“ne yiyeceksin?” diye sordu Penelope. Kendisi karar veremediği için, önce Edmund’un ne yemek istediğini bilmek istiyordu. Çok heyecanlıydı. Bu ilk randevularıydı. Tanıştıkları ilk gün ve ilk baş başa yemekleri… ne kadar ilginç.
Penelope hiç böyle hissetmemişti. Jesses’in yanındayken bile.
Jesses aklına gelince içi burkuldu ve istem dışı yüzünü buruşturuverdi, ‘olamaz... olamaz…’
Edmund bunu görmüş olmalı ki, hemen o da kaşlarını çattı. “ne oldu? Neyin var prenses?”
Penelope kafasını 'yok bir şey' der gibi iki yana salladı. “önemli değil. İyiyim ben.. evet, ne yiyeceksin?”
Edmund gülümsedi, “acı soslu makarna yemek istiyorum… Peki sen?”
Penelope hala kararsızdı ama belli etmemeye çalıştı. Gergin gergin gülümseyerek mırıldandı. “bende domates soslu makarna alayım o zaman.” Kafasını menüden kaldırıp ona baktığında, Edmund’un da ona baktığını gördü. O gülümseyince Penelope’de ona aynı şekilde karşılık verdi.
Edmund içini eritiyordu sanki. Hiç kimseye karşı böyle hissetmemişti Penelope. Ona bakarken derin bir iç çekmiş olduğunu fark edince hemen gülümseyip toparlandı ve Edmund da bunun ardından küçük bir kahkaha patlattı. Penelope, neden güldüğünü soramadan ne yazık ki garson masalarına gelmişti.
Edmund siparişleri verdi ve garson, belindeki havluya sıkıştırdığı defteri çıkarıp siparişleri çabucak yazdıktan sonra, gülümseyip hemen masadan uzaklaştı ve sipariş almak için diğer masaya yöneldi.
Edmund ile Penelope, harika bir çift gibiydiler.
Yemeklerini yedikten sonra Edmund, hemen hesabı ödedikten sonra akşam karanlığına kalmadan kafeden uzaklaştılar.
“gel şöyle oturalım...”
çok yürümüşlerdi ve Edmund, konuşmak için iyi bir zaman olduğunu düşünüyordu. Penelope’de bu oturma fikrine itiraz etmeyince önlerindeki çimlere oturuverdiler.
Garip bir şekilde, sessizliği Penelope bozdu.
“bizim sırrımız ne?”
“… Ölümsüzlük… ”
“yani biz hiçbir zaman ölmeyecek miyiz?”
“ölebiliriz tabi. Kalbimize kazığı yersek… bir de, Melekler bize ölmemizi emrederlerse ölebiliriz.”
Penelope’nin kaşları çatılmıştı. Ayrıca korkmuştu da, ölmek istemiyordu.
“kim bu Melekler? neden bizi öldürmek istiyorlar?”
“çoktan fazla melek ve her meleğin de bir görevi var. Ayrıca onlara bu görevleri veren bir de konsey var. Konseyin kararına göre hareket ediyorlar. Bize, ölüm melekleri bakıyor ve izliyorlar, eğer ki biz bir insanın ölümüne sebep olursak onlar ortaya çıkıp ölmemizi emredip ortadan yok oluyorlar. Bizi ölürken izleme gereği bile duymuyorlar, çünkü dedikleri anda öleceğimizden kesinlikle eminler.”
“peki, neden böyle bir şey yapma gereği duyuyorlar? O vampirleri öldürmeyip gözetim altında tutsalar olmaz mı? Eminim tekrar aynı hataları tekrarlamayacaklardır.”
Edmund, birden gülümseyip iç çekti. “onlar da şans diye bir şey yoktur Penelope. Onlar şans vermezler. Kuralları şu; gözünle gör ve onu yok et.”
“neden öldürüyorlar?”
“güya amaçları, tüm dünyayı biz kötü yaratıklardan arındırmak… Bence bu işe yaramayacak, çünkü her ölen vampirin yerine, yeni bir tane vampir doğuyor. Bununla baş edebileceklerinden emin değilim...”
Penelope omuz silkti. “diyebilecek hiçbir şey bulamıyorum açıkçası. Çok garip olaylar bunlar.”
“şimdi anlamak zorunda değilsin Penelope, seni anlıyorum. Ben, 600 yılımı melekleri anlamakla ve onların ölüm emrinden korunmakla geçirdim. Her gün, her ay, hatta her yıl yeni bir kural çıkarıyorlar. Çıkardıkları kuralları anlamaya çalışırken, yeni bir tane daha çıkarıyorlar. Onları anlamak gerçekten çok zor… O yüzden senin de daha ilk günden anlamanı beklemiyorum. Ama dikkatli olmanı istiyorum Penelope… Hem de çok dikkatli...”
Şimdi Penelope’nin ellerini tutuyor ve gözlerinin içine endişeyle bakıyordu.
Penelope, istemeden onun elinin üstünü okşamıştı. Hafifçe elini sıktı. “tamam… Dikkatli olacağım. Söz veriyorum Edmund.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Princess Vampire (Düzenleniyor)
RomancePenelope'nin aşk ve kanla dolu hikayesi... ©Tüm Hakları Saklıdır.