Bir avuç lalenin beyaz gölgesinde, kocaman yüreklerini dinlendirebilenler, lalenin suskunluğunda suskunluğunu bozabilenler, işte bir tek onlar duyabiliyorlar, lalelerin sessiz türkülerini ve kalplerinde toprağa götürdükleri yağmur renkli gizemini...
***
Beyaz Lale çiçeği: Saflık, temizlik"Korkusuz bir asker gibi önüne atılıverdiğin yabancıyı kurtarmaya çalışırkenki o cesur bakışlar, şüpheden yoksunca derin bir kararlılığı irislerinde barındırken... Şimdi nedendir bu ürkek telaşın?"
Öyle ansızın yakalanmış olduğum bir yağmurun altında, şaşkın ama mutlu hissettiğim o anlardan biriydi sanki bu.
Öylece durmuş, sindire sindire yaşıyor gibiydim acelesiz. Her bir kelimeyi filtreden geçiren zihnim, aklı bir karış havada ağzı açık izliyordu geçen saniyeleri.
Yine aynı sesle girdiğim sis bulutu, iki tarafımda bulunan askerlerin gerisin geri çıktığı odanın kapanan kapısı ile dağılmıştı gözlerimin önünden bu sefer. Ve ben, kepenk vurduğum o asi dudaklardan tek bir kelime dahi koparamıyordum.
Çok geçmeden yine duyuldu o ses,
"Kaldır bakalım yüzünü çocuk." demişti bu sefer.
"Kaldır ki, mahçubiyetimi gösterebileyim." diye de devam etmişti aynı yumuşak tonda.
Anında emre itaat eden kaslarım beni bile şaşkına çevirmişti yeniden, ancak ellerim hala yapışık gibi yeri öpmeye devam ediyordu. Yüzümü kaldırmıştım kaldırmasına ama, irislerim dört dönüyordu şimdi de odada.
Ölümün korkusu ile geldiğim bu mekan, asla beklemediğim bir senaryo ile devam ediyordu kaldığı yerden.
Kulaklarıma ilişen sesler dikkatimi oraya çektiğinde, Kral ile yalnız olmadığımızı anlamıştım. Onun hemen yanında arkası bana dönük duran ve muhtemelen Kral ile ilgilenen bir saray ağası olduğunu düşünürken, aceleci bakışlarımın durağı koyu kahveler oluvermişti birden.
Tekrardan yere eğilen başım, bu sefer dudaklarıma izni vermiş gibiydi.
"Bağışlayın Majesteleri. Zinhar size zarar vermek isteme-"
Kelimelerime karışan tiz sesin sebebini anlayabilmek için hafifçe kalkan bakışlarım, arkası bana dönük olan kişinin muhtemelen elindeki çay testisini yere düşürmesiyle oluşan kırılma sesine doğru refleksle dönmüştü. Hemen ardından ise duyulan ince ve oldukça şaşkın tanıdık bir sesten işitmiştim adımı.
"J-jungkook?"
Hyung?
İç sesimde yankılanan tereddüt ve şaşkınlıktan kalkan kaşlarım ile önüme dökülmüş saçlarım arasından benimle aynı duyguları paylaştığı yüzünün her bir noktasına yayılan abimle buluştu o an gözlerimiz.
Şimdi de, yine aklımdan çıkan bir ayrıntının eklendiği senaryoda dudaklarıma yayılan tebessüm ile bana doğru hızlı adımlarla gelen yüze bakıyordum.
Üstündeki kıyafetin eteklerini topladığı gibi çöktüğü yerden yüzümü avuçları arasına aldığı anda daha da büyüyen gözlerine yerleşen hüznü okurken, etrafıma dolanan kolların tanıdıklığı ile rahatlamıştı sanki ruhum.
An'dan çoktan kopmuş, nerede olduğumuzu ise kesinlikle unutmuştuk.
Abim bir süre sonra kollarını benden ayırarak saçlarımı omuzlarımdan geriye doğru attırıp, ortaya çıkardığı ve ne halde olduğumu kesinlikle bilmediğim suratıma baktığında,
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Akiru No Hana を
Fanficİniltiler şeytanı doyuruyordu. Melekleri ise, çoktan utandırmıştık. Lakin çiçekler... Büyük bir zevkle şahitlik ediyordu bu unutulmaz an'a. #tarihi #romantik #gizem #𝚃𝙰𝙴𝙺𝙾𝙾𝙺 #BL 18.04.20 ©Jey