ii| göğe bakmak

326 23 231
                                    

bin yedi yüz yirmi üçüncü orend yılı(altı yıl sonra)

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

bin yedi yüz yirmi üçüncü orend yılı
(altı yıl sonra)

Zaman... Her ân, ne yaparsa yapsın yahut kılını dahi kıpırdatmasın, her hâlükarda ellerinden kayıp giden bu kavram, çoğu zaman büyük bir korku duymasına mânâ olurdu. Zamanın göreliliği ve algısallığı konusunda okuduğu onca şeyin yanı sıra, beş harfli bir sözcüğe dökülmüş bu şey(?)'in en başta kim tarafından isimlendirilmiş olduğu düşüncesi bile ona hep büyük bir heyecan yüklemiş; takvimlerin, saatlerin nasıl oluşturulmuş olduklarına amansız bir merak duymuştu. Bir ânı, sıfır kabul etmenin ardında bırakılan yıllara büyük bir haksızlık olacağı gerçeği onu mütemadiyen tedirgin etmişti. Peki ya onun için "sıfır" ne zamandı? Bir gece yarısı, bir kadının mutsuzluğuna duyduğu hazla attığı o ürkütücü kahkahalar mıydı? Fakat onun öncesindekiler de en az onun ardı sıra gerçekleşenler kadar önem arz etmiyor muydu acıklı hayatında? Belki daha geriye almak gerekti her şeyi. Büyükbabasının öldüğü gün... Onun sıfırı olabilecek nitelikteydi, trajikti. Fakat, ya babası? Nasıl hiçe sayardı onun da bir zamanlar tüketmiş olduğu zamanını... Belki de babasının ölümüydü onun sıfırı. Hayatında en çok ağladığı gecelerden bir diğeri... Yine de tatmin edici değildi. Geçmişteki o sınırlı mutlu günler, tutunabildiği tek şeyken onları sıfırının gerisinde bırakması onun için bile fazla karamsardı. Doğduğu gün? Hayır, fazla bencilceydi bu da...

O devasa çınar ağacının gölgesinin himayesinde kaşları çatık bir vaziyette düşünedursun; Rose Weasley, gülümsedi. -Rose Weasley her zaman gülümserdi.- Bisikleti sayesinde kazandığı ivmeyle suratına çarpan zarif esinti ve yanaklarını yakan güneş ışığı genç kadına haz vermiş olmalıydı. "Sonsuza dek pedal çevirebilirim." diye düşündü fakat düşüncesiyle eş zamanlı olarak sonsuzluk kavramının belirsizliği onu ürküttü.

Dostunun mütevazı ofisine geldiğini söyleyen yaşlı ağacın gölgesine ulaştığında son günlerde pek de iyi tutmayan frenlerine basarak yavaşladı ve bisikletini bir kenara çekmeden hemen önce heybetli ağacın nimetlerinden faydalanan iki insanı gülümseyerek selamladı: "Ms. Parkinson, yine oldukça erkencisiniz! Mr. Malfoy, günaydın!"

Scorpius Malfoy, bisikletini bir köşeye kilitleyen bir Rose Weasley görüntüsüne son zamanlarda oldukça alışıktı, rahatsız edici derecede çok gülümseyen kızıl saçlı bir kadın görüntüsüne olan alışıklığının yanında bir hiç kalsa da...

"Günaydın, Miss Weasley." diye ilgisizce mırıldandı Scorpius. Rose ise bisikletini kilitlemek işinden sıyrılır sıyrılmaz ona yeni bir gülümseme verdi, sanki öncekiler yetersizmiş gibi.

"Bu sırada Mr. Malfoy," dedi kadın. Dakikalar önce ellerinde buruşturmaktan ötesini yapmadığı gazete küpürüyle şimdi ilgileniyormuş gibi yapan Scorpius başını kaldırarak ona baktı. "Eğer ziyaretiniz anneniz içinse Lysander'ı veya beni beklemenize gerek yok, Katherine'den rica etmeniz her zaman yeterli olacaktır." diye tamamladı Rose Weasley, güven veren bir tonda küçük yeni bir gülümseme daha vermişti fakat asla gözlerine bakmamıştı, hiçbir zaman yapmazdı; bundan olmalıdır ki Scorpius Malfoy, onun gülümsemelerinin karşısındakilerle ilişkili olmaksızın salt yaşama sevincinden kaynaklandığını düşünürdü.

penthos » scorpius malfoyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin