Karanlık basınca ortaya çıkan yıldızlar gibi marinen virüsü de yavaş yavaş tüm dünyayı sarıyor ve ortaya çıkarıyordu kendini. Tüm insanlık inzivaya çekilmişti sanki. Saklanıyor, susuyor ve korkuyorlardı. İnsanlık tarihi gökyüzünün gerçek gücüyle yükselecekti.
Etrafta bayılan insanlardan gözlerimi çekip babama yoğunlaştım yavaş yavaş terk ediyordu bedenini. Gözleri usulca kapandı ve gözünden bir damla yaş akıp yokluğa karıştı.
- Baba hayır!! Hayır bunu yapamazsın gidemezsin. Beni tek başıma bırakma. Lütfen lütfen babacığım lütfen kalk! Lütfen...
Sesim kısılana kadar bağırmıştım ama ne fayda ki babam da diğerleri gibi bayılmış ve onu benden zorla çekip almışlardı. Elini tutmama bile izin vermemişlerdi. Öylesine korkuyordum ki, bacaklarımın içindeki kan akışını bile hissediyordum. Hiçbir şey yapmamama rağmen öylesine yorulmuştum ki, yavaşça dizlerimin üzerine çöktüm. Kafamı ellerimin arasına aldım ve düşledim. " hepsi bir kabus. Her şey bir kabus ve geçecek. Ben uyanacağım.."
Uyanmadım.
Öyle dağılmıştım, öyle sarsılmıştım ki nefesim ciğerlerime kadar ulaşmıyordu bile. Boğuluyordum, korkunun eşiğinde, acının dibinde.Başka bir beden, başka bir acı...
Yapılan sakinleştirici kanımda gezinirken sadece öyle duruyordum. Sırtımı bana acıyı hatırlatan gri duvarlara yaslamış düşüncelerimin uyuşmasını seyrediyordum. Öyle yorgundum ki kolumu kaldıramıyordum. Sanki biri tüm vücuduma ağırlık bağlamış ve ben yerimden kıpırdayamıyordum.
Kardeşimi aldılar. Düşüncelerimi, bedenimi uyuşturdular. Ama annemi, babamı ve beni olduğumuz yerde acıyla bıraktılar. Annemle babama göz attığımda babam annemi kollarının arasına almış geçecek diyordu. Geçer miydi? Bilmiyorum. Tek bildiğim şey, canım yanıyor.
Kulaklarımda darbe etkisi yaratan yükselen sesle irkilerek onu dinlemeye koyuldum. Sanki başka tercihim varmış gibi... Megafonlu kadın değildi bu sefer. Geçen sefer gördüğüm megafonlu kadınla tartışan ona benzeyen adamdı. Yine bir kürsüye çıkma edasıyla beyaz sandalyesinin tepesinde.
Aynı benim gibi sevdiği, değer verdiği bir insanın yerle bir oluşuna şahit olan bir kıza seslendi. Baba diye ağlayan bir kıza.
-Sen. Görevlileri takip et. Yan odaya geçeceksin.
Genç kız bakışlarını yerden, işittiği sese doğru çevirdi. Küçük bir umuta sordu.
-Babama mı gideceğim? Lütfen ona gideceksin de. Ona dimi? O uyandı ve beni istedi dimi? Dimi?
Genç kız kendinen geçmişti. Başını aşağı yukarı sallıyor, hala 'babama gideceğim dimi?' tarzında konuşuyordu. Acım, acısına çok benziyordu. Ben bile istedim. O an babasını görmesini elini kavramasını istedim. Ama megafonlu kadına benzeyen adam. Şu geçen onunla tartışan, anladınız değil mi kim olduğunu? Sandalyenin tepesinde durup etrafa endişeyle bakan. Belki de ona da şöyle demeliyim; megafonlu adam. Evet evet o. Onun sorularına cevap vermek yerine küçük bir tebessüm edip "Görevliyi takip et." dedi. Genç kız umutla ayaklanıp görevlinin peşine düştü. Ben bile umutlanmıştım. Megafonlu adam ona tam olarak cevap vermese de susup tebessüm ederek onaylamış olmalıydı. Galiba konuşma bu kadardı. Ama megafonlu adam yerinden kıpırdamadan etrafı incelemeye devam ediyordu. Merak etmiştim. Neden hala ordaydı ki? Bu sefer bakışlarını genç bir oğlanla kesiştirdi.
-Sen. Sen de görevliyi takip et.
Oğlan soru sormayı bile geçip hevesle kalktı. Belli ki onun da sevdiği insan uyanmıştı. Yoksa neden onu da yan odaya götürecekti ki? Oğlan hevesle ayağa kalktı. Koştu desem yeridir. Galiba megafonlu adam işte şimdi inecek ve işine geri dönecekti. Ne yalan söyleyeyim. Bende kardeşimin uyanmasını isterdim. Çok isterdim. Beni çağırmasını isterdim. Sabır ve umutla megafonlu adama bakmaya devam ettim. Tek bende değil. Aynı benim gibi umuda kapılan insanlar sesini çıkarmayıp adamı dinlemeye koyulmuşlardı. Adam yine sandalyesinden inmedi. Başka bir oğlana döndü.
-Sende. Sende görevliyi takip et.
Çocuğa çevirdiğim bakışlarımla hayrete düştüm. Afallamıştı çünkü. Neden ben diye kendini sorgulayan bir tavırla "Ama benim kız kardeşim burada, beni neden çağırıyorsun ki?" demişti. Megafonlu adam ise sözünü tekrarlamayı tercih etti.
-Sende görevliyi takip et.
-Hayır, etmeyeceğim. Benim kız kardeşim burada. Ya ben yokken ona bir şey olursa?
Megafonlu adam birkaç saniye boyunca sustu. Çocuğun arkasına saklanan genç kıza baktı. Ne olacağını çok merak ediyordum. O sırada megafonlu adam konuşmaya atıldı.
-O da seninle gelsin. Görevliyi takip edin.
Oğlan kardeşine dönüp bir şeyler fısıldamıştı. Kız kardeşinin kafasını sallayıp onaylamasından sonra ise görevliyi takip etmeye başlamışlardı. Onların gidişini izlerken işte demiştim. İşte senin kardeşin uyanmamış. Seni çağırmadılar... Bütün umudum bit anda yok olup gitmişti. Tekrar megafonlu adama çevirmiştim bakışlarımı. Ki o da benim düşüncemin doğruluk payını kanıtlamıştı sözleriyle. "Bu kadardı. Sessizlik için teşekkürler." demişti. Gülümsemişti. Benim ise göz yaşlarım süzülmeye başlamıştı. İlacın etkisi geçmişti belki de artık. Bilmiyorum. Megafonlu adam beyaz, plastik sandalyesinden yavaşça inmişti. Arkasını dönüş, ilerlemeye başlamıştı. Bakışlarımı ondan çekip ellerimi oynamaya başlamıştım. O sırada bir ses işittim.
-Sen.
Umursamadım. Ben değilimdir ne olsa. Ama sesler ısrarla yenilenirken bu duyduğum sesin az önce megafonla konuşan adama ait olduğunu anlamıştım. Acaba yine kime sesleniyor diye düşünürken başımı kaldırmıştım. Fakat hiç beklemediğim bir şey olmuştu. O adam bana bakıyordu. Afallamıştım. "Ben mi?" diye sualde bulunmuştum.
-Evet, evet sen. Az kalsın unutuyordum seni. Sende görevliyi takip et.
İşittiğim sözlerle ruhuma bağlanan o ağırlık yok olup gitmişti. Annemle babama döndüğümde gülümsüyorlardı. Kalbim içime sığmaz olmuştu. Oysa az önce benim hiç umudum kalmamıştı. Zerre kadar yoktu hemde. Ama uyanmış demek ki. Kardeşim uyanmış ve beni istemiş. Bir anda yaslandığım gri duvarlardan bedenimi çekerek önümde bekleyen görevliyi takip ederek bulmuştum kendimi. Kafamı geriye çevirip aileme seslendim.
-Size onun güzel haberlerini getireceğim. Saçlarını okşayıp onu öpeceğim. Ellerini sımsıkı tutup geçecek diyeceğim. Merak etmeyin bizi. Anne, artık ağlama.
Dolan gözlerimin akmasını görmesinler diye kafamı hızla tekrar görevliye çevirdim. Artık akan göz yaşlarımı umursamazdım. Göz yaşlarım aktı, aktı ve aktı. Her adımımda başka bir yaş yerle buluştu. Sanki arkamda iz bırakırmış gibi, gittiğim yeri işaretlermiş gibi göz yaşlarıyla bir yol çizmiştim. Gri duvarların yerini girdiğim koridordaki beyaz duvarlar almıştı. Adımlarım kendinden emindi. Adımlarım her abla gibiydi. Ruhum titriyordu. Bedenim dimdikti.
Beyaz bir kapının önüne geldiğimde göz yaşlarıma veda etmiştim. Ağlayamazdım. O odada kardeşim vardı. Üzülürdü yoksa. Elimle yavaşça göz yaşlarımı silmiştim. Gözlerimi sımsıkı yumup kapıyı açıp içeriye adımladım. Derin bir nefes almıştım. Sonra, gözlerimi açtım. Öylece baktım. Hayal kırıklığıyla baktım.
Çünkü odada kardeşim yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
marinen
Fantasyİnsanlar cehaletten kurtulup bir virüs sayesinde yüzyıllar boyunca onlardan saklanan sırları öğrenirlerse neler olur? Cehaletle savaşmak mı daha zorlar insanı bir virüsle savaşmak mı? Dünyanın sonu gelirse neler olur? İşte karşınızda marinen virüsü...