Soğuğu en derinden hissediyor, yüzüme çarpan rüzgarın canlı hücreleri öldürürcesine sert esişine karşı koyamıyordum. Tıpkı bir merdümgiriz gibiydim; durmuştum, kalabalığa korku ile bakarken yapabilecek hiçbir şeyim olmadığına kanaat getirdikten sonra da adımlamıştım istasyon önüne doğru.
Bineva halde etrafı izlerken bir şey oldu. Bahtsız ben, birden ali baht çıkarak bir beyefendiyle çarpıştım. Doğrusu, bana çarpan beyefendiyi görmemiştim; başka bir tarafa bakıyordum ve dalgındım. Tren yolculuğunun ağırlığını henüz atamamıştım üstümden ve uzunca bir süre de atamayacak gibiydim.
Bana çarpan beyefendi, ikimizin de yeri boylamasına ve üzülerek söylüyorum ki dirseklerimin üzerine ağırlığımı vermeme sebep olduğundan yüzüm acı ile buruştu. Öylece oturmak ve kalın paltomun beni koruyamamasının ardından acıyan dirseklerimi ovalamak istedim. Zira canım ciddi manada acımıştı.
Ne var ki buna fırsat olmadan, bana çarpan beyefendinin acelesinden midir bilmem, kolumdan kavradığı gibi beni yerden kaldırıp peşine taktı. O önümde, ben arkasında, nereye gittiğimizi bilmeden sürüklendim. Buna karşı çıkmaya fırsat bile olmamıştı. Sadece yüzündeki korku dolu ifadeyi aklıma çok net kazıyabilmiştim. Yüzüme çok dikkatli bakmasa da ikimizin de Doğu Asya taraflarından olduğu oldukça barizdi.
O hızlı bir şekilde koşarken benim de arkasından onu takip etmem belki de gülünç bir görüntü yaratıyordu bu şehrin ortasında lakin peşine takılabileceğim başka kimseler olmadığından bu beyefendiye güvenmek ve onun ardından bir yere varmak durumundaydım. Henüz ağzımızı bıçak açmamış, sadece koşmuştuk.
Artık nefesimin kesildiğini hissettiğimde durmuş ve kendimi taştan duvarlara vermiştim. Tıpkı benim gibi, o da kendini taştan duvara yasladıktan sonra soğuk havanın ciğerlerimi cayır cayır yakmasını çok da umursamadan ağzımdan derin nefesler alarak ona baktım. Onun da göğsü aşağı yukarı şekilde, çok hızlı hareket ediyordu. Elbette o benden çok da yorgun olmalıydı, ne zamandır koştuğu ve neden koştuğu belirsizdi.
Ben ona dik dik bakarken o da benden tarafa çevirdi kafasını ve keskin bakışları benimkilere değdi. Gözlerinin altı sıradan bir köylününki kadar çöküktü, bakışları yorgun olmasına rağmen canlılık payı da bulunduruyordu. Üzerindeki paltosu da -belki benimkinden bile inceydi- eski olduğunu her yerinden belli ediyordu.
İçimde hissettiğim buruklukla son bir kez derin bir nefes alıp çatılan kaşlarımla yüzüne bakmaya devam ettim. Sanki konuşmak ister gibi, dudakları öylece aralandı lakin söyleyecek hiçbir kelime bulamamışçasına dudakları yeniden birbirine kenetlendi. Çince biliyordur, düşüncesiyle ben araladım dudaklarımı. Sonuç ise tıpkı onun yaptığına döndü, kelimeler bulamadım uygun bu ana ve kapadım ağzımı. Yalnızca bakışlarımız birbirini delip geçerken alnıma dökülmüş, gözlerime batan saçlarım dikkatini çekti.
Hiçbir şey söylemedi, yalnızca kirli parmaklarını kaldırıp alnıma götürdü. Önce yabancı bir his olduğundan bu, kendimi geri çeksem bile o, parmaklarıyla gözüme giren saçlarımı geriye attırdı. Artık nefes alışverişlerimiz sankinleşmişti, göğüslerimiz o kadar da vahşice inip kalkmıyordu.
Saçlarımı geriye doğru taradıktan sonra yüzünü yüzüme daha da yaklaştırdı. Burunlarımız neredeyse birbirine değeceği sırada kendimi geri çektim ve kafamı sağ tarafa çevirdim. Ben bunu yapınca Rusça bir şeyler söyledi ama anlamayacağımı da biliyor gibiydi. Çevreye ayak uyduramayan bir yabancılık vardı üzerimde çünkü, buranın yerlisi olarak bunun farkında olduğundan emindim.
"Çin'den mi geldin?" bilindik kelimeler, gram yabancılık taşımazken kulağıma ulaştığı gibi kafamı yeniden ona çevirdim. Hızlıca onayladım onu. Sanki şok olmuştum, ağzımı açıp tek kelime söylemeye bile korkar hale gelmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saint Petersburg İstasyonu | Taejin
Fanfic「 Taejin / Vjin 」 ❝Erkekler birbirlerine aşık olamazlar veya birbirlerini arzulayamazlar, sizler şeytandan başka bir şey değilsiniz.❞ 140320-090420