perişanım şimdi

480 50 42
                                    

gökyüzüne uzun süre bakınca dönmeye başlar, denize uzun süre bakarsan seni içine çeker, uzun süre ayı izlersen seni takip eder, birisini çok seversen kavuşamazsın

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

gökyüzüne uzun süre bakınca dönmeye başlar, denize uzun süre bakarsan seni içine çeker, uzun süre ayı izlersen seni takip eder, birisini çok seversen kavuşamazsın.

bu doğanın kanunu mudur, benim bahtsızlığım mı bilemem. bu konuda uzun süre düşününce yarım bıraktığım sarı boyalı duvar geliyor aklıma. şimdi onu kimse boyamayacak, ben de dahil.

şimdi ben bir daha asla bir duvarı sarıya boyamayacağım, sarı bile giymeyeceğim belki. ben bir daha köpek sevemeyeceğim çünkü bana her köpek ruby'i hatırlatacak. şimdi ben bir daha şöminenin karşısına oturamayacağım çünkü hep saçımı okşamanı bekleyeceğim, şimdi ben bir daha siyah kapılara bakamayacağım çünkü aklıma evimiz gelecek, şimdi ben bir daha valiz hazırlayamayacağım çünkü hep evden gidişlerim aklıma gelecek.

şimdi ben bir daha sevemeyeceğim çünkü kalbimde hep sen kalacaksın.

bir ay geçti, osaka'nın kiraz çiçekleri açmaya başladı ama ben altında yürüyemedim çünkü seni bekledim. bir ay geçti kimse beni aramadı, iki odalı evimde camdan dışarı baktım da seni hiç göremedim.

taeyong ben seni o gece özgür bıraktım.

ben seni o gece, üst katta çocuklar uyurken özgür bıraktım. ben o gece senin göz kapaklarından öptüm çünkü göz altların mordu. ben o gece senin kalbinden de öpmek istedim ama sen bana onu hiç açmadın.

ben sana hitap ederken içimden hep canım dedim, canım derken kendi canımmışsın gibi davrandım çünkü öyleydin. canım derken ciddiydim sen benim canımdın.

geçmiş zaman kullanarak konuşmak seni unuttuğum anlamına gelmiyor.

canım benim, ben hep gönlünü almaya çalıştım. ben hep gönlünü çalmaya çalıştım ama bilmiyordum, gönül alınmaz ya da çalınmazdı. gönül kendisi gelirdi.

uçsuz bucaksız karanlık bir yolda elimi kolumu sallayarak yolun sonunda sana kavuşma umuduyla yürüdüm, ben çok yoruldum ama asla oturmadım. ben hep sana doğru yürüdüm.

şimdi bu iki odalık evde, camın önünde yolu izliyorum şekersiz çayımla birlikte. çayıma şeker atmayı da bıraktım çünkü şekerli çay bana kun'u hatırlattı.

bir ay önce kun'dan alıp da kendi cebime attığım sigara paketine baktım, beş dal sigaranın bana göz kırpışını izledim.

taeyong sen sigara kokusunu sevmezsin.

sigara kokusunu, dağınıklığı, tozu ve beni.

sonra ayağa kalktım, sigaradan bir tane aldım diğer odadaki mutfağa gidip minicik ocaktan yararlanarak yaktım sigaramı. derin bir nefes çektim içime, hiç tecrübem yoktu, öksürüklere boğuldum hemen.

havaalanına giden taksiye bindiğimde aklımda hep aynı cümle vardı. dönüp duruyordu, ışıklar kırmızıdan yeşile geçiyordu kısa sürede bense içimden lütfen diyordum, lütfen daha yavaş ayrılayım bu şehirden.

ben o gece hep peşimden gelmeni bekledim, takside de arkama baktım, havaalanında da.

gelmedin.

vedalaşan insanları izledim, sevdiklerine sarılıp ağlayan insanları. sarılacak kimsem yoktu ben de ayak ucuma koyduğum ufak valizime baktım. yirmi üç yaşındaki birine göre ne az birikim, diye düşündüm. büyük bir sevinçle geldiğim bu ülkeden minicik bir valizle ayrılmak zoruma gitti taeyong.

parmaklarımın arasındaki sigara sönmeye yakındı, parmak uçlarımı yaktığını hissettim sonra kapı çaldı. bir süre algılayamadım çünkü bu kapı bir aydır ilk defa çalıyordu, zil sesine bile şaşırdım.

çokta sönen sigaramı boş bardağımın içine atıp kapıyı açtım, güneş gözümü alırken gelene baktım.

yuta'ydı.

"ülkemizde seni yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde?" uzun bir aradan sonra birisinin benimle japonca konuşması, hatta birisinin benimle konuşması beni duygulandırdı, hiçbir şey demeden kenara çekilip içeri girmesine izin verdim.

yuta benim tanıştığım ilk üyeydi. taeyong ile evlendikten birkaç gün sonra yuta beni aramış ve taeyong'un beni daha ne kadar saklayacağını, artık tanışmamız gerektiğini söylemişti. o gününün akşamı yüzümde güller açarken şirkete gitmiş ve üyelerle teker teker tanışmıştım. şüphesiz o güne dair unutamadığım çok şey vardı ama favorim yuta'nın benimle sürekli japonca konuşmasıydı.

"hoş geldin."

yuta bana cevap vermek yerine boş çay bardağımın içindeki sigara baktı, "sigaraya mı başladın?" omuz silktim o da bir şey demedi.

"nasılsın?" dedi, üç kişilik koltuğuma kendini hızla atmış, kucağına bir yastık alıp ayakta dikilen bana bakmıştı. cevap vermedim, bir an için etrafıma baktım. duvardaki sarı boyaya, üstümdeki sarı tişörte, yatağımın üstündeki tıpkı ruby'e benzeyen pelüş köpeğe, yuta da benimle beraber baktı etrafa.

yuta'nın ayağa kalktığını gördüm, birkaç adımda yanıma ulaştı ve sarıldı. ben de ağladım. hep yaptığım gibi.

ALLAH İÇİN ARTIK MUTLU BÖLÜMLER YAZ NOLURSUN NOLUR 

creep ¦ lee taeyongHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin