Tozlu patika yolda ilerlerken etrafında olup bitene öyle sevecenlikle yaklaşıyordu ki, bir taşa bile hürmet göstermekten geri kalmıyordu. Güneş beyaz tenine özenle dokunuyordu. Bu dokunuş onu terletmek bir yana gıdıklıyordu da.
Başındaki şapkayı iki kere eliyle düzeltirken yolun yanına sıralanmış taş evleri gülümseyerek ama güzel bir şeyleri keşfetmenin verdiği şaşkınlıkla, mütemadiyen ilgiyle inceliyordu. Bir yerden sonra son maviye boyanmış tahta kasaları olan pencereli evi geride bırakmıştı. Artık ona o yolda eşlik eden taş duvarlardı. Duvarlardan bazen yaseminler, bazen begonviller sarkıyor ve kız ara ara durup onların kokularını içine çekiyordu.
Içinden akan huzur dolu melodiye kapılmıştı. Bazen sekeliyor, bazen hopluyor ama hız kesmeden ilerliyordu. Duvar bir yerde alçalıyor bir yerde yükseliyordu. Alçalan yerlere yanaşıp duvarın ardını merak ediyordu. Solunda alçalan duvarın ardında önce bir çimenlik, onu takip eden küçük çalılık ve sonunda iki sıra kadar bodur ağaçlar gördü. Biraz sessiz kalabilse kıyıya vuran denizin sesini de duyardı. Ama içindeki melodi o kadar yüksekti ki, fark etmedi. Yoluna devam etti.
Bir sağa bir sola giderken hep alçalan duvarları kovaladı. Bir oyun bulmuş gibiydi. Adımları hızlandıkça yoldan toz kalktı. Bu toz açık bacaklarına yapıştı. Umuruna değildi. Bu yer öyle güzeldi ki, tozuna ses etmezdi. On beş dakika süren eğlenceli oyunuyla uzunca bir yol kat etti. Duvarlar uzundu şimdi. Oyunu bölünmüştü.
İki adım ilerisinde, diğer duvarlara oranla daha alçak ama yine de kendisine yüksek gelen, tellerle çevrilmiş bir cephe gördü. Garipsemişti. Şimdiye kadar hiç tel örgü çıkmamıştı karşısına bu yolda. Merak duygusu kabardı. Iki adımı çabucak aştı. Duvara yaklaştıkça bir koku duyumsadı. Ama alamıyordu. Duvarla yüzyüzeydi. Taşların havanın sıcaktan hiç etkilenmeyişine şaşırdı. Soğuktu. Ama çok tozluydu. Hem taşların kendilerine has tozları hem de yolun kumsu tozu vardı. Şansı vardı. Duvar örme taştı. Çıkıntıları vardı. Biraz becerisi de vardı. Küçükken az tırmanmamıştı kapı kasalarına. Dümdüz yüzeyde tuttuğu ayakları bu çıkıntılarda da kendisine yardım ederdi. Bir deneme, iki deneme derken üçüncü denemede sağlam bir çıkıntı buldu. Güvendi ve ellerini uzattı. Tutunduğu yere çekerken çıplak bacakları taşlara sürtündü. Canı yanmıştı ama hoşuna gitmişti. Bu işle uğraştıkça merak duygusu körükleniyordu. Acı acı yanan çizikleri yok saydı. Teli aşmanın bir yolunu bulmalıydı. Esas merak ettiği şeye, duvarın arkasına olan şeye, bakmamıştı bile. Duvarın sağa kıvrılan devamında telde bir açıklık vardı. Oraya kadar en uçta, düşüp bir yerlerini kırma pahasına sadece ellerini ve bir bacağının desteği ile ilerledi. Alanı çok dardı, duvar kendisine göre yüksekti. Hele tepesinde olunca. O açıklığa ulaştığında kolları, sırtı takılarak ve canı yanarak telin diğer tarafına geçebilmişti.
Şimdi ne olacaktı? Aşağı atlayabilir miydi? Yüksekti. Bir tarafını kıracağı belliydi. Çünkü kontrollü düşmeyecek kadar çok canı yanıyordu şu an. Duvarın çizdiği bacakları, telin battığı kolları ve sırtı. Hem dengesini de sağlayabilmiş değildi. Işte o zaman baktı duvarın diğer tarafına. Bahçeydi. Hem de yol boyunca gördüğünden çok farklı bir bahçeydi. Ince dudaklarına çocukça bir gülümseme yerleşti. Farklı bir şey görmek, keşfetmek, bulmak hoşuna gitmişti. Hele bunu böylesine bir emekle yapmış olmak. Gurur duydu kendisiyle. Eğlenmişti de.
Bahçe ağaçlarla doluydu. Yer yer uzun yer yer kısa yemyeşil yapraklı ağaçlar. Çiçekleri, gözünün bazen fark edebildiği ama emin olamadığı yeşil topları olan, yetişkinlerinde tupturuncu mandalinaları olan ağaçlar. Kokusu öyle hoştu ki, o daracık yerde bile derin bir nefes aldı. Yol boyunca kokladığı çiçeklerden daha güzeldi. Duvarın arkasından duyumsadığı kokunun böyle tesirli olması da hoşuna gitti. Daha yakından, bizzat mandalinalardan almak istedi kokuyu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
21. Yüzyıl Genci -Querencia-
RandomBiriken sözlerimi, konuşma vakti geldiğinde paylaşırım. Sanırım o vakit geldi.