4|çünkü bir cümle bir bıçaktan keskin olabilir.

109 17 22
                                    

Benliğimizi saran üzüntü hissi elbet bir gün geçer. Geçer de, bizde bıraktığı etkiler öyle kolay geçmez. Gözyaşları öyle kolay dinmez, içimizde tuttuğumuz, tutmaya çalıştığımız hıçkırıklarımıza dur diyemediğimiz için bazen, sebebi yokmuş ya da küçük bir çocukmuş gibi saatlerce ağlamayı seçeriz. Çünkü bunun yaşı yoktur, büyüdükçe ağlamamayı değil, yalnız başımıza kaldığımızda ağlamayı öğreniriz hepimiz. Güçsüzlüklerimizi bir başkasının önünde dökmektense, canlı olmayan bomboş duvarlara anlatırız, soğuk duvarlara vura vura ağlarız bazen, tüm hıncımızı çıkartmaya çalışır gibi soğuk ve hissiz duvarlara... Ama onlar suçlu değildir. Umursamayız.

Zaten biz çok suçlu olup olmamasına bakmayız, önümüze gelenden çıkartırız hıncımızı. Çok canımız acıdığından, diğerlerini öldürecek şeyler söyleriz hep, sonra umurumuzda olmaz diyemem, öyle umurumuzda olur ki yaptığımız şeye ve kendimize lanetler savururuz, bu sefer kendimizden çıkartırız tüm sinirimizi, mahvolana kadar uğraşırız işte. Sonra kalplerimiz birer katil olduğumuz gerçeğini kabullenemez asla, işte tüm bunlar ruhumuzu yavaşça öldürür. Öylesine yavaş ki, öylesine hissedilebilir ki tüm kırıklarımızı ve kalbimize batan bütün o ölü güllerimizin dikenlerini teker teker hissederiz, umurumuzda olmadığını söylesek bile, öyle acır ki canımız; bu hisse alıştığımız vakit, geçmediğinden, tüm duygulardan arınmış hale gelir ve artık hiçbir şey istemeyiz. Ve işte o zaman, çok şey hissetmiş olduğumuzdan, artık hiçbir şey hissetmediğimizden, süslü cümlelerimiz olur bizim. Anlamlı olurlar öyle birkaç kelime bir araya yanlışlıkla gelse bile.

Çok süslü cümlelerim vardır benim, hepsini ölü güllerimin sahibine adadığım. Öyle çoklardır ki ben de bilemem nereye kadar konuşabileceğimi, en fazla ne kadar anlatabileceğimi. Sınır çizemem asla, ölü güllerimin sahibine çok fazla şey söylemek istediğimden, bir sürü soramadığımdan solmuş olan sorularım olduğundan, sürekli verilmekten yıpranmış cevaplar aldığımdan, hep söylerim cümlelerimi. Cümlelerim hep siyah dolma kalemimden sarı sayfalarıma dökülür fakat yüzüne değil. Çünkü birkaç kelimenin bir araya gelerek oluşturduğu iki satırlık bir cümle, sadece bir-iki nota ile söylenmiş olmasına rağmen, bazen bir bıçaktan daha keskin olabilir. Ben ise hiç istemem onu incitmeyi, kalbine batan dikenlerin benim kitaplarımın arasında kuruttuğum ölü güllerimin dikenleri olması ihtimalini düşünemem bile. Düşünsem nefes alamam birkaç saniye, ölür giderim belki sonucunda.

Bazen çok güzel severiz, bazen çok güzel gideriz, bazen ise öyle kalırız ki tüm kalemler saygı duyar bize. Çünkü öyle kolay değildir kalmak, her sokağında başka anılara sahip olduğun bir şehirde gezmek o kadar kolay değildir. Köşeyi döndüğünde bazen, kaşına çıkan tanıdık sokak lambaları, bir zamanlar birlikte oturduğunuz o banklar, birlikte girdiğiniz gayet küçük bakkal sadece o şehirde birbirini çok iyi tanıyan yabancılara sahiplik ettiğinde yaşaması zorlaşır.

Ve ben kalamam da, gidemem de. Her sokağını bir sürü anılarla rengarenk bezediğim bir şehri bırakıp öyle kolayca gidemem. O da gidemez, dediğim gibi, o alışık olmadığı hiçbir şeye gidemez, bu şehirden gidemez. Oturduğumuz bankları ve gülüşlerimizin yankılandığı bu sokakları bırakamaz öyle çabuk, yine döner. O hep bana geri döner, tüm yaralarıma ve kalbime batan tüm dikenlere aşina olduğundan gitmek zor gelir. Bir başkasından yaralar almış başka birini anlayamaz o, iyileştiresi gelmez ya da ölen ruhları adına birer ölü beyaz gül hediye etmez. O hep gelir ve benim ölen ruhuma beyaz güller armağan eder. Solmuş bahçelerine, der. Ve ben de ona pembe bir gül veririm. Solmuş bahçelerine, diyerek. İşte bizim küslüğümüz tam da bu kadardır.

Gitmiş olmasının üzerinden geçen günleri sayarak her gün aldığım bir ölü gülü daha diğerlerinin yanına, vazoya bırakıyorum. Yokluğunda kırıldığım her gün üzerine bir gül koyuyorum vazoya, kapının dışında duran vazoya. O da girmeden önce hep sayar, kaç tane gül koyduğumu, ne kadar kırıldığımı... Sonra elinde beyaz güllerden bir buketle gelir, bir tane gülü mutlaka fazladır çünkü her bir gülüyle bir kırığımı iyileştirir, son kalanıyla da özür diler ve ben de affederim. Çünkü beş dakika sonrasında yaşayacağımdan emin değilimdir, mezarımın üzerine dökülmüş bir düzine gül de pek ilgimi çekmez ve artık bir önemi olmaz.

Sonra hayal meyal kapının açılma sesi dolduruyor kulaklarımı, oturduğum yerde dikleşip kapıya çeviriyorum gözlerimi. Beyaz güllerden oluşan bir buket karşılıyor beni. İçinde tam yirmi bir tane gülle.

E sonra ne yapayım ben de, kızıyorum kırıyorum ama yine de topluyorum ortaya saçılmış olan bütün kırıkları; benimkileri de, onunkileri de...

Dead RosesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin