Bay Tumnus'ın ayak sesleri küçük odada yankılandı, elindeki çay demliğini dikkatlice tutarken mavi gözleri bana bakıyordu. Karşımdaki koltuğa oturdu ve aramızda duran küçük masanın üzerindeki iki fincana çay döktü. Demliği yere koydu ve bana gülümsedi.
"Bu kendi bulduğum bir tarif, umarım beğenirsin." dedi.
Başımı salladım, fincanı elime alıp fincanın içindeki kırmızı renkteki sıvıyı kokladım. Gül ve kuşburnu gibi kokuyordu, biraz da tarçın. Kokusuna büyülenmiştim, bu yüzden hemen bir yudum aldım. Tahmin ettiğim gibi tadı da kokusu gibi harikaydı. Yudumum boğazımdan aşağı dökülürken gülümsedim. O sırada çayın müthiş tadı dilimde kalmıştı bu yüzden içmeye devam ettim.
"Günlerdir ilk defa gülümsüyorsun, Cyril. Ve bu da zorla yemediğin -ya da içmediğin- ilk şey olmalı, değil mi?" diye sordu Bay Tumnus, sesi çekingendi. Benim şu an yaşadığım küçük mutluluğu bozmak istemiyormuş gibiydi.
Başımı salladım. "Bu harika, çok teşekkür ederim." Boş fincanın dibinde kalmış küçük tortulara baktım ve fincanı hafif sallayıp, fincanda girdap oluşturdum. "Umarım, her şey bittiğinde bu tarifi birlikte yaparız."
"Yapacağız, bundan eminim. Ve yaptığımızda bu tarifi kimseye söyleme, bu ikimiz arasında bir sır. Küçük ve lezzetli bir sır." Gülümsedi Bay Tumnus. "Sevdin mi buraları?"
"Saraydaki karmaşıklıktan sonra burası çok iyi geldi. Özellikle de dışarı çıktığımızda duyduğum nazik ezgiler çok hoşuma gitti." Rüzgar perilerinin şarkısını mırıldanmaya başladım. "Ve ağaçlar, onlar harika. Her ne kadar dediklerini anlamasam da konuşabiliyor olmaları çok müthiş."
"O perileri duyduğun için kendinle gururlu olmalısın, çünkü onları duymak o kadar da kolay değil. Onları ancak kalbiyle görebilen, duygularıyla hissedebilen ve sessizliği duyabilen kişiler duyabilir."
"Dediğin her şey çok kibar, Bay Tumnus. İlk tanışmamızda sana kötü davrandığım için kendimden nefret ediyorum." dedim, sesim kısık çıkmıştı.
Kaşlarını çattı. "Nefret etmeni gerektirecek bir şey yok. Üstelik benim hatamdı, birden elimi omuzuna koyunca ister istemez irktin. Hem artık arkadaşız, önemli olan bu."
Yavaşça gülümsedim ve omzuna yavaşça vurdum. "Bak, bu bizim selamlaşma şeklimizdir. Yani dostlar arasında."
"Yani biz, dost muyuz?" Gözleri parıldadı.
"Evet, dostuz." dedim.
Lithium ile aramızda geçen diyaloglar aklımda fırtınalar yaratırken, düşüncelere dalmıştım. Her ne kadar kötü biri de olsa, Lithium aklımda her zaman dostum olarak kalacaktı. Ben aptal gibi ondan kaçarken düşüp bayılmıştım ve o bana günlerce bakmıştı. Usta bir aşçı gibi balık pişirmişti. Bana iyi davranmıştı, bu benim için çok önemliydi. Hayatım boyunca her zaman itilip kakılmıştım ve hor görülmüştüm, bu yüzden bana iyi davranan kişilere karşı sempati beslemem çok basit oluyordu.
Kafam karışıktı, Narnia'ya gelmeden önce Lithium bana Narnia'nın kötü bir yer olduğunu söylemişti. O koca gözlerindeki korkuyu hala hatırlıyordum. Diller doğruyu çarpıtsa bile, gözler yalan söylemezdi. Suratını önümde canlandırmaya çalıştım, o gözlerde saf korkunun alevlendiği görebiliyordum ve neredeyse beni yakacağını hissediyordum. Alev büyüyordu, Lithium benden yardım istiyordu. Ve aniden Aslan tüm ihtişamıyla kükredi.
"Cyril! İyi misin?"
Göğsüm hızla inip kalkarken nefes almaya çalıştım. Boğazıma bir şey yapışmış gibiydi, nefes almamı engelliyordu. Ellerimle boğazımı sardım, öksürdüm. Başım dönerken Bay Tumnus bana su uzattı, hemen suyu kafama diktim. Su mideme indiğinde midemin yandığını hissettim, neden bu kadar canım yanıyordu ki? Tek isteğim bir kaç arkadaş edinmekti, bu kadar.
"Yürüyüşe çıkmak ister misin?" dedi Bay Tumnus, ben az da olsa rahatlayınca.
"Olur." dedim.
Birlikte kapıya doğru ilerledik, o sırada kanat çırpma sesi duydum. Bay Tumnus'a kaşlarımı kaldırarak baktım, 'bilmiyorum' der gibi başını salladı. Elini kapıya attı ve yavaşça kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz içeriye beyaz bir güvercin girdi.
"Bu da neyin nesi?" derken güvercine doğru ilerledim.
"Bir mesaj güvercini," dedi Bay Tumnus, güvercini eline aldı ve güvercinin ayağına bağlı kağıdı çıkardı. "Cair Paravel'den."
Kağıdı bana uzattı. Kıvrılmış kağıdı iki ucundan tutup açtım. El yazısıyla yazılmıştı ve üst tarafta kocaman harflerle 'Acil Durum' yazıyordu.
ACİL DURUM:
Caspian ve Kral Kim Cyril'ı duymuş ve artık ikisi de Cyril'ın Syrena ile olan bağını biliyor. İkisi de harekete geçti ve Cyril'ı arıyorlar. Muhtemelen Syrena'yı bulmak için Cyril'ı kullanacaklar, onların Syrena'yı bizden önce bulması hiç iyi olmaz. Unutmayın, hiçbir şey intikamdan gözü dönmüş insanlardan daha kötü olamaz, bu yüzden hemen oradan kaçın. Taş Masa'da buluşalım.
Yutkundum ve kağıttaki son yazıyı okudum. "Sevgilerle Edmund."
"Gitmeliyiz." dedi Bay Tumnus. "Hemde hemen."
"Tamam." Açık kapıyı daha fazla açtım ve dışarı çıktım. Ormanda derin bir sessizlik vardı, bu normal değildi. Normalde kuşların ötmesi ve rüzgarın uğuldaması gerekirdi.
"Bu taraftan, çabuk. Burada bir şeyler ters gidiyor."
Bay Tumnus'un arkasına düşüp, adımlarımı hızlandırdım. Bay Tumnus'ın keçi ayakları ona artı olarak geri dönüyordu, hızlıydı ama ben yavaştım. Bir de günlerdir aç olduğum için halsizdim. Bay Tumnus'a yetişmeye çalışırken, benim yüzümden Bay Tumnus'a bir şey olmaması için dua etmeye başladım. En çok korktuğum şey benim yüzümden başkalarına zarar gelmesiydi.
Yıllar önce Jace ile ilk tanıştığımız sıralarda, annemin sevgilisi Jace'i dövmüştü. Jace'in suratındaki kanı silerken ellerimin nasıl titrediğini hala aynı acıyla hissediyordum. Jace. Onu nasıl unutmuştum? O benim karanlığım sonuydu, hayatımın başlangıcıydı. Her zaman yanımdaydı. O benim kardeşimdi, babamdı ve sevgilimdi. Eğer bu olaylarla karşılaşmasaydım kocam da olurdu. Eğer Narnia'dan canlı bir şekilde çıkarsam evlenebilirdik bile.
Peki ya beni artık sevmiyorsa? Ben yokken başkasını sevmişse?
"Cyril, dikkat et."
Bir ok tam önümdeki ağaca saplanınca kaskatı kesildim. Hemen okun geldiği yere döndüm ama Bay Tumnus elimi tutup beni çekiştirince oku kimin attığını göremedim. Bay Tumnus'ın elleri bileğimi sıkarken, bacaklarımı olabildiğince kocaman açıyor ve daha uzağa adım atmaya çalışıyordum. Arkamızdan gelen at nalı seslerini daha yakınımda duyuyordum, yaklaşıyorlardı. Peki kimdi onlar?
Bay Tumnus aniden durdu. "Hemen gir buraya." Yanında durduğumuz ağacın önündeki çalıları ikiye ayırdı, ortaya bir çukur çıktı. "Bu tünel seni bir nehir kıyısına götürecek, orada yaşayan dostlarım sana yardımcı olacaktır."
"Sen gelmiyor musun?" dedim korkuyla.
"Dinle beni Cyril, hemen oraya girmelisin. Ben onların dikkatini dağıtacağım, sonra buluşacağız. Tamam mı?"
Başımı iki yana sallarken yanaklarımın ıslandığını hissettim, açık ağzımda tuzlu su tadı vardı. Kollarımı açıp Bay Tumnus'a sarıldım. Onun kollarını da belimde hissedince daha çok ağlamaya başladım. Elleriyle saçlarımı okşamaya başladı, o sırada sesler iyice artmıştı.
"Sen çok önemlisin, Cyril. Lithium'ı anca sen bulabilirsin ve bulacağını biliyorum. Şimdi git." diye fısıldadı kulağıma Bay Tumnus, yumuşacık sesiyle. Sonra birden beni çukura doğru itti ve çalıları üzerime örttü.
Sert toprağa düştüğümde Bay Tumnus'ın ayak seslerini duydum, uzaklaşıyordu. Sonra biri bağırdı, bu Bay Tumnus'tı. Dikkatlerini çekmeye çalışıyordu, ki başarmıştı da çünkü atlılar önümden geçip gittiler. Dizlerimi kendime çektim ve dudağımı ısırdım. Özür dilerim, Bay Tumnus.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Back To Narnia - Darkness Approaching
FanfictionTek isteği ünlü bir yazar olmak olan Cyril, ilk kitabını yazmak için Susan Pevensie adında yaşlı bir bayandan yardım ister. Susan Pevensie, Chelsea adında ki bir huzur evinde yaşayan, çok iyi hikayeler anlatan normal biridir. Tabii diğer insanlar iç...