Sabah kalktım. Bugün onunla sanat galerisine gideceğiz.
Yüz yıkayıp kahvaltı yaptım.
Metro durağına gidip onunla buluştuk. Sanat galerisine varınca biz biraz açtık.
O yüzden sanat galerisindeki kafede birkaç ekmek yedik ve çay içtik. O bana şöyle sordu.
"Bizim ilk defa buraya geldiğimiz zaman hatırlıyor musun?"
"Tabii ki."
"Tamam ben de hatırlıyorum, bugün çok kalabalıkmış."
"Evet çünkü yeni iki portre sergilendi."
"Biz bulduk."
"Evet, yavaş yavaş gidelim."
Biz yine resimleri izledik ve iki portre önüne geldi. Kalabalıktı ve insanlar şöyle diyorlardı.
"Ne güzel."
"İnanamıyorum."
"Oh harika."
"Kimin resmi?"
İnsanlar methetmeye devam ediyorlar. O da şöyle dedi. "Gerçekten çok güzel. A, çerçeve dedenin evinden aldığını duydum." "Ben bu iki çerçeve görebilmişim." "Aynen, sen tek başına odada bir şeyler arıyormuşsun."
"Evet orada her şey vardı."
O iki portreye bakarak bana sordu. "Hangisi daha beğenirsin?"
"Ben mavi paltolu ressamın portresini daha beğendim, sen?" "Ben yeşil paltolu gökbilimcinin portresini daha beğendim."
"İkisi de güzel."
"Aynen öyle."Yarından üniversiteye gideceğim. Bugün son tatil günü. Bu tatilim özel ve güzel geçti. Sanat galerisindeki dükkanda iki portrenin post kartı aldık.
Sanat galerisinden çıkıp durağa yürürken o elimi tuttu. Şaşırdım ama mutlu oldum. Biz eli tutarak, konuşarak, çok yürüdük.
Çünkü bırakmak istemedim.
Biz küçük parka geldi ve banka oturduk. Oturunca o benim koluma sarıldı ve şöylededi. "Önceden bir şey söylemek istedim ama sen hiç dikkat etmemişsin." "Ne söylemek istedin? Ben de önceden söylemek istediğim şey vardı ama sen de dikkat etmemişsin."
"Tamam o zaman söyle."
"Hayır sen önce söyle."
"Neden acaba?"
"Sen önce dedin."
"Anladım ama artık söylemek istemiyorum."
O banktan kalkıp yürümeye başladı. Kızdırmışım galiba.
"Dur dur."
Ben kovaladım. Nedense o koşmaya başladı.
"Neden koşuyorsun?" Dedim.
"Bilmiyorum." O dedi.
Ben çabuk yetiştim çünkü ben futbol oynuyordum ve forvettim, hızlı ayaklardım. Yetişince arkadan ona sarılıp şöyle dedim.
"Seni tuttum."
"Polis çağırırım."
"Neden?"
"Koşup bana geldi, çok sapıksın." "Haha aynen öyle. Artık benden bir şey söylerim.""Haydi söyle."
"Tamam. Hımm."
"E, ne düşünüyorsun."
Ben hiçbir şey söylemeden onu öptüm. Sonra onun kulak yakında küçük sesle şöyle dedim.
"Seni seviyorum."
Onun yüzü kırmızı oldu ve şöyle dedi.
"Ne yaptın yaa."
Onun dudağı sanki elma gibi kırmızı ve elma gibi tatlıydı.
"Ben dedim o zaman sen de söyle." "Tamam o zaman söyleyeyim."
O utanıyormuş ama ben hiçbir şey söylemeden bekledim ve küçük sesle şöyle dedi. "Daha bir kez öpmek istiyorum." Ben yanıt vermeden birkaç kez sarılarak onu öptüm.
"Ben daha bir kez dedim yaa." "Polis çağırabilirsin. Şöyle diyebilirsin, ben daha bir kez dedim ama birkaç kez beni öptü." "Sus, dalga geçme."
Biz eli tutarak, şaka söyleyerek, metro durağa yürüdü. Metrodan inip ayırırken o beni öptü.
Ben hiç unutmayacağım, bütün öpücüğünü. Şampuan kokusu burnumda kalıyor. Uyumadan önce seni hatırlayarak antoloji okudum.Ondan mesaj geldi.
"Her şey için teşekkür ederim. Yanıt veremedim çünkü utandım. Elbette ben de seni seviyorum. Daha söylemek istediğim şey var ama söyleyemem. Üniversiteye geç kalmaman için sabah telefon ederim. Neyse, iyi geceler. Tatlı rüyalar."
Ben de şöyle yanıt verdim.
"Ben teşekkür ederim. Haha yanıt biliyordum. Ne söylemek istedin? Tamam bekliyorum. Sana da iyi geceler. Sana da tatlı rüyalar."
Sabah ondan telefon edildi. Günaydın nasılsın?"
"Günaydın, iyiyim teşekkür ederim."
"Rica ederim. Ben de iyiyim, metro durağında bekliyorum."
"Tamam görüşürüz."
"Görüşürüz."
Yüz yıkayıp, kahvaltı yapıp, diş fırçaladım. Ders kitapları çantaya koydum ve evden çıktım. Metro durağında artık beni bekliyordu. "Çok beklettim mi?"
"Yok, ben de yeni geldim."
"Unuttuğun şey yok, değil mi?" "Yok belki."
"E, çantaya bak."
"Sevgilim misin? Annem misin?" "Sus şımarık."
"Haha tamam."
Biz üniversiteye vardık. İnsanlar bize bakıyorlar. Arkadaşım bana gelip gazete gösterdi. Şaşırdık çünkü orada iki portre fotoğrafı ve bizim fotoğrafımız vardı.Ondan sonra her gün gazeteci bize gelip röportajı yaptı. Ünlü insan olmuşuz ama üç ay sonra kimse bize gelmedi. Ünlü olduğumuz zaman geçmiş. Bir gün ben tek başıma rasathaneye gidip yıldızlar izledim ve antoloji okudum. Memurla arkadaş olduğum için izin alabildim. Arkadan ses duydum. Memur bana gelmiş ama memur değildi.
"Merhaba beni biliyorsun, gözler benziyormuşuz."
Ben çok şaşırdım çünkü sandalyede gökbilimci oturuyor. Sanki portreden çıktığı gibi, muhteşem yeşil palto giyiyordu. Ben yanıt verdim.
"Merhaba..."
"şaşırma, ben ara sıra oraya gelip yıldızlar izlerim. O yüzden teleskopta toz yoktu ve kullanabildiniz."
"A, anladım ilginçti. Teleskopta hiç toz yoktu."
"Rasathaneden çıkamıyormuşum. Seninle konuşmayı istedim ve söylemek istediğim şey var. Seni uzun zaman bekliyordum.""Öyle miydi. Niçin bekliyordunuz?"
"Bir şey söylemek istedim." "Mektuba yazmadınız mı?"
"Evet, yazmaya gerek yok sandım ama yazmalıydım."
"Anladım, o zaman söyleyin."
"Sen sözün yıldızdan doğdu ve benim kullandığım dolma kalem küçük hediye olarak sana vereyim."
"Öyle miyim? Nerede dolma kalem var?"
"Şu masanın çekmecesinde." "Tamam bir bakayım."
Ben masaya gidip çekmece açtım. Bembeyaz dolma kalem vardı, sanki beyaz atın yelesi gibiydi. Onun portresinde çizilen dolma kalemdi.
"Çok güzel, teşekkür ederim." Sandalyeye baktım.
Artık gökbilimci olmamıştı. Memur geldi.
"Kiminle konuşuyordun? Neyse kapatıyoruz, haydi çık."
"Tamam çıkarım."
Dolma kalem ve antoloji çantaya koyup rasathaneden çıktım. Memura teşekkür edip eve döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAKLI PORTRELER
General FictionBu hikaye üniversitenin iki öğrencisi orta karakter. Bir öğrenci derste öğrendiği bir ressamı merak etmeye başladı. Kütüphanede ahu gibi bir kadınla tanıştı. Ondan sonra onların izinden çok şey belli olur. (10 bölüm var)