bunlar yıllardır birbirlerine süzüm süzüm süzülmüyorlar mı? Sen eridiler bittiler demedin mi?" diye gaza gelmiş çözüm üretirken araya girmem gerekti.
"Ali... Çiçek dün sabah Amerika'ya döndü." dediğimde ancak sustu.
"Oha! Ben bu Osman'ın kafasına sıçayım! Kapat lan telefonu!" diye bağırırken bir yumruk sesinin birinin yüzünde patladığına yemin edebilirim. Telefonu kenara bırakıp neye, kime ne kadar üzüleceğimi düşünmeye başladım. Ali gitgide Sedat'a benziyor olabilir miydi? Keşke herkes Sedat'a benzese...
Evet, geçmiş geçmişti. Zamanın acıları bizim için maziye gömülmüştü. Ne Çiçek o yetim kalmış Çiçek'ti ne Osman o yetimhaneden çıkmış çaresiz Osman'dı da hayatın ruhlarımızda bıraktığı o izler hiç silinmeyecekti. Çiçek ve Osman'ı düşünürken gaza daha bir abandım. Tabii eski defter sayfaları aklımda can bulurken ben geçmişimi hatırlamaktan hiç hoşnut değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİR TÜRK MASALI CİHAN
General FictionBir Yıldız'a tutuldu Cihan. Gölgesinde demlendi, ışığında huzura kavuştu. Gün geldi öfkesiyle kavruldu gün geldi yokluğunda yüreği buz tuttu. Amansız bir karanlığın yörüngesinde kâh ona tutundu kâh boşluğunda savruldu. Karanlık bir gece hançer gibi...