İnsanın hayata bakışı gerçekten yaşadığı gün sayısına orantılı olarak değişiyor. Daha doğrusu değişiyormuş.
Bunu diğer insanlara göre geç fark etmiş olsam da en azından artık bende doğruluğuna inanıyorum.
Tamam belki yapı ve karakter olarak değişmedi (çok şükür) fakat düşüncelerimde ve hareketlerimde büyük bir farklılık söz konusu.
Tabii bunun olmasında insanın yaşadığı içinde bulunmamak veya çıkmak istediği durumların katkısı da son derece fazla.
Oturduğun yerde sürekli sızlandığın vakit kimse yanına gelip de gerçekten kendine hayatı zehir ettin bu cefaya katlandığın için ödülün de bu demiyor.
Hayat ayağa kalkıp kendi manifestonu haykırmamak için gerçekten çok kısa. Ayrıca hata yapma korkusu da ket vurma duygusunu çılgın bir boyutta tetikliyor.
Çoğu insan hata yapmamak için aksiyonda dahi bulunmuyor ve hayatının solup gidişini sadece üçüncü şahıs kamerasından kısmi gözlem yapmakla yetiniyor.
Yaşamın sırrını çözmek için henüz yaşım gerçekten çok ufak ve tecrübelerim çok yetersiz olsa da artık oturup sızlanmak, kaybetmek, kendi hayatıma başkasının gözünden bakmak istemiyorum.
Kaybedeceksem kendim yaşayarak, kendi doğrularımı uygulayarak, kendi hatalarımı yaparak kaybetmek istiyorum.
İstesem de gamsız bir insan olamıyorum fakat karalar bağlayıp pesimistliğin mağarasına sığınmak da artık canımı sıkmaya başladı.
Biyolojik takvimim artık aksiyona geçmem gerektiğini söylüyor.
İnsanın kendini sürekli yenilemesi gerektiğinin farkındayım. Her ne kadar yıllardır bu farkındalıkla yaşasam da kendimi oyalamak ve ilerlemeye ket vurmak tarif edilemez bir hazza nail oluyordu bünyemde.
Şu an bunları yazarken de fevkalade bir halet-i ruhiye ye mazhar değilim. Fakat benim de ilk adımı atma şeklim bu demek ki.
Artık ön plana çıkmaktan istediklerimi açıkça haykırmaktan korkmuyorum ama daha önemlisi üşenmiyorum.
Modumu düşürerek karamsarlığa, evhama kapılmak istemiyorum.
Açıkçası şu an olduğum yaşıma dahi geleceğimi düşünmüyordum. Şu zamana kadar fena idare etmedim de hani. Suratsızlık ve kötümserlikle aramızda samimi denebilecek ilişkiler oldu.
Hatta benim suratsızlığım ve kötümserliğim nasıl olduysa kadınlarda bir anti-kahraman edası oluşturdu.
Hayatıma giren her kadın bu sorunlu adamın yaralarına merhem olmak için birbiriyle yarıştı adeta.
Fakat ben bunu hiçbir zaman istemedim ki. Doktorlar tedaviyi reddeden hastalarını böbürlenerek anlatırken biz istemiyoruz dediğimizde neden kötü adam olduk onu çözebilmiş değilim.
Açıkçası artık çözmeme de gerek kalacağını sanmıyorum çünkü dediğim gibi artık yavaş yavaş gömüyoruz o anti-kahramanı.
Özellikle bu süreci hızlandıran eski sevgilime çok teşekkür ediyorum ve Allah çokça belasını versin.
Eğer o olmasaydı ben bu değişim isteğimi bu kadar çabuk fark etmeyecek ve bu kadar süreci hızlandırmaya çalışmayacaktım.
Nasıl olduysa gözlerimdeki perde kalktı ve resmen özgürlüğüme kavuştum. Sonu gelmeyen saçmalıklardan, içinden çıkılmaz durumlardan o kadar sıkılmışım ki şu zamana kadar nasıl böyle zaman geçirebilmişim hala inanmıyorum.
Aydınlanmanın böylesi dostlar başına sevgili düşmanlarım.
Mezardaki toprak mesafesi tabutu geçmeye başladı bile artık.
Daha önce de söylediğim gibi içimdekileri, kötülüklerimi gömüyoruz bu akşam.
Artık bende ota boka sırıtan bir göt lalesi olarak yaşamak istiyorum.
Evet bundan eminim ve hayır bunları baskı altında yazmıyorum. Ölürcesine karşı çıktığım happily ever after (sonsuza dek mutlu) kavramına ilk defa başka pencereden bakmayı denemek istiyorum artık.
Tamam hala tamamen inanmakta çeşitli idrak sorunları yaşasam da en azından artık belki yürüdükçe yolda karşıma çıkabilecek bir durak olabileceğini düşünüyorum.
Yazdıklarımın yanlış anlaşılmasını kesinlikle istemem kesinlikle hüzünlü havamdan vazgeçmeyi düşünmüyorum. Sonuçta yıllardır süregelen içli dışlı bir ilişkimiz var.
Fakat artık pozisyon itibarıyla emocu çocuktan biraz daha Brezilya dizisi kıvamına gelmek zorundayım.
Bu herkese uymayıp insanları darlayabilir fakat ülkemizde en uzun süre yayınlanan dizilerden biri de Yalan Rüzgarıdır (Brezilya).
İşte biz bu Yalan Rüzgarını alıp drama seviyesini düşürüp içerişine biraz absürtlük eklersek biraz daha içimizden biri seviyesine çekebiliriz bence çıtayı.
Neredeyse az kalsın unutuyordum gizli birleşenimizi: KAOS
Bu ülkede yaşayan herhangi bir yaş grubundaki herhangi bir kimse kaosu nasıl unutabilir dediğinizin farkındayım. Sanırım artık alkole eskisi kadar dayanıklı değilim ya da kendimi böyle olduğuna inandırıp saçma sapan orta yaş krizine giriyorum (ki daha çok erken).
Neyse konumuza dönersek bunları ortaya karışık şeklinde harmanlayıp değişik bir karakter çıkarmak niyetindeyim. Daha önce kimi insanlara yadırganmamak için çok farklı durumlara büründüğüm için çok sorun olacağını sanmıyorum.
Yukardaki cümlemi de noktaladıktan sonra kendimi ya da eski kendimi yeteri kadar gömdüğümü düşünerek içinde bulunduğum yeniliklerle yeniden ayağa kalkıyorum. Tam bu noktada aklıma akıl almaz şekilde takıldığı için bir es verip bir şey paylaşmak istiyorum. Hemen Barış Manço'dan Kayaların Oğlu parçasını açın ve arkada o çalarken bir önceki son birkaç cümlemi tekrar okuyun. Eminim kendinizi biraz daha bağlantı kurmuş hissedeceksiniz.
Yukarıda uzun uzadıya yaptığım bağlantıyla bana biraz daha kendinizi bana biraz daha yakın hissettiyseniz şunu belirtmek isterim ki kendi sevmediğim, nefret ettiğim veya değiştirmek istediğim özelliklerimi anlatırken aklıma tamamen siz geliyorsunuz.
Belki diyorum hani olmaz ama belki bunları okuyup az biraz hüzünlenip sonra yavşağa bak neler yazmış derken iyice büyümüş burunlarınızı ya da içi boş egolarınızı benimle dalga geçerken belki bir nebze fark edersiniz de bundan hicap duyarsınız.
Size laf söylesem adam yerine koymayacaksınız veya üzerine uzun uzadıya düşünmeyeceksiniz fakat başka tanıdığınız veya tanımadığınız bir insan kendiyle ilgili yorum yaparken ve hatta iş yorumdan yergiye dönmüşken alacağınız hazzı kursağınızda bırakmak benim bu dünyadaki en büyük mutluluklarımdan.
Yukarıda kendimle alakalı yazdıklarımın bir kısmı kurgu olsa da kısmen ciddi sayılabilir ve ben gerçekten ben bu bahsettiğim konularla alakalı değişime hazırım ve istediğim anda gaza basabilirim.
Fakat siz neredesiniz?
Bu hikayenin neresindesiniz?
Ölene mi üzülüyorsunuz, tabutu mu tutuyorsunuz, mezarıma toprak mı atıyorsunuz yoksa uzaktan başkasının cenazesinde saçma sapan düşüncelerle karakter tahlili mi yapıyorsunuz?
Böyle söyleyince biraz iç karartıcı kalabilir çıkış cümlem o yüzden biraz daha tatlı biraz daha tontiş bir şekilde bitirmek istedim.
Kendi kanınızda boğulun ibneler sizi!!!
Not: Hiçbir eş cinsel arkadaşımın yukarıdaki ibne sözcüyle yakından uzaktan bağlantısı yoktur,hepsine sevgilerimi sunuyorum...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Söylersek sürprizi kalmaz
Historia CortaYazmak istediğim çok şey var fakat nasıl anlatabilirim bilmiyorum