O gideli saatler geçmişti. Bende kaçamayacağımı farkederek pes etmiştim. Kafa dağıtmak iyi olur diye düşünerek ayağa kalkıp yatağın ucunda duran kitaplara göz atmaya başladım. Kitap okumayı hep çok sevmişimdir. Ne zaman daralsam kitaplara sığınırım. Kitaplara ve yazarlarına tek tek baktım. Peyami Safa, Oğuz Atay, Franz Kafka... Kitapları yazarları o kadar benimsemiştim ki insanları katleden bir katilin bunları okumasını hem garipsemiştim hem istememiştim. Çok sevdiğim yazarlardı ve onun gibi insanlar okumamalıydılar. Dönüşüm kitabını görünce de şaşırmıştım. Okumadığım bir sürü kitap olsa bile kitap okumak istediğimde kaç kere okumama rağmen bu kitabı okurdum. En sevdiğim yazarları en sevdiğim kitabı vardı yadırgamıştım. Garip diye mırıldandığımda boğazını temizler gibi öksürmesiyle arkamı dönmem bir oldu.
- Ne o garip olan?
Diye sormuştu. Mırıldanmıştım ben onun arabasının sesini kapıyı açma sesini duymamışken mırıldanmamı duymuş.
-Yanlışlıkla seni adam öldürürken görmem ve resmen beni burda hapsetmen alıkoyuyor olman. Birde bunca olay varken garip olan ne diye sorman çok garip mesela.
Gülümseyerek dinledi. Onun yüzünden kaç gündür gülümseyemeyen ise bendim. Ve yine gülümseyerek devam etti;
- Onlar garip zaten canım, ama kitaplığa bakıp garip garip diye kendi kendine konuşman da garip ondan sordum.
Hala sırıtıyordu. Gerçi bu cümlesi beni de gülümsetmişti. Ama bunca olaya bu kadar delirmek az bile. Kitapların üstüne binip uçtuğumu düşünmediğime şükretmeliydi.
-Senin gibi cani canavar bi adamın edebiyatla, hele hele ünlü yazarlarla ilgilenmesi baya bi garip de onu diyordum kendime.
Duvara yaslanmış ve kollarını göğsünde birleştirmiş duruyordu. Düzeldi ve iki adım atıp konuşmaya başladı. Ve tabi gülümseyerek;
- Sana vakit ayıracağım sözümü unuttum diye bu konuyu aracı olarak kullanıyorsan, Yanılıyorsun unutmadım.
Dedi ve yatağın başındaki sandalyeye oturdu. Cidden filmlerdeki zengin işleri bitince adam öldüren ukala biri olamazdı. Bu çok klişe olurdu gerçekten. Ve saçma. Ki eğer böyleyse. Korkutucu olay iğrenç bir olaya dönüşürdü kafamda. Ben cevap vermek yerine bunları düşünürken. O konuşmaya başladı;
- Kitaplara çok düşkünümdür. Cani canavar bir adamda olsam.
Bu sefer kahkaha atmıştı. Ve devam etti;
- Ama cani canavar bir adam olmayı da ben seçmedim, zorunlu kaldım. Hatta zorunlu kalmamak için de epey bir uğraştım. Ama kader işte bazıları istemese de canavar olmak zorundalardır.
Bu sefer de ben kahkaha atmaya başladım. Yanlışlıkla bardak falan kırdığını falan mı sanıyordu. Bazı insanlar sakar olmak istemese de sakar olmak zorundadırlar. Dermiş gibi anlatıyordu. Ama bu o kadar basit değildi. Ölen iki insan vardı orada. İki hayat bitmişti. Ciddileşerek konuşmaya başladım;
- Sinirden güldüm, istemeyerek de olsa canavar olman iki adamın hayatını bitirdi umarım farkındasındır. Yada farkında olmaman daha iyi. Farkında olup böyle konuşman gerçekten iç acıtıcı olurdu.
Aslında beklediğim kadar korkutucu da değildi. Ben daha çok başımda silah ellerim ağzım bağlı sandalyede otururken tehtit edileceğimi hayal ediyordum, şimdide tehtit ediliyordum ama karşımda gülümseyen bir adam tarafından. Hiç de aksiyon filmlerindeki sahnelere benzemiyordu. Zira bu olayların başı tamamen aksiyon filmlerinin konularıyla ve gerilimleriyle birebirdi.
Oturduğu sandalyeden ayağa kalkıp oda benim gibi kitaplığın önünde durdu. Kitaplara yönelip bir kitap aldı eline. Bir yandan eline aldığı kitabın sayfalarını karıştırırken bir yandanda konuşmaya başladı;
-Farkındayım tabi ama her gece çektiğim vicdan azabının ve elimden bir şey gelmemesinin acısını çekenin de yanlızca benim olduğumun da farkındaydım.
Benim gördüğüm insan katildi vicdan azabı çekecek biri değildi çok rahat öldürmüştü. Hemde elleri bağlı bir adamdı nefsi müdafaa değildi. Kim olursa olsun ne yaparsa yapsın öyle ölmemeliydi. Hem vicdan azabı çekekecekse neden öldürmüştü. Yada hem rahat rahat öldürüp hemde niye vicdan azabı çekiyordu. Bence konuştukları tamamen kendini avutmak içindi. Ne vicdan azabı çektiği vardı ne de zorunlu kaldığı.
Tam ona dönüp hırsla konuşmaya başlayacaktım ki. Sözümü kesip. Elinde ki kitabı okumaya başladı;
-Yerine göre kader dediğimiz şey, dar bir yerde sürekli yönünü değiştirerek dönüp duran bir kum fırtınasına benzer. Sen de ondan kurtulmak için ayağını bastığın yeri değiştirirsin. Bunun üzerine fırtına da sana ayak uydurmak için yönünü değiştirir. Bir kez daha bastığın yeri değiştirirsin. Tekrar tekrar, sanki şafaktan hemen önce ölüm tanrısıyla yapılan uğursuz bir dans gibi , aynı şey tekrarlanıp gider. Neden dersen, o fırtına uzaklardan çıkıp gelmiş herhangi bir şeyden farklıdır da ondan. O fırtına aslında sensindir. O yüzden yapabileceğin tek şey, teslim olup ayağını dosdoğru fırtınanın içine daldırarak, gözlerini kum girmeyecek şekilde sımsıkı kapatıp adım adım fırtınanın içinden geçmektir.
Bende o fırtınaydım ve tek yapabileceğim şey teslim olup ayağımı dosdoğru fırtınanın içine daldırmakdı. Ondan kurtulamayacağımı anladığım için ayağımı bastığım yeri değiştirmekden vazgeçtim.
Bir şair edasıyla konuştukdan sonra kitabı kitaplığa geri bırakıp tekrar geçip sandalyeye oturdu ve derin bir iç çekti. Ben ise kitabı merak edip bıraktığı kitabı elime aldım. Biraz sesli şekilde mırıldandım;
-Sahilde Kafka...
O da bunu duymuş olacak ki; - - -Sen hala bir canavarın kitap okumasına ve bölümlerini bilmesine şaşırıyorsun değil mi?
Diyerek iç çekti. Bense cevap vermek yerine yatağın üzerine oturdum. Benden cevap gelmeyince devam etti ;
- Ve bazı canavarların kaderinde canavar olmak olsa da ruhlarında yoktur.
Dedikden sonra kapıya yöneldi tam çıkacakken geri döndü ve ekledi;
-Kimsin demiştin. Selim ben şimdilik bu kadarı yeter sanrım.
Diyerek odadan çıktı. Şaşırmıştım hayret içinde evden çıkışını izledim. Hem canavar hem katil hem beni kaçıran biri hemde edebiyata düşkün biriydi. Ve bu konuşma kaç gündür yaşadığım olaylar arasında en şaşırtıcı olanıydı.En son gittiğinin üzerine 4 gün geçmişti. Ve tekrar gelmemişti. Günlerim ise uyanıp getirdikleri yemekleri yiyerek odanın içini dolaşıp dışarı bakarak ve okuyabildiğim kadar kitap okumakla geçiyordu. Bu sabah da öyle oldu saat 9 gibi uyandım. Masanın üstünde duran kahvaltıyı görünce kalkıp yüzümü yıkamaya gittim. Sanki kendi evimde gibiydim kimse bana karışmıyordu dışarı çıkmak istediğim zamanlar hariç tabi. O oda da benim odam gibi olmuştu ve yemekleri ben hazırlanıyordum. Sanki kendi evimden daha rahat gibiydi. Orda alıkonulduğum psikoloji olmasa daha da güzel olurdu, ama vardı orda zorla kaldığım için ne kadar iyi baksalar da rahat değildi. Aksine korkutucuydu. Odama gelip kahvaltımı yapmaya başladım. Yemekleri yaparken de bana soruyorlardı. Evin hanımıymışım gibi. Zengin olsam bu ev benim olsa çok güzel aslında. Her öğün istediğim yemekleri yapıyorlardı. Kahvaltıdan sonra her gün olduğu gibi kitabımı aldım ve yatağın üzerine bağdaş kurup okumaya başladım. Arada birde camdan bakıyordum. Sıkılınca kalkıp evi geziyordum. Fazlaca odası vardı. Kimse de yaşamıyordu ki neden böyle bir evi vardı ki. Belki de öldüreceği insanlara burda güzelce bakıp sonra öldürüyordur. Hansel ve Gretel deki cadı gibi önce bir sürü yemek yedirip sonra şişmanladıklarında onları yediği gibi. Bu düşüncem beni güldürmüştü. Şişmanladığımda beni öldürecekti belki de.
Evde çalışan kadın filmlerdeki zengin evlerinde çalışan kadınlara benzemiyordu. Genelde orta yaşlıdan fazla sayılacak yaşta olan temiz kalpli. Evin annesi gibi olan kadın olurdu. Ama bu kadın biraz daha genç sessiz bir şeye karışmayan ve somurtkandı. Cinayet yüzünden kaçırılma olayları genelde filmlerde olduğu için filmlerden kesitler arıyordum ama pek yoktu. Birde bahçe de bir adam vardı ve o diğerleri takım elbise giymiyordu. Sanırım 45-50 yaşlarındaydı arada pencereden baktığımda görüyordum gülümsüyordu,bende gülümsüyordum kimseyle konuşmadığım için bir insana gülümsemek bile iyi geliyordu. Kitaplıkda okunmamış kitap bırakmamaya ve hergün evi gezmeye başlamıştım. Pek de kötü Bi hayat değildi sanırım ya..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Anlatsam Roman Olur
Mystery / ThrillerHep yazmayı deniyorum yeteneğim var ama sonuç yok sanırım :) yazım hataları ve anlatım bozuklukları için özür dilerim