Ertesi gün oldu. Ayda sabırsızlıkla adama cevap vermeyi ve yeni eğitimler yapmayı istiyordu. Annesinin su çekmesini söylemeden önce Bayındır' ı da yanına alarak dereye gitti. Ve adamı orada gördü. Ayda adamı görememekten çok korkmuştu. Selamlaşmadan sonra adam Ayda' ya sorduğu soruyu tekrar sordu: "Hedefin ne?". Ayda içini çektikten sonra: "Asker olmak" dedi. Adamın yüzünde bir tebessüm oluştu. Tekrar düşünmesini söyledi. Ayda düşündükten sonra yine aynı cevabı verdi. Bunun üzerine adam:
-Bak Ayda, bizler milletimizi canımızdan çok severiz. Ve bu millete hizmet eden devlete hizmet etmek isteriz. Yani devlete hizmet ederek, millete hizmet etmiş oluruz. Yaptığımız hizmette, ister hekim, ister öğretmen, ister asker olalım bu fark etmez. Herkes bir şekilde devletine hizmet eder. Demem o ki, hedefin asker olmak olmasın, devletine hizmet etmek olsun."
Ayda bu sözler karşısında çok etkilenmişti. Adeta beyninde fırtınalar kopuyordu. Adamın sorduğu soruyu şimdi daha iyi anlamıştı. Aslında o sadece bir soru değil, aynı zamanda bir dersti. Adam, anlattıklarını düşünmesini ve iyice dinlenmesini söyleyerek, Ayda' yı uğurladı.
Ayda yolda ilerlerken beyni sarhoş gibi olmuştu. O an nerede olduğunun bile farkında değildi. Adamın söyledikleri kulaklarında çınlıyordu. Bir an yerden kafasını kaldırdı ve çevresine baktı. Burası her zaman ki gittikleri yol değildi. Ayda düşünürken yolu şaşırmış, Bayındır ise Çildu ile oynarken fark etmemişti. Gitmeleri gereken yoldan yarım kilometre uzaktalardı. Ayda kardeşine sitem ederek hızla yollarına doğru ilerlemeye başladı. Çünkü buralar, Kürsünler' e aitti. Eğer onlardan biri fark ederse, Ayda ve kardeşine zarar verebilirlerdi. Ayda bulundukları vadiden aşağı doğru iniyor bir yandan da etrafına bakınıyordu. Ve birden Bayındır' ın "Ah!" sesi ile irkildi. Geriye doğru döndü ve kardeşine baktı. Bayındır yere düşmüş, kapları devrilmiş ve kaplardan dökülen sular ile üstü çamur olmuştu. Hemen kardeşinin yanına koştu. Ve ona ne olduğunu sordu. Bayındır, ayağının burkulduğunu ve çok acıdığını söyledi. Ayda, kardeşinin bu durumuna üzülüyor aynı zamanda yakalanmamak için acele etmeleri gerektiğini düşünüyordu. Bayındır ağlamaya başladı. Abisi, ayağını ovalıyor ve onu teselli ediyordu. Bir süre sonra Ayda: "Kardeşim ayağın acıyor, ama ilerlememiz lazım. Yoksa başımıza daha kötü olaylar gelebilir." Dedi. Bayındır başını salladı ve kalkmaya çalıştı. Acısı hafiflemişti. Yavaş yavaş ilerlemeye başladılar. Ayda hem kardeşine bakıyor hem de etrafına bakınıyordu.
Kürsünler çok kaba ve medeniyetsiz bir milletti. Temizlik ve hoşgörü onlarda bulunmayan olgulardı. Günlük yaşamda bile kuralları yoktu. Hatta kural koyacak bir devletleri dahi yoktu. Başı boş gezerlerdi. Güçsüzü ezer, güçlüye ise yalakalık yaparlardı. Bir Kürsün, daha ilk bakışta tanınırdı. Vücutları kıllı ve pis görünürdü. Kendilerine has kötü bir kokuları vardı. Babası, Ayda' ya bunları detaylı bir şekilde anlatmıştı. Ayda bunları bildiği için bulundukları yerden ayrılmak istiyordu. Ve işte, kendi topraklarını işaret eden o görkemli ağacı görmüştü. Ayda ve kardeşi soluk soluğa kalmışlardı ama daha da hızlandılar. Neredeyse koşmaya başlamışlardı. Ağaca on adım kalmıştı ki, Ayda' nın sağ omzuna çok yakın bir şekilde ok geçti. Ayda, okun yelini hissetmişti. Hemen arkasında olan vadinin üstüne baktı. Orada bir adam, elinde yayı ile Ayda' ya bakıyordu. Bu bir Kürsün' dü. Ayda: "Koş!" diye bağırdı ve ağacı geçtiler. Çok korkmuşlardı. Adeta ölümden döndüler. Hızlarını kesmeden yola devam ettiler. Ayda' nın, Kürsünler' e olan öfkesi kabarmıştı. Ya kardeşine bişey olsaydı. Bayındır ile bu konuyu kimseye söylememek adına sözleştiler. Çünkü anneleri bu durumu öğrenirse onları bir daha su çekmeye yollamaz, Ayda da asker ile eğitim yapamazdı. Eve vardılar, yemek yediler ve sessiz bir şekilde uykuya daldılar.