Bir elinde kitabı, bir elinde sıcacık kahvesiyle sabahın erken saatinde işe gitmeden önce kafasını boşaltıyordu. Ekrem kitap okumayı ve okuduklarını tıpkı bir kaydedici gibi belleğinde biriktirmeyi seviyordu.
Okuduğu kitaplardaki neredeyse hiçbir cümleyi unutmaz, zamanı ve mekanı geldiğinde insanların önüne sunardı. Onun bu özelliği karşısında karşısındaki insanlar ona hayran hayran bakarlar, hatta bazıları hafif bir kıskançlık bile duyabilirdi.
Mutfaktan gelen uyarı sesiyle kafasını kaldırıp fırına baktı. Elindeki kitabı yanındaki masaya bıraktı ve kahvaltıda yemek üzere hazırladığı ekmek pizzayı almak için fırına ilerledi. Kapağını açıp pizzayı aldıktan sonra masasına yöneldi.
Hızlıca kahvaltısını edip kahvesinden de son yudumunu tadını çıkararak aldı. Adeta hayatı yeniden bulmuş gibiydi. Kahvesiz bir dünya onun için düşünülemezdi.
Evden çıkıp arabasına doğru ilerledi. İşyeri çok yakındı bu yüzden çok erken çıkması gerekmiyordu. Zaten biraz da bu yüzden bu semtte bir ev tutmuştu. Trafikten ve insanlarla uğraşmaktan nefret ediyordu. Zaten kim sabahın bu saatinde trafik severdi?
Biraz ilerledikten sonra arabayı kenara çekip sahil yolunda durdu. Saate baktığında henüz bir saati olduğunu farketti. Biraz deniz havası alsa, sabah sabah ciğerleri bayram etse hiç fena olmazdı.
Yavaş yavaş deniz kenarına kadar yürüdü. Diri rüzgar saç diplerinden başlayıp yüzünün her zerresine tokat gibi iniyor, vücudunun titremesine sebep oluyordu. Denizi şu yüzden çok seviyordu: bazen bir çocuk kadar sakin, bazen de ele avuca sığmaz bir delikanlı gibiydi.
Ellerini ceplerine koyup sahili arşınlamaya başladı. Denizin sesini, martıların çığlıklarını, insanların hareketlerini dinledi. Dünya dönüyor, deniz akıyor, insanlar koşturuyor, Ekrem ise sadece onlara tanık oluyordu.
O anda ayağının az ötesine düşen saat ilgisini çekmişti. Görebildiği kadarıyla eski ve değerli bir şeye benziyordu. Belki de en az 50 yıllık anısı vardı. Ekrem'den daha çok şeye tanık olmuştu şu fani dünyada. İçgüdüsel olarak eğilip almak ve sahibine teslim etmek isteği geçmişti içinden. Anılar onlara sahip çıkanlar için değerliydi.
Saati almak için eğildiği sırada karşısına ayakkabılarından hanımefendi olduğunu anladığı biri daha eğildi. Kısa bir an bakıştılar. Ve o an kalbine bir şeyler saplandığını hissetti. Bıçak dese değildi, bu kesinlikle daha sivri bir şeydi.
Hayatında böyle güzel renkte ve böyle özel bakan bir çift göz görmemişti. Bu gözlerin rengi menekşeydi. Daha önce böyle bir rengin varlığından bile şüpheliydi. Ama şimdi biraz daha bakmak istedi o gözlere. Keşke ürkek bir ceylan gibi kaçırmsaydı gözlerini dedi içinden. Resmen birkaç saniye baktığı şu gözler onu canevinden yaralamıştı.
Kendisinden utanan kadın hemen birkaç adım kaçtı. Kafasını önüne eğdi ve saati almak için elini uzattı. Ah biraz daha bakabilseydi o gözlere; bakabilmek için saati biraz daha vermemeye razı olurdu.
Kadının avucuna saati bir tüy gibi bıraktı. Bu güzel gözlü utangaç hanımı daha fazla rahatsız etmek istemiyordu, ama gönlü de bir parça hala gözlerine gönlüyle bakmak niyetindeydi.Kadın teşekkür edip aceleyle uzaklaştı. Arkasından hülyalı bir şekilde bakıp kaldı Ekrem. Efrum onun gönlünde gözlerinin güzelliğiyle bir taht kapmıştı. Aklı gördüğü bir çift menekşe de takılıp kaldı. İki saniye bakmakla insan nasıl olur da sarhoşa dönerdi? Bir ömür bakacak olsa ayık kalamayabilirdi.
Aklından ve gönlünden bir parçayı bir çift menekşeye kurban vermiş bir halde arabasına doğru ilerledi. Aşk şarabından içmiş manen sarhoş bir halde işyerine doğru hareket etti. Bedeni arabada işyerine ilerliyorken; aklı, ruhu ve kalbi hala sahilyolunda o menekşe gözlere takılıp sarhoş olmak ile meşguldü. Ancak kısa süre sonra tekrar menekşe gözlere kavuşacak ve bu sarhoşluğu yerini tatlı bir sevdaya bırakacaktı.
Ancak ne Ekrem, ne de Efrum bu tevafuk dolu karşılaşmayı henüz bilemeyecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Menekşe
Fiksi UmumEfrum; Adı gibi çiçek, Gözlerinde çiçeklerin en güzel rengini toplamış, Bakışları değdiği yüreği hoplatırdı. Ekrem; Efendiliğin vücud bulmuş, ete kemiğe sığmış haliydi, Gözleri harama değince kalbi kor ateşlerde kavrulurdu. İkisi de bir tevafuk eser...