"Seni seviyordum. Sen beni bilmezdin, hiç görmezdin ama ben seni bilirdim. Uzaktan bilir uzaktan severdim. Söyleyemedim hiç." Tuttuğu bileğimi yavaşça bıraktı.
"Senden sadece tek bir şey istiyorum o da Jooheon ile bir kerecik konuşman. Senden hep af dilemek istiyordu." Konuyu değiştirmeye çalıştığını fark etmiştim açıkçası konuyu değiştirmesinden ben de memnundum.
"Sadece bir kerecik göreceksin onu, bir daha da görmeyeceksin. İstersen ben bile çıkarım hayatından, girdiğim gibi. Zaten çok bir yer kaplıyor da değilim." Yönümü ona döndüm. Kısa bir süre incelemeden edemedim yüzünü. Fiziksel olarak pek değişmişti ama sanki eski Shownu gibi değildi. Eski kabadayı Shownu değildi karşımdaki ve bunu şimdi daha net anlamıştım.
"Neden onunla konuşmamı istiyorsun?"
"Uzun zamandır seninle konuşmak istiyor ama çekindiği için hep uzak durdu." Düşündüm. Jooheon ile konuşmayı ben de çok düşündüm ama hep kendimi dizginledim. Ben gururu olan bir kızdım ve Jooheon o gururu ayaklarının altına alıp ezmişti, kalbimle birlikte. Pervasızca etrafındakilere ezik bir kızdan ibaret olan benim kendisinden nasıl hoşlandığımı anlatmış, beni paramparça edeceğini bilerek düğünlerine davet etmişti.
Evet paramparça olmuştum. Sağlam tek bir parçam bile kalmamıştı üstelik.
Ama o düğüne gittim. Kendi düğünümmüş gibi güzel kıyafetler ve güzel bir suratla gidip mutluluklarını izledim.
Jooheon'un sandığım gibi biri olmadığını anladım ve ertesi gün buraya, bu şehre taşındım.
O zamandan beri de onu görmedim.
"Ben onunla konuşmak istemiyorum ama. Konuşacak bir şeyim yok."
"Lütfen. Sana yalvarıyorum." Dediğinde içimdeki öfke taştı ve kalbimi ele geçirdi.
"O işe yaramaz arkadaşın için yalvarmana hiç gerek yok. Onun yüzünü bile görmek istemiyorum. Affına da ihtiyacım yok. Olması gerekenler oldu ve bitti, artık benim için hiçbir şeyin anlamı yok." Söyleyeceklerim bu kadardı. Arkamı döndüm ve cevap vermesini beklemeden hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Eve gitmem gerekiyordu. Hemen şuan eve gidip, yatağıma girip dünyadan soyutlanmam gerekiyordu. Ama geçen günün tersine evden uzaktaydım. Metroya binmem ardından da on dakika yürümem gerekiyordu.
Metro istasyonuna vardım çok geçmeden. Metro geldi, bütün koltukların dolu olduğunu gördüm ve direğe tutunarak ayakta beklemeye başladım. Bütün gün sesi soluğu çıkmayan migrenim de sanki zamanıymış gibi gelip şakaklarımda nöbet tutmaya başlamıştı. Han Nehrine bakmak için zeminde olan gözlerimi kaldırdım.
Tam pencerenin ardında batan güneşle parlayan Han Nehri bana gülümsediğinde çok geçmeden pencerenin hemen yanındaki bedeni fark ettim.
Gözlerini dikip bana bakan bu tanıdık bedeni görmek, daha doğrusu şimdi görmek hiç iyi değildi. Onu görmemiş gibi yapıp gözlerimi tekrar yere indirdim. Tanıyamamış, hatırlayamamış gibi... Kimi kandırıyorum ki, onu fark ettiğimi biliyordu. O yüzden hemen buradan kaçmam lazımdı. İki durak sonra inmem gerekirken metrodan hemen indim ve hızlı adımlarla yürümeye başladım.
Sokak yemekçilerinden yayılan lezzetli kokuların, dans eden gençlerin seslerinin arasında ilerlerken arkama baktım. Hemen birkaç adım ardımdaydı. Ne yapmalıydım? Eve giden süre uzamıştı, kırk dakikadan aşağı bulmazdı yürümeyle. Üstelik beni takip ediyordu. Sakin olmaya çalışarak yürümeye devam ettim.
Gürültü ve insanlar her geçtiğim sokakta daha da azaldı. Hızlı adımlarımla ilerlemeye, arada gizlice arkama bakmaya devam ediyordum.
"Bakar mısınız?" Artık ikimizden başka kimse yoktu. Yani bana mı sesleniyordu?
Durdum. O da hemen yanımda durunca başımı eğdim.
"Siz... Soyeon sen misin?" Başımı kaldırıp ifadesiz bir suratla yüzüne baktım.
"Çok.. Değişmişsin. Seni az daha tanıyamayacaktım." Evet çok değişmiştim. Kilo vermiştim, belime kadar inen saçlarımı omuzlarım hizasında kesip sürekli farklı renklere boyamaya başlamıştım. Şuan lila mesela. Giyim tarzımda çok değişmişti. Sürekli bol ve salaş şeyler giyiyordum, eskiden giydiğim feminen kıyafetleri bırakarak.
"Şey.. Nasılsın?" Cevap vermeden yüzüne bakmaya devam ettim.
"Burada olduğunu bilmiyordum. Uzun zamandır aynı şehirdeymişiz meğer." Ellerini kot pantolonunun ceplerine attı.
"Yalan söylemene gerek yok. Shownu bu şehirde olduğumu söyledi ve sende bu yüzden geldin." Yüzünde oluşan ifade haklı olduğumun kanıtıydı.
"Beni neden takip ediyorsun?" Derin bir nefes verip iki yanına baktı.
"Ne yapacağımı bilemedim. Sen misin emin olmak istedim."
"Bak benmişim. Şimdi beni rahat bırak."
"Dur, bir dakika." Neden herkes beni durdurup duruyor ki?
"Sadece on dakika. Senden sadece on dakikanı istiyorum."
"Senin gibi bir çöp parçasına değil on dakika bir saniyem bile olamaz benim."
"Sadece konuşacağız. Bir yere gitmemize gerek yok hemen şu kaldırımda oturup konuşabiliriz. Yemin ederim sadece konuşacağım başka bir şey istemeyeceğim." Dedi.
Lanet olsun ki istiyordum. Konuşmasını, benden af dilemesini ve nedenini öğrenmeyi istiyordum. Neden beni sevmediğini, neden beni küçük gördüğünü... Son günlerde neler yaptığını, Ariel'den boşandıktan sonra neler yaşadığını...
O da çok değişmişti. Hep özenle şekil verdiği saçları bu sefer her yana özensizce dağılmıştı. Üzerine giydiği gömlek ve ceketi alel acele giymiş olacak ki düğmelerini yanlış iliklemişti. Ve zayıflamıştı, çok çok zayıflamıştı.
"On dakikayı geçmeyecek." Dedim saatime bakarak.
"Tamam. Dur, nereden başlamalıyım." Elini çenesine koyup düşündü.
"Sana geçmişte bok gibi davrandığımın farkındayım. Bana ne söylesen, nasıl küfür etsen haklısın. Gerçekten sunabileceğim bir bahanem yok. Evlendikten sonra uzunca bir süre seni düşündüm. Sana yaptığım haksızlıkları, kalbi kırık bir şekilde nereye gittiğini... Seni fena bir şekilde kırdım. Karşılığında da ben kırıldım." Kaldırıma oturmuştuk. Arada sırada önümüzden insanlar geçiyor, bize garip bir şekilde bakıyorlardı.
"Ariel beni aldattı ve küçük duruma düşürerek terk etti. Benim seni küçük düşürdüğüm gibi. İşte bu beni kendime getirdi. Sana öyle kötü davrandım ki karma da bana karşılığını aynen verdi. Derin bir depresyona girdim, etrafımdaki herkesi ittim ve yalnız kaldım. Zaman ilerliyordu ama benim içimdeki hüzün bir türlü gitmiyordu. Söylesene Soyeon, senden özür dilesem bu hüzün gider mi?" Yüzüne baktığımda fark ettim üzüntüsünü. Hep mutlu ve enerjik olan Jooheon ilk defa karşımda böyle üzgün görünüyordu. Gözleri dolmuş, dudaklarının kenarları aşağı düşmüştü.
"Bütün kalbimle, tüm içtenliğimle senden özür dilerim Soyeon. Yaptığım her şey için beni affet."
HELLLOOOOOOOOOOO.
BEN GELDİM.
UMUYORUM Kİ SONRAKİ BÖLÜM HEMEN GELİR :))))))))
![](https://img.wattpad.com/cover/153049998-288-k997475.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Under The Same Sky₪leejooheon
Fanfic"Aynı gökyüzünün altında olduğumuz sürece beni sevmemen sorun değil." ©LadyAvenger