Bölüm 1 'YANGIN'

1.9K 172 8
                                    

Telefonumun odamdaki sessizliği bozan sesiyle oturduğum yerden kalktım. Üzerimden düşen hırkama aldırmayıp yatağın üzerindeki telefonuma yöneldim. Arayan kişinin kim olduğunu tahmin edebilmek zor olmadığı için direk kulağıma götürdüm.

‘’Efendim?’’ dedim aşırı sakin bir ses tonuyla. Abimin sesine şaşırmıştım. Beklediğim kişi o değildi.

‘’Saat 7’de kafede ol, her zaman gittiğin yerde.’’

‘’Neden bu saatte aradın? Aynı evde neden telefonla konuşuyoruz? Uyumuyor musun abi?’’ dedim tersleyerek.

‘’Evde değilim, hala uyuyamadığını biliyorum Eyşan.’’

‘’Tamam, orada olurum.’’ Telefonu suratına kapattım.

Evet uyuyamıyordum. Anne ve babasının ölümünü gören bir kız için fazla mıydı yoksa? Gözlerinin önünde iplere boyunları geçirilerek, asılarak öldüren ailesini her gece rüyasında görmekten kaçan bir insandan ne beklenilebilirdi? Kahkaha atıp, normal insanlar gibi olan oldu diyerek yoluma devam etmemi mi bekliyorlardı?

Karanlığı aydınlatan mumları teker teker üfleyerek söndürdüm. Sonuncusunun ışığında üzerimi değiştirmek için dolabıma yöneldim. Havada çok karanlık değildi. Okul forması yenilendiği için şimdilik serbest gidiyorduk.

Aynanın karşısına oturduğumda gözaltlarımın yorgun görünmemesi bana zaman kazandırırdı. Bir an ellerimi kucağımda birleştirip aynadaki yansımama daldım. Siyah gözlerimle karşılaştım. Omuzlarımdan belime dökülen dalgalı saçlarımı sol omzumun üzerinde toplayarak ördüm. Yerimden hızla kalkarak üzerimi de değiştirdikten sonra yatağın üzerinde duran çantama yöneldim.

Koridora çıktığımda yengemin odasına daldım. Abim evde olsaydı yapmayacağım bir şeydi. Mustafa’yla sıkıca sarılmış uyuyorlardı. Kapıyı yavaş bir şekilde kapatıp merdivenlerden ses çıkarmamaya özen göstererek kontrollü bir şekilde inmeye başladım. Okula gitmek istemiyordum ve zorla gönderiliyordum. Hayatım boyunca sadece kendimi odama kilitleyip oturabilirdim. İçimden hiçbir şey yapmak gelmiyordu.

Soğuk ve benim aramda hiçbir fark yoktu. Kapıyı arkamdan yavaş bir şekilde kapatarak rengarenk çiçeklerle donatılmış, beyaz çitlerle çevrilmiş bahçeye adımımı attım. Bahçe kapısından çıkana kadar çiçeklerin burnuma gelen kokularıyla karışan sis bulutları da vardı.

Abimle buluşmak için yarım saatim vardı. Yürümek iyi gelir düşüncesiyle adımlarımı kafenin yoluna çıkan sokağa yönelttim. Erken bir saatte dışarıda olduğumdan neredeyse kimse yoktu.

Sokaklar hala sessiz ve ürperticiydi. Gözlerimi tek bir noktaya dikerek, kimseye bakmamaya özen göstererek kafenin kapısına kadar geldim.

Ezel çok dakikti. Saat tam 7 derse, 7 de burada olmalıydı. Kafenin içine girdiğimde etrafa ufak da olsa bir göz gezdirdim. Bu saatte hangi kafe açık olurdu ki? Beyaz duvarların her yerine renkli ışıklandırmalar yapılmıştı. Siyah masa ve sandalyelerle ve ufak çiçek saksılarıyla süslenmişti. En köşeye gidip cam kenarına oturdum. Genç bir kızın yanıma yaklaştığını fark edince ona döndüm.

‘’Birini bekliyorum. Bir şey istemiyorum.’’ Dedim buz gibi bir sesle. Kız hiçbir şey söylemeden gülümsedi ve yanımdan ayrıldı. Çantama attığım telefonumu çıkarıp masanın üzerine koyduğumda saat 7’ydi. Telefonumun tuş kilidini kapatırken kafenin kapısı açıldı. Gelen Ezel’den başkası değildi. Elinde bir sürü paket vardı. Kafeye o da kısa bir bakış atarak beni fark etti. Yanıma yaklaşarak masaya oturdu.

‘’Günaydın. Neden bu saatte buraya çağırdın beni?’’

‘’Bugün Mustafa’nın doğum günü, seninde öyle.’’ Dedi zoraki bir gülümsemeyle gözlerime bakarak.

Gülümsedim. Sahte olduğunu belli etmemeye çalışarak gülümsedim. ‘’Biliyorum.’’

Kaşlarıyla paketleri işaret etti ve tekrar gözlerime baktı. ‘’Bunun içinde bir sürü hediye var. Doğum günü partisi yapalım diyorum. Ne dersin?’’

‘’Bunun için mi çağırdın beni buraya? Evde veya telefonda da söyleyebilirdin.’’ Diye karşılık verdim. Gülümsememi yüzümden silmemeye özen göstererek.

‘’Bu sefer, seninkini de kutlayalım diyorum Eyşan.’’

Benim mi? Doğum günümü mü? Hiç sanmıyorum.

‘’İstemiyorum abi, teşekkür ederim.’’ Diyerek reddettim. Bir tek ona, yengeme ve yeğenime bu sahte gülümsememi sunabiliyordum. Elimden gelen tek şey buydu benim. Yüz ifadesi değişmemişti. Bunu söyleyeceğimi biliyordu.

‘’Bak Ey…’’ sözünü kestim.

‘’Abi, lütfen ısrar etme.’’

Başıyla onaylayarak karşılık verdi. ‘’Tamam o zaman, sen bu paketleri al. Okuldan da erken çıkarsın ben sana mesaj atacağım. Mustafa’yı ve yengeni alıp oraya gelirsiniz olur mu?’’ Bu uzun cümlenin bitmesini bekleyip elime paketleri alıp ayağa kalktım. Yüzüme dökülen saçlarımı kulağımın arkasına iterek o zoraki gülümsememi hiç bozmadan;

‘’Hoşça kal.’’ Dedim ve çantamı koluma taktıktan sonra ilerlemeye başladım. Arkamı dönüp bakınca abimin bana dönerek baktığını gördüm. Tekrar yüzümdeki soğuk ifadeyi silip yerine gülümsememi yerleştirdim. Mutlu olmadığımı bilmesini istemiyordum. Onun bir ailesi vardı, canından çok sevdiği karısı ve oğlu. Canı sıkılınca derdini anlatabileceği bir hayat arkadaşı vardı. Beni kafasına takmasını istemiyordum. Uyuyamadığımı biliyordu. Ama buna üzüldüğünü ya da kafaya taktığını sanmıyordum. Belki de bana belli etmemeye çalışıyordu?

Kafenin içe doğru açılan kapısını açtığımda yüzüme çarpan soğuk bu sefer beni etkilemedi. Yağmur damlaları hafif bir şekilde saçlarıma dokunuyordu. Yağmuru seviyordum, soğuğu seviyordum. Çantamda ki şemsiyeyi açtım ve ilerlemeye başladım. Yüzümde ki gülümsemem çoktan uçup gitmişti bile. Sola dönerek ara sokağa girdim. Bu sokaklar benim en sevdiğimdi.

Eski evler vardı ama sahte değillerdi en azından. İnsan nereden geldiğini unutmamalı. Annem ve babam abim kadar zengin insanlar değildi, zaten ölüm sebepleri de buydu. Para. Sadece para. İnsanları kendilerinden bile vazgeçtirecek kadar değerliydi, can alabilecek kadar güçlüydü. Ailemi alan paraydı. Paranın peşine düşen gözü kara adamlar.

Yüzümdeki soğukluğu hissedebiliyordum, gözlerimin ne kadar sert olduğunu da. Belki de hiç arkadaşımın olmamasının sebebi de buydu. Yalnızdım ben. Alışmak zor olmamıştı. Hayattan bir beklentim olduğunu da söyleyemem. Sanki öleceğim günü bekliyormuş gibiydim.

Kolumdaki saate baktığımda hızlanmaya karar verdim. Okul kapısına kadar geldiğimde toplanmış olan kalabalığı fark ettim. Direk okula girerek merdivenlerden hızla çıkmaya başladım. Yine gözlerim tek bir noktada sabitlenmiş, kimseyi görmüyordum. Sıradan bir okuldu işte. Sınıf kapısından girdiğimde kolumdaki çantamın omzuma baskıladığı kuvvetten kurtulmak için önce paketleri sonra çantamı sıraya koydum.

 Mustafa’yı düşündüm. Doğum gününü kutlayacaktı. Çok şanslıydı. Annesi ve babası yanındaydı. Zaten olması gereken de buydu. Abim hatırladığım kadarıyla babama benzemiyordu. Ama Mustafa’yı benzetiyordum nedense. Ona karşı çok nazik davranıyordum, davranıyorduk. O incinmemeliydi.

Annem ise ona karşı bir şey hissedemiyordum. Ama annemdi sonuçta özlüyordum tabi ki.

 Kolumda hissettiğim ellerle düşüncelerimden sıyrılıp başımı çevirdim.

 ‘’Eyşan, kalk.’’ Dediğinde neler olduğunu anlamadan o da pes etmişti ve sınıfta kimse yoktu. Neler oluyor diye pencere kenarına kadar yürüdüm ve aşağıya baktım. Bahçede ki kalabalık artmıştı. Beni gören birkaç kişi ben sınıf kapısına ilerlerken bağırmaya başla

BELİRSİZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin