YENİDEN //

2.7K 121 14
                                    

Başımı kaldırım taşlarından kaldırıp yanımda yürüyen insanın yüzüne baktım. Varlığı, elimi tutması dahi huzurdu. Yalnızlığın zincirlerini, umutsuzluğun çığlıklarını bastıracak kadar. Ve bu insan benim yanımdaydı. Bunu hakedecek bir şey yapmam gerekiyordu. Kendisinin bile farkında bile olmadığı bir etkisi vardı üzerimde. İnsan yanında bir nefese ihtiyaç duyuyordu, korktuğunda sarılabileceği kollar istiyordu. Sadece gözlerine bakabileceğin bir insanı beklediğin yılların geçmedi mi hiç? Herkesin yüzüne bakıp kendinden bir parça aradığın. Her köşe başından çıkıp geleceğini umduğun o insan. Sanki senin için yaratılmış olan. Konuşmadan da anlaştığınız, dokunmadan da hissedebildiğiniz. Tüm düşüncelerinizin kendini uçurumdan aşağı bıraktığını hissettiğiniz dakikalar. Beynin ve hatta kalbin işlevini kaybettiği. Tüm alınan kararların, hedeflerin şaşırdığı o kısacık anda yanımda bulduğum insandı o.

Kaldırımdaki çizgilerin arasında kendimi bildim bileli oynamaktan bıkmadığım o saçma düzene uyarak ilerliyordum. Çizgiler arasında koşarcasına ilerlerken Barış'ın bana baktığını dakikalar sonra farkettim. Daha birkaç metre gerimizde hastanenin o büyük kapısını görebiliyordum. Ellerimi havaya kaldırıp teslim olmuşçasına ''Tamam, duruyorum.'' dedim. Arkasını dönüp otoparka gittiğinde arkasından o çocuksu gülümsememle bakıyordum.

Arabayı parkettiği yerden çıkarıp bulunduğum yere getirmesi için ben o ağacın altında daha ne kadar bekleyeceğimi düşünürken büyük kapıdan çıkan gri araba önümde ani bir frenle durduğunda en azından camı açmasını bekledim. Gözlerimi devirip gövdesine yaslandığım ağacın yanından ayrılıp arabanın önünden geçip kapıya ilerledim. Ama Barış Bey'imiz durur mu? Ben kapıyı açıp yanına oturana kadar kornaya yapışmışçasına basmaya devam etti. Neyin normalliğini ya da anormalliğini tartışıyorsam ben de, bu insan benim yanımdaysa normal kalamazdı zaten.

Arabanın kapısını gürültüyle açıp yine aynı şekilde gürültüyle kapattım. Normal bir gümümüz geçsin, lütfen. Hastaneden çıkmamam gerekiyordu, bu hataydı. Kabullenip o odada boş duvarları izlemem gerekiyordu. Hayatım boyunca da istediğim bu değil miydi zaten? Kitaplarım, kulaklığım, zihnimi ele geçirmekten bıkmayan düşüncelerim. Tüm gün dört duvar arasında kalma fikrini neden bu kadar kabullenebilecek durumda olduğumu açıklayamasam da düşünüldüğünde itiraz etmeyeceğim bir şey olduğu da gerçekti. Yanıma gelen insanların saatlerce konuşmalarına karşın, ukalaca bir bakış atmak... Ya da küçük bir gülümsemeyle karşılık vererek geçiştirmek. Sadece düşüncelerinle baş başa kalmak ne kadar kötü olabilir ki? Hem ne kadar sürerdi ki bu en fazla? Tamam, kendime acımak için fırsat kollayan bir insanım belki. Kabul. Ama ne yapabilirim? Savaşamam ki ben hiçbir şeyle. Başıma gelen ilk şeyde kabullenip kat be kat fazlasını yaşamama sebep olurdum. Binlerce insan, defalarca konuşmaya çalışsa vazgeçiremezdi beni herhalde. Ama Barış... O hayattaydı. Ve eğer o da benim bir parçam ise o bu hayattayken ben vazgeçemezdim. Onu geride bırakmak en büyük hatam olurdu. Onu bırakmak. Onun beni bırakması. Ah, düşüncesi bile günlerce uyutmayacak kadar berbattı. Her nefes aldığında göğsüne batacak bir bıçak sanki. Düşünmek bile bu kadar yaralarken bir insanı gerçekten kaybetmek... Sesini duyamamak, nefes almadığının zihnine kazınması. Onun cümleleriyle yaşarken, kelimelerine muhtaç kalman. Gözyaşlarının bile vücudundan acıyı atamaması. Nasıl bir acıdır düşünmedim, düşünmek istemedim.

Emniyet kemerini omzumun gerisinden çekip kilide geçirirken önüme düşen saçlarımın arasından Barış'a baktım. Birkaç saat içinde arabayı çalıştırmayı akıl ederdi umarım. Öylece durmuş bana bakıyordu. Derin bir nefes alarak önüme döndüm. Arabanın camından yolun karşısına bakarak gözlerimi kaçırmaya çalıştım. Çeksene çocuk bakışlarını üstümden. Geriye yaslanıp, başımı ona doğru çevirmeden konuşmaya başladım.

'UMUTSUZ ZİHİNLERDE SONSUZ GÜNIŞIĞI'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin