2. mektup... hayır! not

145 21 48
                                    

oğuz atay Korhan 'dan:

arabanın siyaha bulanmış camlarının ardında acımasızca akıp giden yolları izliyorum. kolay kolay tebessümlerle gözler önüne serilmeyen çehrem** yeni alacağım kitapların listesine değen gözlerim ile ufak bir tebessüme misafirlik ediyor. daha önce birkaç nezaket icabı gördüğü tebessümlerim dışında gerçekten tebessüm ettiğimi -gerçek tebessümler gözlerden taşarak ruha ulaşır- görememiş olan şoförün bana şaşkınlık akan bir ifade ile baktığını hissediyorum. bakışlarımı yüzüne dikerek bana baktığını anladığımı gösterebileceğimi biliyorum lakin bakmıyorum. mahcubiyet ya da utanç hislerinin kendisinde uyanmasına sebebiyet vermek istemiyorum. bu sebepten ötürü bakışlarımı tekrar akıp giden yollara çeviriyorum.

"yollar tıpkı zamana benzemiyor mu sizce de?"

bir anda sorduğum soru ile ondan çok daha fazla şaşırıyorum. zira kendisine soru sormak düşüncelerimin arasında yokken bir anda ayrılıyor iki dudağımın arasından.

"hangi açıdan oğuz bey?"

düşünceler ve fikirlerle boğulmuş bakışlarımı dikiz aynasından bana sabitlenmiş gözlerine çeviriyorum. anlamamaktan ziyade düşündüğü şeyin benim düşündüğüm şey ile bağdaşıp bağdaşmadığını anlamaya çalıştığını anlıyorum.

"her açıdan benzerlik gösteriyorlar. hatta birçok açıdan tamamen birbirinin aynı olduğunu söylemek de pek tabi mümkün."

benim kendisine yönlendirdiğim bakışlarımdan ötürü kendini ifade etmekte sorun yaşayabilme ihtimali geliyor aklıma bu yüzden düşünmesi için ona kısa bir süre vermek adına ufak bir nefes vererek bakışlarımı tekrar yola sabitliyorum. konuşmaya başlayana dek yola sabitlendiğim bakışlarımın odağı da tekrardan dikiz aynasından cesurca bana sabitlediği bakışları olmuyor:

"eğer sizi doğru biçimde anladıysam haklısınız oğuz bey. yollar biz daha farkına dahi varmadan geçip gider zaman da öyle, yolda giderken gördüğümüz insanlar değişir zamanda da öyle. yolların sonunda vardığımız güzergah değişir, zamanda da öyle. umarım doğru anlamışımdır?"

son cümle bir soruyu dile getirirmiş gibi bir ses tonuyla ifade edilse dahi bir sorudan ziyade tespit niteliği taşıdığını anlıyorum. başımı yavaşça aşağı-yukarı sallıyorum. önüne döndüğünde ona sözlü cevap vermemiş olmamın kendisini gücendirebilme ihtimali zihnimi meşgul ediyor. bu yüzden dudaklarım benim farkındalığımın dışında aralanıyor:

"zeyrek** ve hoşsohbet bir beyefendi oluşun beni bu arabaya tıkılmış zamanlarımda rahatlatan tek gerçek. bu sebepten ötürü sana karşı beslediğim duyguların samimi ve dostluk niteliğinde olduğunu unutmamanı umut ediyorum."

dikiz aynasından gülümsediğini ve sol elinin sol kulağının altına yerleştiğini fark ediyorum. bunu daha öncelerden gözlemlediğim kadarı ile mahcup hissettiği anlarda yaptığını biliyorum.

"aslında oğuz bey beni her an biraz daha size karşı şaşkın ve mahcup bırakıyorsunuz."

bir kaç saniye nefesleniyor.

"sizin hususi şoförünüz olmadan önce yani şirket şoförüyken sizi dışardan gördüğüm kadarı ile kendini beğenmiş, küstah ve kendisinden aşağıda olanları aşağılayan biri olarak nitelendirirdim. lakin sizin tavırlarınız görünenden çok daha farklı."

kendisini ifade ederken ilk başta utanmışçasına kaçırdığı gözlerini ani bir kararla ve cesurca gözlerime dikiyor. başımı tekrar aşağı yukarı sallıyor ve en başından beri bunun farkında olduğumu söylüyorum. kaşları usulca çatılıyor ve konuşmaya başlıyor:

Kitap Kokan Adam Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin