Otobüs, sıcak ve nemli bir temmuz gününde sabah 10 sularında vardı otogara. Yol boyunca klima tüm gücüyle çalışıyor olmasına rağmen sıcak ve boğucu havayı bir türlü bastıramamış, saç diplerim de oluşan terler, özenle yaptığım saçımın fönünü bozmuştu.
Ertan'ın evi merkezden uzak, bahçeli ve 3 katlı müstakil bir evdi. Evin her yerinde insanlar vardı. Kimileri bahçenin içinde oradan oraya koşturuyor, kimileri ellerinde poşetler koşar adım eve giriyor, kimileriyse oturdukları masanın etrafında ellerinde çay bardakları çaylarını yudumlarken sohbet ediyorlardı. Kapının tam köşesinde sohbet edenlerin yanındaydı ''Ertan'' benim büyük aşkım, her şeyim...
Evinin karşısındaki kaldırımda ölecek gibi hissettim. İki ay önce üniversitenin bitmesine birkaç gün kala ortak bir arkadaşımızın doğum günü partisinde birlikteydik. ''Bu gece çok eğleneceğiz, sen yanımdasın ya'' demiş, sımsıkı sarıp sarmalamış çok sevdiği gözlerimden öpmüştü. Bolca sohbet etmiştik. Tanışmamızdan, birbirimizi sevdiğimizi söylediğimiz ilk andan, ateş başında söylediğimiz ilk şarkıdan, birbirimize verdiğimiz sözlerden, hatta gözlükleri ile dalga geçtiğimiz matematik öğretmenimizi ne kadar sevdiğimizden söz etmiştik. Biz birbirimiz için yaratılmıştık ve birbirimizi bulacak kadar şanslıydık. Bunu asla kaybetmeyeceğimize dair de birbirimize sözler vermiştik. Ancak tam da şu anda sözümüzü tutamadığımız yerdeydik. Artık birbirimize ait değildik. Ben içinde bulunduğum acı durum ile kendi içimde savaşırken yanıma gelen Tuğba'yı görmedim. Kolumdan tutup çekmeye başladığında güzel anılarımdan uyanmak zorunda kaldım. Yarı dalgın şekilde sürüklenerek gittim Tuğba'nın ardından. Biraz kızgın ama bir o kadar endişeli haliyle bana dönüp ''Ne arıyorsun sen burada, bunu seninle konuşmuştuk. Hani bunu kendine yapmayacaktın?'' diye bağırdı. Ancak verecek bir cevabım yoktu. Çünkü neden yaptığımı bende bilmiyordum. Neden oradaydım? Ya da orada mıydım? Yoksa hala benimle evlenmek istediğini söyleyip nefesimi kestiği yerde miydim bilmiyordum. Tek bildiğim şey onu son kez görme isteğimdi.
Ertan'ın evinin biraz ilerisinde bir kafeye oturduk. İki kahve söyledi Tuğba. İkimizde sakinleşmeye çalışıyorduk. Bir süre geçtikten sonra sessizliği bozan kahvesini yudumlayan Tuğba oldu. Buraya gelmemin çok büyük bir hata olduğundan bahsediyordu. Sakince dinledim onu. Konuşması bitince de cevap bekleyen gözlerinden çektim gözlerimi. Kahvemden bir yudum alarak boğazımı yumuşattım. Biraz düşündüm. Sessizliğin bizi sarıp sarmalamasını bekledim. Belki de sessizliğe sığındım. Ona cevap verecek gücü kendimde hissettiğimde gözlerimi masadan kaldırıp tekrar meraklı gözlerine kilitledim. Masada, sanki gizli bir şey söyleyecek gibi Tuğba'ya eğilerek ''Görmek istiyorum. Bana, bize ihanetini kendi gözlerimle görmek istiyorum.Belki o zaman boğazımdaki düğüm olmadan aklımı, kalbimi darmaduman eden o sızıdan kurtulabilirim. Belki o zaman yüreğimden akan bu yaşlara son verebilirim. Artık tekrar mutlu olmak istiyorum. Lütfen beni anla'' dedim. Mahçup ama samimi bir şekilde kolumu sıvazlayarak son kez görmem için kalmamı kabul etti. Bir süre daha sessizce oturduktan sonra ''Artık gitmeliyim. '' dedi masadan kalkarken. ''Özür dilerim. '' Sesi çok cılızdı. Zorlukla duydum. Özür dilemesi gereken o değildi ama bir özre ihtiyacım vardı. Sessizce kabul ettim. Bir süre daha orada sessizce oturdum. Duvarlar üzerime üzerime gelmeye başlayınca kendimi dışarıya attım.
Yabancısı olduğum bu şehrin sokaklarında bir yere varmaksızın yürüdüm. Kalbim yerinden sökülmüştü. Çaresizdim. Ertan ile birlikte elimdeki en büyük sevgi de gitmişti. Oysa okulun ilk gününden beri birlikteydik. Sadece dönem aralarında ailelerimizin yanına gittiğimizde ayrı kalırdık. Her kavuşmamız bir öncekinden de daha coşkulu olurdu. Dünyada sadece ikimiz varmışız gibiydi. Şimdi birlikte kurduğumuz o dünyada tek başıma kalmıştım.