everything is beautiful.

165 16 6
                                    

bu çok farklı bir his. 4 yıl önceki en samimi yuvana veda edip daha önce adını duymadığın yerlere gidip oraya kendini ait gibi hissetmeye çalışmak. bu çok zor, çok.

aslında, bu benim için çok korkunç bir kabus değildi. her zaman özgüvensiz, hakkını koruyamayan biri olmuşumdur. ve bunları aşmam için farklı bir yere gitmem gerekiyordu. kendi seviyemdeki bir yere. kimse kimseyi iyi tanıyamıyor, o yüzden baskınlık kurmaya çalışmıyorlardı. bu benim işime geliyordu, annemden ve babamdan bol bol öğütler alıyordum ve insanlarla konuşmadan önce söylediklerimin mantık çerçevesinde olmasına dikkat ediyordum.

okulumdakilerden bahsedecek olursak, şu an Juleka ve Ivan benim tek ve en iyi arkadaşlarımdı. gerçekten çok komik insanlardı ve onların yanındayken üzgün olmak pek mümkün olmuyordu. çoğunluk gencine hitap ettikleri için onlar başka kişilerle iletişim kuruyor, böylece onların sayesinde ben de yeni kişilerle tanışıyordum. ancak bazen okul görevlerini tam yerine getirmem bir dalga konusu oluyordu, ben de gülüp geçiyordum işte.

okulun ilk haftaları sınıfımızdakilerle sosyalleşerek geçirdik. ne kadar mevsim sonbahar olsa da bahçede oturuyor, konuşuyor ve başka insanları beynimize kazımaya çalışıyorduk. 1. sınıflara gözüm az buçuk alışmıştı ama 2,3 ve 4. sınıflar o kadar uzak geliyordu ki onlara bakmak pek ilgimi çekmiyordu.

bir gün yine bahçede oturuyorduk. aniden yağmur bastırdı. pıt pıt küçük damlalar, kurşun hızında damlamaya başladı. bu o kadar kısa bir sürede gerçekleşti ki, içeri girebilen çoğu kişi ıpıslaktı. dışarıyı resmen sel götürüyordu, başka dışarıda kalan var mı diye bakarken, şu sarı kafa ve yanında bir çocuk mahsur kalmışlar gibi görünüyorlardı, boyu yaklaşık 10 santim olan çatı bir düzlüğe sıkışmışlar, şapkalarını kapatmışlar gülüşüyorlardı. yapacak hiçbir şeyleri yoktu, çünkü yağmura çıkarlarsa fena halde üşütecek ve hasta olacaklardı. herkes onların nasıl geleceğini merak ediyordu. içerde kurulanmaya çalışan insanların sesleri düşüncelerimi etkilemiyordu. camdan dışarı bakıp sarı çocuğa ve yanındaki esmer çocuğa bakıyordum. sonra birden hareketlendiler. hırkalarının fermuarını ve şapkalarının iplerini sonuna kadar çekip,  tüm kafalarını korumaya aldılar. ondan sonra, suluk yerin daha az olduğu yerden yaklaşık 5 saniyede okulun kapısına ulaştılar. bu kadar hızlı olmalarına çok şaşırdım. sarı kafa içeri girerken, elleriyle saçını yavaşça geriye attı ve bir kaç damla havaya savruldu, yeşilimsi gözlerini benle buluşturmuştu, sıcak bakışları içimi ısıtmıştı. biraz utandım ve önüme döndüm. onlar kurulanmaya başlarken, 1 saatlik okul arası verilmişti. ben de dışarı baktım, ıslanananlara baktım. çok eğleniyor gibilerdi. karmaşanın içinde kapıdan sıvrılıp arka bahçeye çıktım. burada kimseler yoktu. yavaşça eğilip topraktaki solucanları izledim. kıpır kıpır bir bu yana, bir o yana gitmeye çalışıyorlardı, acale ediyorlardı.

solucanlara ne kadar çok benzediğimi fark ettim. etrafımdaki hiçbir şeyi incelemiyor, sadece olaylar skalasında yaşıyordum. kafamı yavaşça yukarı kaldırdım, yağmur hala sert ve sık bir şekilde yağıyordu. havadan süzülerek yere iniş yapan damlacığı seyrederken, suda bir yansıma gördüm. kafamı kaldırıp karşımdaki kişiye baktım, sarı kafa duruyordu. ne yapacağımı bilemedim o yüzden o bir şey diyene kadar konuşmama kararı aldım. bir süre birbirimize haber vermeden aynı şekilde yerde oluşmuş su birikintisinde birbirimizin yansımalarını izledik. kafasını kaldırıp bana baktı.

çok ıslanmış gözüküyorsun, hadi içeri geç.

bu beni çok utandırmıştı, daha adını bile bilmediğim birinden öğüt alıyor idim. onun üstüne baktım, hala kurumamış hatta üstünde çamur izleri vardı. etrafıma bakınırken düşündüm. ıslak bir şeyi ıslatmak, aslında ıslatmamaktır.

theater club and freaks | lukanetteHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin