0;

2.2K 150 309
                                    

(olayların tarihi gerçeklikle alakası yoktur)

Hava, Çin ve Rusya sınırındakinden çok daha sert ve boğucuydu. Yolcular saate bakamayacak kadar yorgun ve çökmüş haldeydiler. İki haftadan çok daha uzun süren bu yolculuk elbette yolcuların üzerinde, az hareket etmekten ötürü kasvetli bir havanın hakim olmasına sebebiyet verdiğinden tren içinde bir sessizlik de hakimdi. Üçüncü mevki vagonların bulunmamasına rağmen, içerisi tıpkı üçüncü mevki vagonlar kadar kalabalıktı. Buna rağmen çoğu kişi yakın çevrenin yatırımcılarıydı ve herkes Saint Petersburg'da inmeyi bekliyordu.

Hava yavaş yavaş aydınlanırken Seokjin de gözlerini yavaş yavaş araladı ve cam kenarında olduğundan aydınlık hissini en rahat şekilde hissetti. Öylesine bitkin hissediyordu ki aslında, gözkapaklarında sanki tonlarca yük varmış gibiydi.

Diğer yolculara nazaran Seokjin'in pek de eşyası yoktu, ufak bir bavulu vardı elinde ve içinde de sadece acil durumlarda ihtiyacı olacak şeyler vardı. Ayrıca yanındaki adamlar gibi de kalın paltosu yoktu. Çin sınırı pek de soğuk sayılmazdı, ona göre giysileri vardı lakin Rusya'nın soğuğu felaketti, Seokjin üşüyordu.

Çevresindeki Doğu Asyalıların dediklerini az çok anlayabiliyor olsa da Rusların ne dediğini hiçbir şekilde anlayamıyor, yanında oturan Rus adamın sorularını hep cevapsız bırakmak durumunda kalıyordu. Bu durumdan sıkılmıştı, kendini dışlanmış ve yabancı hissediyordu çünkü Ruslar arasında. İşin gülünç tarafı ise Saint Petersburg'da inecek olmasıydı. Rusça bilmiyor, farklı görünüyor ve beş parasız halde trende yolculuk yapıyordu.

Sabahın çok erken saatleri olması sebebiyle karnı açtı, gözlerinde hala uykunun izleri vardı ve sanki ateşi varmış gibi, kırgın hissediyordu. Tren yolculuğu onu adeta harap etmiş, yolcuların çokluğuyla hırpalanmıştı. İri yarı Rus adamların yanında elbette ufak kalmıştı, oturduğu yerde sıkışmış ve bunalmıştı.

Trenin içindeki insanlar yavaş yavaş uyanmaya başladıktan kısa bir süre sonra, saat tahmin edilemez şekilde, istasyona yaklaştıklarının haberi verildi. Seokjin'in içinde, anlamlandıramadığı bir heyecan baş gösterdi birden ve oturduğu yerde dikleşerek etrafına bakındı. Şimdilik onu tanıyan, onun hakkında bir şeyler söyleyen kimse olmamıştı. Sınırdaki istasyondan insanlar bile onu umursamamıştı. Bu iyiye mi yoksa kötüye mi işaretti bilinmezdi lakin Seokjin kendini güvende hissediyordu. Beş parasız ve varacakları yerin dilini bilmiyor olsa dahi sıkıntı etmemişti kendine bunları kısa bir anlığına. Çünkü başkalarının onu tanıması, onun için çok daha büyük bir korkuydu.

İstasyona varmaları, en fazla yarım saatlerini almıştı ve memurlar sorunsuz bir şekilde herkesin trenden indiğinden emin olmuştu. Uzun zamandır hareket etmemenin verdiği ağırlıkla Seokjin trenden iner inmez gerindi ve ağrıyan bacaklarına umutsuzca baktı.

İstasyon bile oldukça soğuktu ve esen rüzgar kuruydu. Karların eridiği sıradan bir kasım sabahı olsa bile havanın soğukluğu hiç değişmiyordu. Petersburg elbette Doğu Asya kadar sıcak değildi, Seokjin'in buna uygun herhangi bir kıyafeti de olmadığından bulabildiği en kalın kürke sahip paltoyu almış ve saraydan o şekilde ayrılmıştı.

Saray içinde yokluğunun erken fark edileceğinden pekala haberdar olan Seokjin, daha önceden anlaştığı bir saray görevlisinin yardımı ile kaçmıştı. Adamın kralın emrinden çıkıp da prensin emrine uyması kulağa tuhaf kaçıyor olsa olanlar olmuştu çoktan ve Seokjin, Çin-Rusya sınırındaki özerk bir bölgenin prensi olarak Saint Petersburg sınırları içerisinde, tamamen savunmasız bir halde varlığını sürdürüyordu. Hayatının tamamını saray sınırları içerisinde geçiren genç Prens Kim Seokjin, oradaki varlığından bunalmış ve böylece saraydan kaçmıştı.

Seokjin, saraya getirilen kölelerden biri ile kralın gayrimeşru oğluydu. Annesinin kimliğinin belirsiz bir köle olması, Seokjin'in hayatında diğer kardeşlerinden hep geride kalmasına sebep olmuştu. Hayır, Seokjin belki de diğer kardeşlerine nazaran çok daha güzel bir yüze sahip olabilirdi ve çok daha aklı başında bir oğlan olabilirdi lakin kraliçe tarafından sevilmeyen tek çocuktu. Seokjin'in varlığı, kral ve kraliçe arasında anlaşmazlık çıkmasına kadar rahatsız edici olarak kabul edilmesine karşılık kralın yoğun ısrarları ve emirleriyle Seokjin öldürülmemiş, bir prens olarak yetiştirilmişti. Belki de saraydaki diğer çocuklardan çok daha kötü şartlarda büyütülmesine rağmen aralarında en mantıklı hareket etmeyi bilen ve en olgun olan yine Seokjin olmuştu. Bu yüzden kral tarafından seviliyordu lakin kraliçenin ve annelerinin aklına uyan kardeşlerinin baskılayıcı tavırlarından bunalmıştı.

Seokjin, bir prens olmasına rağmen sarayda her geçen gün istenmediğini hissettiğinden, yuvası bildiği sınırlardan ayrılmıştı. Bu onun için elbette yıkıcı olacaktı, sokaktaki hayat saraydakinden epey bir farklıydı. Burada kimse onun önünde eğilmiyor, kimse o istediğinde ona yardımcı olmuyordu. Konuşulan dili bile anlamıyordu Seokjin.

İstasyondan çıkmak yerine oturacak bir yer bulup kendine, öylece elinde bavulu ile insanları izledi. Ağzından tütününü eksik etmeyen insanlara baktı uzun uzun. Eğer biri onun insanlara dik dik baktığını fark etse idi, muhtemelen tekmelenirdi ya da oradan kovulurdu. Şanstır ki kimseler Seokjin'i fark etmiyordu. İri yarı insanlar arasında kaybolmuştu adeta. Yürürken ona çarpanlar, görmezden gelerek itekleyenler ve daha birçok şey... Öylesine rahatsız hissediyordu ki içinde bulunduğu durumdan, hangi kelimelerin bu rahatsızlık durumunu en iyi şekilde tanımlayabileceğinden emin bile değildi. 

Oturaktan kalkıp yorgun adımlarla istasyon çıkışına yürüdü. Paltosuna sıkıca sarılıp sert esen rüzgarı dinledi. Nereye gideceğini bilmiyordu, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Sadece bir mucizeye, ufak bir şansa belki de, ihtiyacı vardı. Lakin ne var ki dünyaya bile şansız halde gelmiş Seokjin'in bu Rus kentinde şansı nereden bulacağını kimseler bilemezdi.

Tanrı biliyordu ama.

Seokjin tam da istasyonun önüne çıkmış, soğuğu iliklerine kadar hissederken bir şey oldu.

Korku ile koşan bir oğlan Seokjin'e çarptı. İkisi de yeri boyladı.

İnsanların rahatsız olmuş bakışları altında ezilip kalan ikili, öylece yere, kararın üstüne yığıldıklarında oğlan acele ile yağa kalkmaya çalışmadan önce Seokjin'e baktı.

O da benden, diye geçirdi içinden oğlan. Ardından Seokjin'in gerçek manada kim olduğunu umursamadan kolundan tuttu ve onu da peşinden sürükleyerek koşmaya devam etti. Seokjin ise yaşadıklarının şoku ile panik bir şekilde onu çekiştirerek koşan oğlanın peşinden sorgusuz sualsiz gitti. 

__________________

MERHABALAR
3. kişi ağzından yazmakta gerçekten çok kötüyüm ama DENİYORUM

Umarım bu kısacık giriş bölümü sizde ufacık da olsa merak uyandırmıştır😭💘

Okuduğunuz için teşekkür ederim, beğeneceğini düşündüğünüz arkadaşlarınız varsa ficimi lütfen onlarla paylaşın 🥺 buraya da etiketleyebilirsiniz💘💘

Saint Petersburg İstasyonu | TaejinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin