2

13 2 0
                                    

Yürüyorum. Kollarımı tutan iri yarı adamlar ile...
Birkaç kez kaçmaya yeltendiğim için kollarımı sımsıkı tutuyorlar. Artık kaçmak için uğraşmıyorum. Yoruldum boşa çabalamaktan. Sınırları zorlarsam aileme yaptıkları gibi sonum tek bir kurşuna bakar. Korkmuyor muyum? Çok korkuyorum. Ama elimden bir şey gelmiyor.
Korkudan kapattığım gözlerimi, beni nereye götürdüklerini merak etmem ile araladım. Bahçedeydik. Aman Allah'ım, beni o gizemli kulübeye götürüyorlar. Amcam, karşımdaki büyük masada oturuyor. Kollarını sandalyesinin kenarlarına uzatmış,
"Merhaba, Ada'cığım... Olanlar için üzgünüm."
"ÜZGÜN MÜSÜN! Cidden üzgün müsün amca!"
"Aslına bakarsan, HAYIR! DEĞİLİM!"
"Sen nasıl bir insansın! Nasıl? Ya neden?! Bir insan neden kendi öz kardeşini öldürsün!"
"O benim kardeşim değil! O bana yeğenimi göstermedi. Ben her şeyi senin için yaptım Ada."
"Eğer beni düşünseydin ailemi öldürmezdin!"
"Artık senin ailen benim."
"Değilsin! Hiçbir zaman da olmayacaksın!"
"Ada!" deyip kolumu sıkıca tutunca, bana dokunması beni korkuttu. Ve bende sertçe onun kolunu tutup beni bırakmasını sağladım. Arkamda duran korumalar beni tutunca onların kasıklarına sert bir tekme atıp hemen kulübeden kaçtım. Arkama bakmadan koştum. Havanın karanlık olmasını aldırmadan köşkten kaçtım.

Bomboş, ıssız sokakta ağlayarak yürüyorum. Islak yanaklarım, sert poyrazın etkisiyle üşüyor. Hâla yaşadıklarıma bir anlam veremiyorum. Ben hızlıca ilerlerken bir anda simsiyah bir araba önümü kesti. Arabanın ön camı yavaşça açıldı. Kahretsin! Bunlar amcamın adamları!
"Ada..." onlar daha sözünü bitirmeden arabanın arkasından dolaşıp sahile doğru koştum.
Sahile vardığımda nefes nefeseydim. Zaten hıçkırmaktan nefes alamıyordum şimdi birde koşunca hepten nefessiz kaldım. Tökezleyerek koşmaya devam ettim. Kayalıklara kadar koştum. Kayalıklara gelince yine tökezledim. Ve bir tane kayaya oturdum. Bacaklarımı kendime çektim ve kafamı bacaklarımın arasında sıkıştırdım. Denizin sesi bana annemi hatırlattı. Ah! Tamam. Duygusallaşmak yok. "Ama yapamıyorum!" diye bağırdım denize karşı. "Nasıl yapacağım!" Burnumu çekerek bağırmaya devam ettim.
"Lütfen! Geri dönün!" Artık sesim çıkmıyordu. Bağıramıyorum. Çığlıklarımın yerini hıçkırıklarım aldı. Boğazıma takılan o buruk yumruk... Zar zor son bir kez seslendim denize; fısıltı bir sesle,
"Geri dönün..."
"Üzgünüm, deniz cevap veremez sana..." sesin geldiği yöne baktığımda; yanımdaki kayada oturan birini fark ettim. O da denize bakıyordu. Ama ben geldiğimde o yoktu. Acaba söylediklerimin kaçını duydu? Gerçi ben ne söylediğimi bile bilmiyorum ki...
"Deniz değil. Dalgalar cevap verecek bana."
"Ya istediğin cevabı alamazsan..."
"Almak zorundayım."
"Maalesef dalgalar bazen fazla dürüst oluyorlar."
Ne demek istiyor? Yoksa o da mı cevap arıyor?
"Sen?"
"Ben aldım cevabımı..."
"İstediğin gibi miydi?"
"Hayır."
"Ne sordun dalgalara?" Dediğimde bir süre sustu ardından,
"Sen ne sordun?" dedi.
"İnanmak istediğimi..." dediğimde çenesi kasıldı. Gerildiğini hissettim.
Derin bir nefes aldı ardından, "Kimsin sen?" dedi. Ona döndüm. Benim gözlerim dolmuş, onun da çenesi kasılmıştı. Kaşları üzüntüyle kalkmış gibiydi. Gözlerimin içine; en derinine bakıyordu. Gözlerim yine dolmaya başlayınca bakışlarımı tekrar denize çevirdim.
"Bilmiyorum. İnandığım her şey, herkes elimden gitti."
"En azından senin bir zamanlar inandığın bir şeyin varmış..."
"Senin yok mu?"
"Hiç olmadı ki..." dediğinde bakışlarımı ona çevirdim. Onun da gözleri dolmuştu. Gözlerimin içine baktı,
"Kimsin sen?"
"Ada."
"Güney."
"Yakamoz. Çok güzel..." dediğimde yine gözlerimin en derinine baktı,
"Evet... Çok güzel."

Saatlerce kayalarda oturup denizi izledik. Ardından Güney ayaklandı.
"Saat dört oldu. Hadi kalk, seni evine bırakayım. Bu saatte burada duramazsın."
"Gitmek istemiyorum."
"Ada... Gözünden uyku akıyor. Burada mı yatacaksın."
"Uyumayacağım. En son uyuduğumda her şeyimi kaybettim. Güvende değilim ki rahat uyuyabileyim."
Güney tekrar yanıma oturarak, "Peki o zaman. Bende gitmiyorum."
Şaşkınlıkla ona baktım. Oysa sadece denizi izliyordu...
Yeni doğan güneş, kızıl ışığı ile gözlerimi kamaştırdı. Güney ile hiç uyumadan, tüm gece öylece kayalarda oturduk. Konuşmadık. Sadece denizi izledik. Hiçbir şey yememiştik. Çok acıktım. Karnımın guruldamasıyla Güney bana döndü.
"Acıktın mı?"
"Biraz..." dediğimde ayağa kalktı ve elini bana uzatarak, "Gel." dedi.
"Nereye?"
"Kahvaltı yapmaya..."
"Gerek yok."
"Ya... Hadi kalk. Hiçbir şey yemedin saatlerdir."
"Neden seninle geleyim ki?! Seni tanımıyorum bile!" dedikten sonra birden karnımın guruldamasıyla irkildim. Güney kıkırdayarak, "Hadi..." dedi. Karnım bir kez daha guruldayınca Güney'in bu teklifine 'hayır' diyemedim. Uzanıp elini tuttum. Ayağa
kalktıktan sonra yürümeye başladık.
"Biraz ileride bildiğim çok güzel bir yer var." Kıkırdayarak, "Bekleyebilir misin?" diye ekledi. Gerçekten bu çocuk sinirimi bozuyor. Ama başka çarem yok. Burası İstanbul. Londra değil. Oradaki çevrem yok artık. Tanıdıklarım yok. Bu şehri bilmiyorum. Şimdi Londra'da olmayı çok isterdim. Ama sanırım artık bu imkansız.
Çok şirin bir mekana geldik. Ufak bir karavanı kafeye çevirmişler. İçeri girer girmez kasadaki adam kollarını iki yana açarak yanımıza geldi. Güney'le tokalaşıp, "Vayy.. Gelmiyorsun bayağıdır. İşler nasıl?" dedi.
"Biliyosun abi işte... Uğraşıyorum bizimkilerle."
Kafede çalışan adam kafasını sallayarak, "Biliyorum abi biliyorum ya... Ee hanımefendi kim?"
"Özel bir arkadaşım. İkimizde saatlerdir hiçbir şey yemedik. Sen doldur abi masayı."
Onlar konuşurken bir anda söylediklerini duyamaz oldum. Aniden gözümün kararmasından başım döndü ve yanımızdaki masanın sandalyesine tutundum. Güney hızlıca kolumdan tutup beni sandalyeye oturdu. Göz teması kuracak şekilde eğildi ve gözlerimin içine baktı. "İyi misin?" dedi. Ama ben bişey söyleyemiyordum. Sadece başımı salladım. Güney, masanın üzerinde duran pet şişeye uzanıp yavaşça su içirdi bana.

   Yemekleri yerken Güney'in beni izlediğini fark ettiğimde "Noldu?" diye sordum. Elleri ağzında düşünceli bakışlarla beni izlerken konuşmak için hafifçe ağzını araladı.
"Dalgalar sana ne söyledi?"
"Anlamadım?" dediğimde derin bir nefes aldı...
"Dün gece... Pes ettin. Dalgalar ile konuşmayı kestin. Neden? Ne söyledi sana?"
"Bir şey söylemedi..."
"Neden pes ettin peki?"
"Sessizlik bana yetti..." dediğimde saçlarını karıştırıp uzunca dışarıyı izledi. Kendimi tutamayıp,
"Noldu? Neden sordun?" dediğimde gözlerini pencereden ayırmadan,
"Ben hâla cevabımı bulamadım..." dedi.
Derin bir nefes alıp, "Belki de gerçekten istememişsindir." dedim.
Bana döndü, "Belki de..."
Birkaç dakika sonra Güney masadan kalkıp hesabı ödemeye gitti. Benimse iyice uykum bastırdı. Koluma yaslanıp biraz dinlenmeye çalıştım...
"Ada..."
"Hı!"
"Ada uyan.."
"Ne? Uyudum mu ben? Sadece gözlerimi dinlendiriyordum."
"Uyuya kalmışsın demek ki. Hadi kalk seni evine bırakayım güzelce dinlen."
"Hayır!"
"Niye? Gitmeyecek misin evine? Tamilya gözlerin kızarmış artık uyuman lazım."
"Evime gidemem."
"Neden?"
"Bir evim yok.."
"Off... N'apacaksın peki?"
"Bilmiyorum."
Güney, saçlarını karıştırarak, "Buldum! Hadi kalk gidiyoruz." dedi.
"Nereye?"
"Senin kalabileceğin bir yere. Hadi! Gel."
"Tamam. Bekle."
   Kafeden çıkıp ilerlemeye başladık. Yaklaşık bir saattir yürüyoruz ve artık 'ne zaman geleceğiz?' diye sormaktan sıkıldım. Çünkü hep aynı cevap 'az kaldı..'
İleride gördüğüm o kirli bank bile bana o kadar cazip geldi ki... Hızla o banka yürüdüm. Oturduğumda tüm bedenimin hafiflediğini hissettim. Kafamı bankın sırt kısmına yasladım. Güney'in kıkırtılarını duyabiliyordum. Bana gülüyordu.
"Yoruldun mu?" Diye sordu.
"Sence?" dediğimde gülümsedi. Gülünce kısılan gözleri neden beni etkiledi? Yanıma oturdu ve, "Tamam, haklısın. Bende yorulmuştum."
"Son kez soruyorum ne kadar kaldı?" dediğimde yine o kısılan gözlerle bana gülümsedi. Ardından eliyle karşımızdaki retro evi işaret ederek, "Burası..." dedi. Ev çok güzel görünüyor. Gerçekten çok güzel! Bir tarafı İstanbul'a özgü caddelere bir tarafı da denize bakıyor. "Gidelim mi?" dedi gülümseyerek. Bende kafamı onaylarcasına sallayıp ayağa kalktım. Beraber yavaşça eve doğru yürüdük.
Evi içi büyüleyiciydi... Salona geçtik. Güney ellerini iki yana kaldırıp "Keyfini çıkar..."
"Anlamadım?"
"Uyumak istersen koridorun sonunda solda..."
"Ben..."
"Rahat ol... Burası benim evim. Ama hiç gelmem. Burda rahatlıkla kalabilirsin." deyip elindeki anahtarı sallayarak bana uzattı.
"Teşekkürler..."
"Benim ufak bir işim var. İki üç saate gelirim. Sen keyfine bak."
"Tamam. Tekrar teşekkürler."
"Rica ederim."
Güney çıktıktan sonra evi gezdim. Gerçekten çok güzel. Ardından salondaki büyük 'L' koltuğa kıvrıldım...

SavaşçıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin