Bazen tanrı, dünyadaki işleri yoluna koymak için insanlarına ufak işaretler gönderir. Bu zaman zaman bir kaza, ölüm olabileceği gibi zaman zaman da mucize gibi hissettiren olaylardır.
Geonhak da tanrının işaretlerinden birini almıştı o sabah fakat bunun iyi mi yoksa kötü mü olduğunu anlamak için henüz erkendi. Tek bildiği duygularına karşılık bulmasıydı ve bu tüm mucizelere değer gibi görünüyordu.
Küçük odada bir buraya bir oraya dönerken içindeki sevince engel olamayıp kapıda meraklı bakışlarla kendisini süzen ve bir cevap bekleyen Dongju'nun annesine sarılmak istedi. Ona kendisinin de oğluna aşık olduğunu ve önüne dünyaları serip onu sevgisiyle en güzel şekilde yaşatacağını söylemek istedi. Gerçekten de o an tüm kalbiyle bunları söylemek, haykırmak istiyordu dünyaya.
Yine de kalbinden geçenleri doğrudan annesine söylememesi için bir sebebi vardı. İkisi de erkekti. Ağzından çıkacak tek bir kelime hayatlarını mahvedebilirdi. Gayet iyi biliyordu ki, uzun yıllardır etrafında tanık olduğu eşcinseller halk tarafından dışlanmış ve aşağılanmıştı. Saygın yerlere gelmelerine izin verilmemiş onlara layık görülen tek meslek olan fuhuşa sürüklenmişlerdi.
Düşebilecekleri durumu gözleri önüne getirdiğinde yüreğinde bir soğukluk hissetti. Canını yakmış, gerçek tüm acımasızlığını tokat atarcasına ona hatırlatmıştı.
"Geonhak neler oluyor? İkiniz de bir garipsiniz dün kavga mı ettiniz yoksa?"
Kadının endişeli sesi onu düşüncelerinden ayırırken kafasını iki yana salladı ve özür dileyerek evden çıktı.
Şu an aklındaki tek soru ne olacağıydı. Dongju'yla konuşması ve bir karar almaları gerekiyordu ama muhtemelen o konuşmak istemeyecek yine kaçacaktı. Üstelik nereye gittiğini de bilmiyordu. Aklında birkaç tahmin olsa da gitmemeyi tercih etti. Belli ki yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Bir süre ikisinin de yalnız kalması iyi bir seçenek olabilirdi.
Adımlarını sevdiğinin orada olmadığını umarak kütüphaneye yöneltti. Şu anda kafasını toplayabileceği tek yer orası gibi görünüyordu. Yürürken bir yandan da kendi kendine diyaloglar ve senaryolar kurup bunları tartıyor, olasılıkları düşünüyordu.
Tanrı onu cezalandırıyor muydu? Ne gibi bir günah işlemiş olabilirdi ki böyle korkunç bir şeye mahkum olmak için, anlayamıyordu.
Algılarını dış dünyaya kapamıştı. Kütüphanenin gıcırdayan ahşap merdivenlerini tırmanırken zihninde kaybolmuştu.
Kahvenin tonları onu içine çekiyor, kasvetli bir evreye sokuyordu. Dongju'yla her zaman oturup sohbet ettikleri, kitap okuyup saatlerce vakit geçirdikleri yere göz ucuyla baktı. Bunu yaparken nefesini tutmuştu birini görme korkusuyla. Kimseler olmadığını fark edince ise nefesini rahatlamış bir ifadeyle dışarı üfledi ve bağdaş kurarak yere çöktü.
Anıları onu her şeyin başladığı yere götürüyordu. Karşı çıktığı söylenemezdi. Sevdiği kişiye dair ilk ve en özel anılarından oluşan durakları hatıra treninde tek tek ziyaret ediyordu.
Durakladı tren, ilk anısına geri dönmek istedi birden genç adam. Gözlerini uzakta birini arıyormuş gibi dikti ve hatırlamaya çalıştı; Dongju'ya dair ilk anıyı.
İkisinin de aileleri göçmen olduğu için dışlandıkları ve bu nedenle göçmenlerle daha sıkı bağ kurdukları zamanlar tanışmışlardı. O dönemde halk içinde belli gruplaşmalar yoğundu o nedenle bunlar oldukça normal karşılanıyordu. Yaşları oldukça küçüktü bu olaylar yaşandığı sırada. Sık sık sokakta diğer çocuklarla oyun oynarken Dongju'nun belki biraz feminen olmasından ileri gelen bir zorbalığa maruz kaldığını görüyordu. Daha ilk andan onun yanında olmak istemişti ve ilk adımı atmıştı. Masum bir koruma iç güdüsüyle olmuştu bu.
Neredeyse sürekli tanık olduğu zorbalık onun zamanla en nefret ettiği şey haline gelmişti. Henüz küçük bir çocukken bile böyleydi Geonhak. Dostça yaklaşımı sırasında küçük olan ilk başta çekinse de kısa süre sonra birbirlerinden ayrılmaz olmuşlardı. Onunla ilgili hatırladığı ilk anı buydu işte. Güzel kahverengi gözleriyle niyetini çözmek istercesine Geonhak'ı süzüyor ve çekingen beden dili korkusunu saklamıyordu.
Beraber sürekli kütüphaneye gider, okuma bilmedikleri halde kalın ciltli kitapları karıştırır ve kafalarında canlandırdıkları hikayeleri anlatırlardı. Daha sonra babası yaşadığı mahalledeki kilisede rahip olunca Geonhak okumayı orada öğrendi. İlk okuduğu kitap incil'di.
İlerleyen zamanlarda Dongju'yla buluştuğunda yanında kendine ait incili de getirip ona oradan hikayeler okuduğunu anımsadı. Sık sık okudukları ve üzerine düşündükleri hikaye ise İsa Peygamberin çarmıha gerilişiydi. Bunun önceden nedensiz bir sempati olduğunu düşünse de şimdi nedenini biraz da olsa anlıyordu.
Hatıra treni sona yaklaştığında içinde bir burkulma oldu ve gözlerini sımsıkı yumdu. Her şey bitmeyecek bir kabus gibi geliyordu. Tanrının cezası, bir mucize değil felaketten ibaretti. Günahkarlar orkestrasına o da katılmıştı, söylüyordu kendi kısmını. Ölmeden önce son kez en güzel şekliyle şarkısını söyleyen kuşlar gibi tıpkı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
atlantis ✧ leeon
Historical FictionBazılarına göre Atlantis yalnızca bir efsaneyken benim için sensin Dongju.