Öncelikle herkese merhaba. Fic de tamamen mitoloji de olan şeyler yok, yani demek istediğim benim kendi kafamda oluşturduğum kurgu daha ağır basıyor. Sadece birkaç bir şeyi ve adlarını kullanacağım.
Burası insanların dünyası gibi bir yer.
Bir de konu güzel olmasına rağmen ben yazmayı beceremeyen bir insanım o yüzden konuyu mahvedebilirim şimdiden söyliyimm.
Umarım beğenirsiniz.
Elim boynumdaki, babamın bugün verdiği, verirken "Bunun içine ileride aşık olduğun kişinin fotoğrafını koy. Sakın kaybetme." dediği kolyede durulu sanırsam ki yaklaşık iki saattir kumsalda yürüyordum. Şu birkaç gündür kafam karışıktı ve babamın bana sözler söyleyip uzattığı kolyeyle daha da çok karışmıştı.
Aşk nedir diye düşünürdüm ve ne zaman düşünsem sanki birisine aşık olmuşum gibi üstüme ağırlık çöker hasretle yanıp kavrulurdum. Bir yanım eksik gibi hissederdim, bu hissin geçip gitmesini beklerken ise iyice içine kapılırdım.
Masalları her bir detayına kadar okur, aşkın ne demek olduğuna anlamaya çalışır, babamı izlerdim. Masallardan anladığım kadarıyla babamın aşık olup olmadığına bakardım. Hareketlerini ne kadar izlersem izleyeyim anlayamamıştım. Bir gün babama "Siz aşık mısınız?" diye sormuştum. Babam bana, "Aşık olsam bu kadar abin olmazdı." demişti. Bunu söylediği zaman ne demek istediğini anlayamamıştım.
Yine aşkın ne olduğunu düşündüğüm zamanlardan birisinde aynı hislere kapıldım lakin bu sefer, babamın yanına gidip ona durumu izah ettim ve bunların sebebini sordum. Önce duraksadı, ardından bana şu an boynumda olan kolyeyi verdi, sözleri söyledi. İşte o zamandan beri kumsalda bulunuyorum. Dediğim gibi iki saat olmuş olmalı.
Ne kadar düşünürsem düşüneyim aşk için bir açıklama bulamamıştım. Kesinlikle aşk şudur diyememiştim. Ben bu yüzden de artık aşkı "Sadece yaşayanlar ne demek olduğunu bilir." şeklinde tanımlıyordum. Babamın söylediğine göre bizim buralarda gerçek aşkı bulmak zormuş. Birçok kişi aşk yüzünden değil, gördüğünü istediği için birlikte oluyorlarmış. Bunun hakkında birkaç araştırma yapıp eskiden olan söylentileri araştırmıştım. Babamın söylediklerine bir kişi uymuyordu.
O da Hades.
Eskiden olan söylentilere göre-bu söylentileri nasıl bildiğime gelirsek birkaç yaşlı Tanrıyla sohbet etmiş olabilirim. Onlar hâlâ yasak olmasına rağmen bu konuyu konuşuyor. Tabii benim de ilgimi çektiği için onları şikayet etmedim- Hades, gerçekten de Kore'ye aşıkmış. Bazılarına göre Hades ona olan özlemini yeraltında insanlara ceza vererek geçirmeye çalışıyormuş. Bu bana pek Kore'ye olan özleminden değil de ona kavuşamadığı için Zeus'a olan sinirinden yapıyormuş gibi geldi ama söylentilere göre böyle işte.
Tüm Tanrılar zamanı boyunca böylesine büyük bir aşk görülmemiş. Babam bana hep Hades'i kötü anlatırdı fakat bu aşk hikayesini duyduğumda onun çok da kötü olmadığına karar verdim. O sadece aşıktı ve aşkı için yapamayacağı bir şey yoktu. Bir gün özlemine dayanamadı o yüzden de Kore'yi kaçırdı. Kore'nin adı Persephone oldu. Onlar birbirlerinin ruh eşleriydi, sonunda böyle olacağı da belliydi.
Şu an da onlar hakkında güncel hiçbir bilgi yok, keşke olsaydı... Hades'i gerçekten merak ediyorum. Sinirli, acımasız olmasaydı kesinlikle onunla aşk hakkında bir konuşma yapmak isterdim. Tabii bir de yeraltında yaşıyor olmasaydı.
"Yine buradasın." ses duymamla durdum ve arkamı döndüm. Yoongi hyung gelmişti. Yanıma geldiğinde ikimizde kumlara oturup okyanusu izlemeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mythe [taekook]
FanfictionEksiktim, kalp ağrılarımla ben eksiktim. hades'in oğlu kim taehyung, poseidon'un oğlu jeon jeongguk.