O geceyi nasıl atlattığını hatırlamıyordu. Tek bildiği kalbinin büyük bir yük altındaymışçasına eziliyormuş gibi olduğu ve gözyaşları içinde evine kapandığıydı.
Tüm gece söyledikleri hakkında düşünmüş ve pişmanlığı onu için için yemişti.
Bu kadar güzel bir dostluğu mahvettiğinin farkındalığı onu bitirmek üzereydi.
Hıçkırıkları arasında uykuya daldığında ise kabusları onu ele geçirdi yavaşça. Tüm bedenini gece gibi sarmalayarak onu kıstırdılar ve yuttular.
Sabah uyandığında yanakları ıslaktı karamel saçlının. Uykusunda ağlamış olmalıydı.
Yüzünü yıkayıp biraz kendine gelmek için odasının camını açtı ve neşeyle öten kuşların cıvıltıları eşliğinde hâlâ devam eden hayatı izledi.
İnsanlar oradan oraya koşturuyor, acele içinde işlerini yapıyorlardı. Dünden kalan eğlence esintisi yerini sıkıcı bir rüzgara bırakmıştı. İnsanlar evlerinin önünde bulunan kalıntıları temizlemeye başlamıştı.
Nasılsa hayat tüm gerçekliğiyle akıp gidiyordu.
Penceresinin önünde kaç dakika öylece durduğunu anımsamak zor fakat belki de onu öylece bıraksalardı saatlerce izleyebilirdi odasından dışarıyı.
Bunu bölen annesi oldu; kadın, adımları genç adamın odasının önünde son bulduğunda narin eliyle kapıyı iki kez tıklatmış ardından bir yanıt beklemeden odaya girmişti.
Dongju odaya giren annesini umursamadı. Yalnızca göz ucuyla ona bir bakış attıktan sonra kıpırdamadan insanları seyretmeye devam etti. Biraz yalnız kalmak istiyordu ve her defasında buna engel oluyorlardı.
"Kahvaltı için sana birkaç kez seslendim fakat gelmedin, ben de merak edip yukarıya çıktım. İyi misin? Dün gece epey yorulmuş olmalısın."
Herhangi bir cevap alamayan kadın kapı eşiğinden ayrılıp birkaç adım oğluna yaklaştı. Onunla göz teması kurmaya çalışıyordu fakat Dongju annesinin bakışlarından bir sorun olduğunu anlayacağından korkuyordu bu nedenle kızarmış gözlerini zemine dikmişti. Kısa bir yanıt verip bu işten sıyrılması gerektiğinin de farkındaydı.
"İyiyim anne, yalnızca yorgunum ve şu an iştahım yok."
Kadın pek ikna olmasa da karşı çıkmayıp odadan ayrıldı. Dongju ise bir süre daha pencereden ayrılmadı.
Zihninde dolaşan düşünceler altında eziliyormuş gibi hissediyordu ve kalbini sarmalayan bu derin karaltı canını yakıyordu. Nasıl kurtulması gerektiğini, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Tek bildiği Geonhak'ı incittiğiydi.
Parmak uçlarıyla şakaklarını ovaladı.
Bütün bu olanlardan sonra başı şiddetli bir şekilde ağrıyordu.
Gidip ondan özür dilemek istiyordu ama Geonhak'ın kendisini görmek isteyeceğinden şüpheliydi bu nedenle korkuyordu. Ondan uzakta olmak ızdırabını körüklese de şu an için yapabileceği en iyi şey bu gibi görünüyordu.
Belki oturup sağlıklıca düşünmek ve bir süre birbirlerini görmemek daha doğru kararlar almalarını sağlayabilirdi.
Dongju kabullenmekte her ne kadar zorlansa da Geonhak'a aşıktı. Hem de çok uzun bir zamandır. Duygularının karşılıklı olması fikri onu hem heyecanlandırıyor hem de hüzünlendiriyordu.
Bir erkeğe göre küçük olan elleriyle yüzünü kapattı ve hıçkırıklarının sesini bastırmaya çalıştı. Gözyaşları parmaklarının arasından dolaşıyor, teninde kısa bir gezintiye çıkıyordu.
Mahvolmuş gibi hissediyordu.
Hıçkırıklarının arasında büyüğünün adını sayıklıyor, onu ne kadar sevdiğini tekrar ediyordu kendi kendine.
Tüm dünyadan soyutlanmış, minik kabuğuna çekilmişti. O kabukta güvendeydi. Aşkını gizlemek zorunda değildi. Dolu dolu yaşayabilirdi.
Dongju sayıklanırken odasının kapısının açıldığını ve içeriye birinin girdiğini duymamıştı elbette. Hâlâ pencerenin önünde arkası dönük bir şekilde duruyordu.
Geonhak ise hiçbir şey yapmadan onu izliyordu. Dün gece bir anda çekip gittiği için özür dilemeye gelmiş, birkaç kez Dongju'nun odasının kapısını tıklatmış fakat yanıt alamayınca ve içeriden ağlama sesleri gelince endişelenip içeri girmişti. Karşılaştığı manzara ise buydu. Küçüğü ardı ardına bir şeyler sayıklıyor, transa geçmiş gibi duruyordu.
"Seni seviyorum Geonhak. Lanet olsun ki seni çok seviyorum. Senin mükemmelliğine karşı koyamıyorum. Aşkın beni öldürecek."
Söylediği bu sözler karşısında afallamıştı büyük olan. Elinde tuttuğu ve özür dilemek amaçlı topladığı çiçek demetini daha sıkı bir şekilde kavradı. Neler olup bittiğini anladığında ise Dongju onun varlığını fark etmişti, kızarık şaşkın gözleri korku dolu bir ifadeyle ona bakıyordu.
Geri adım atarak pencereye yaslandı. Ayakta zorlukla duruyor gibi görünüyordu.
Kalbinin ağrıdığını hissediyordu. Bu öyle kuvvetli bir ağrıydı ki her an düşüp bayılabilirdi. İkisi de konuşamıyordu şimdi. Yalnızca birbirlerine bakıyorlardı.
Sessiz geçen birkaç dakikanın ardından Dongju güçlükle yaslandığı pencere kenarından ayrıldı ve odadan çıktı.
Az önce tüm duygularını kendine itiraf ederken sevdiği kişi bunları duymuş muydu yoksa yine halüsinasyon mu görüyordu?
Dengesini kaybetmemeye çalışarak hızla merdivenlerden indi ve gürültüyü duyup yanına gelen annesini yanıtsız bırakarak dışarı çıktı.
Adımları onu nereye götürüyor bilmese de ilerlemeye devam ediyor evden bir an önce uzaklaşmaya bakıyordu.
Güneş sıcak ışınlarını yeryüzüne yollarken yeterince uzaklaştığını düşünmüştü. Deniz kenarına gelmiş, kayalardan birine oturmuş ve gözyaşlarını yuvalarından serbest bırakmıştı.
"Kendi kendimi bitirdim. Artık her şey sona erdi. Bitti. Geri dönüş yok."
Köpüklü sular kaygan ve ıslak kayalara çarparken ve deniz hışırtılı bir şekilde tüm dünyaya seslenirken hıçkırıkları eşlik ediyordu tüm bunlara. Genç bir adamın haykırışları denizin sesiyle yükseliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlantis ✧ leeon
Исторические романыBazılarına göre Atlantis yalnızca bir efsaneyken benim için sensin Dongju.