----
Yüzüstü bırakılmak. Merhametten en uzak duygu. Çaresizlik. En sonunda ise kabulleniş. Asla şaşmaz bu döngü. Belki de çok yorulmuşsundur. Çok kırılmışsındır. Kapanması zor yaralar almıştır kalbin, ruhun. Ama günün birinde, er ya da geç biri gelip merhem olacaktır sana. Saracaktır yaralarını. Umutsuzluğa kapılma sakın. Ve o kişi gelene kadar durma, hayatı kaçırma...
----İlk defa bu kadar çaresiz hissediyordu kendini. Ne yapacağını bilemez bir halde arkasından bakakalmıştı. Kırgın ve bir o kadar kızgındı aynı zamanda. "Allah'ım, sen bana dayanma gücü ver n'olursun. Sen bana güç ver." Gözyaşları uzun süre akacak gibiydi. Güçlükle başını kaldırdı, gördüğü manzara onu şaşırtmıştı. Sinan arabanın içinde birisini bekliyordu. Gözleri buğulu olduğu için pek göremiyordu ama Sinan'dan başka biri de yok gibiydi arabanın içinde. Gözyaşlarını sildi, yerinde dikleşti ve o da beklemeye başladı. Belki de en tedirgin bekleyişiydi. "Ya pişman olduysa, ya beni bırakmak istemiyorsa. Eğer öyleyse onu hemen affetmemeliyim. Oturduğum yerde gözlerim kan çanağı gibi oldu onun yüzünden." Kafasındaki düşünceler onu birazcık gülümsetmişti aslında. Pişman olup özür dilemesi kızı çok mutlu ederdi. Evet ona kızgındı, fazlasıyla gözyaşı dökmüştü ardından çünkü. Ama yanına gelip özür dilemesi onu affetmesi için yeterdi. "İnşallah düşündüğüm gibi olur." Tam o sırada Sinan'ın arabadan çıktığını fark etti. Kalp atışları hızlanmış, avuçları terlemeye başlamıştı. Ama yanına gelmeyeceğini anlaması uzun sürmedi. Tamam, yanına gelmeyecekti belki, ama kızı daha mutlu eden bir sürprizle geri dönebilirdi. Kız bekledi, bekledi, bekledi... Ama gelen olmadı. Az önceki mooduna tekrar girecekken gördükleri karşısında şok oldu. Evet Sinan birini bekliyordu gerçekten. Ama o kişi kızın *artık* eski en yakın arkadaşıydı. Sarıldılar. Fazla samimi. "Hayır ya, olamaz böyle bir şey." Kız daha fazla dayanamadı ve bir hışımla masadan kalktı. Artık hiç bir şey düşünemiyordu. Gözyaşları tekrardan firar etmeye başladı. O kadar kızgındı ki. Hem dost kazığı yemiş, hem de sevgilisi tarafından terk edilmişti. Gözyaşlarını silerek yanlarına gitti. "Sinan n'oluyo burda?" Kelimeler kendiliğinden dökülüyordu ağzından. "Açıklama yapmak zorunda değilim. Ender, gider misin artık, lütfen." Yanındaki kıza döndü "Ya sen? Sen utanmadın mı en yakın arkadaşının sevgilisini ayartmaya? Ya ben sana kardeşim dedim be!" Sesi olduğundan yüksek çıkmıştı. Ama umurunda değildi. "Ender ses tonuna dikkat et." Sinan'ın sözlerini duymuyordu bile. "Söyle bana, ne zamandır aldatıyorsun beni?" Sesi o kadar yorgundu ki. İçinde bir şeyler kırıp dökülüyordu ve bu nerdeyse kimsenin umurunda değildi. "Ender kes sesini dedim sana!" Kozlarını paylaşma vakti gelmişti artık. Sinan yanındaki kıza dönüp "Arabaya geç." dedi. Kız arabaya geçince konuşmaya başladı. "Ben sana hep çok değer verdim. Ama sadece bu kadar. Hiç bir zaman gerçekten sevemedim seni. Seni kırmamak için de bir şey söyleyemedim. Ve şimdi de gerçek aşkı buldum, bırakmak da istemiyorum." Ne kadar da kolay söyleyivermişti bunları. "En yakın arkadaşımda mı buldun o aşkı? Sen ne biçim bir insansın be! Ben sana 2 senemi verdim, 2 sene! Bu kadar kolay mı böyle bırakıp gitmek?" Arabanın içine doğru baktı. "Hem de Aslı için..." Gözleri ağlamaktan yanmaya başlamıştı. "Öyle deme, Aslı çok iyi bir kız." Bir an için Sinan'ın yüzüne baktı. Yüzündeki ifade tanıdıktı. Onu ilk gördüğü, aşık olduğu zaman da kendisine böyle bakmıştı. Bu ifade onu daha da sinirlendirdi. "Allah ikinizinde belasını versin." Bir süre bakıştılar. "Kızgın olmanı anlıyorum ama bizim gitmemiz lazım. Sonra konuşuruz." Aslı içerden Sinan'a gelmesi için işaret yapınca Sinan bir şey söylemeden arabaya bindi ve gittiler. Onu orda öylece bırakıp... Yaşadıklarına anlam veremiyordu kız. Duygularını da kestiremiyordu. Kafası allak bullak olmuştu. O sırada başında çok şiddetli bir ağrı hissetti. Bu ağrıyı sadece annem geçirebilir diye düşünerek arabasına doğru ilerledi. Ama araba sürebilir miydi bilemiyordu. Arabanın içinde bir süre öylece oturdu. 2 gün içinde yaşadıklarını düşündü. Ailesiyle akşam yemeğindeyken, çıkma teklifini reddettiği çocuğu görmüş, rezil olmuş, üstüne bir de babasından azar işitmişti mesela dün. Bugünse canından çok sevdiği sevgilisi onu terk etmişti. Aynı zamanda kendisini en yakın arkadaşıyla aldattığını öğrendi. Fazla, çok fazla gelmişti bu yaşananlar. Gözyaşları içinde etrafına bakındı. Çantasından telefonunu çıkardı. Ama kimi arayacağını bilmiyordu. Resmen arayacak kimsesi kalmamıştı. Annesini arayıp endişelendirmek istemiyordu. O yüzden annesinden sonra en güvendiği kişiyi aramaya karar verdi. "Alo..." Sesi çok yorgun çıkmıştı. "Ablacım, iyi misin? Sesin çok kötü geliyor." Kardeşinin sözleri üzerine daha da sinirleri bozuldu kızın. Tutamadı kendini. Ağladıkça ağladı. Hiç durmadan... "Caner nerdesin? Yanına geleceğim." Kardeşine sığınmayı tercih etmişti. Ona çok güveniyordu. Çünkü o diğerleri gibi peşin hükümlü biri değildi. Her zaman önce dinler, anlar, sonra konuşurdu. "Bizim ofisin karşısındaki kafede buluşalım olur mu?" Aslında arabayı çalıştıracak gücü bile yoktu ama kardeşinin de işlerinin yoğun olduğunu biliyordu. "Tamam, geliyorum." Telefonu kapattığında bir nebze olsun rahatlamıştı. Arabayı çalıştırdı ama başı o kadar çok ağrıyordu ki doğru düzgün önünü bile göremiyordu. "Beni düşürdüğün hale bak Sinan!" Sinirle direksiyona vurmaya başladı. Uğrunda 2 senesini harcadığı adamın ihaneti ona çok ağır gelmişti. Çok sıkılmıştı artık. Gitmek istiyordu. Herkesten, her şeyden uzaklaşmak. Onu kimsenin bulamayacağı bir yerde, tek başına, yalnız, sakin bir hayat yaşamak. Sonunda arabayı hareket ettirmeye başladı ve yola koyuldu. Ofis çok uzak değildi ama şiddetli baş ağrısı nedeniyle yavaş ve temkinli gitmesi gerekiyordu. Yol boyunca sadece yaşadıklarını düşünüp ağladı. Ama hiç durmadan... Kafe ofise yakın olduğu için arabasını ofisin otoparkına bırakmayı düşündü. Arabayı park etti ama böyle kardeşinin yanına gidemezdi. Önce dikiz aynasından kendine baktı. Sabah yaptığı o güzelim makyajdan eser kalmamıştı. Çantasından peçete çıkardı ve gözyaşlarını sildi. Ama sinirleri çok yıprandığından yine kendine hakim olamadı. Böyle ağlamanın bir faydası olmayacağını o da biliyordu. Dudaklarını ısırarak kendine çeki düzen verdi ve arabadan indi. Dışarı çıktığında çok ağladı belli olmasın diye güneş gözlüklerini takmayı ihmal etmedi. Kafeye ulaşması için yolun karşısına geçmeliydi ama bir anlık baş dönmesiyle elini alnına götürdü. Bu halde karşıya geçmesi çok zordu. Etrafına bakındı. Caner ortalıklarda gözükmüyordu. Yapacak bir şey yok diye düşünüp karşıya geçmek için ayağını yola atmıştı ki iyice halsizleştiğini hissetti, uyuşmuş gibiydi. En son hatırladığı şey ise birinin onu belinden tutup düşmekten son anda kurtardığıydı.
*2 saat sonra
"Abla, nasılsın?" Midesinde çok şiddetli bir bulantı hissetti. "Caner, ne oldu bana?" Başındaki ağrı hala geçmemişti. Tek hatırladığı şey ise uğradığı ihanetti. "Ufak bir baygınlık geçirdin ablacım." Bayılmıştı demek. Olacağı buydu zaten. Keşke ölseydim diye geçirdi içinden. "Annemlere haber vermedin inşallah?" Eğer annesi yanına gelirse açıklama yapmak zorunda kalacaktı. Ve şu an konuşmaya bile mecali yoktu. "Yok vermedim, vermemi istemezsin diye düşündüm." Caner kızı gerçekten çok iyi anlıyordu. "İşte benim kardeşim." diyerek elini kardeşinin yanağına götürdü kız. "Ah ablacım bir de ne olduğunu anlatsan..." Hayır, şu an olmazdı. Çok yorulmuştu çünkü. "Sonra konuşalım olur mu bitanem? Uykum var şimdi dinlenmek istiyorum." Caner ikna olmuş gözüküyordu. "Tamam abla, ama seni ziyaret etmek isteyen biri var. Çok merak etmiş seni." Kimdi bu şimdi? Hoş, kim olursa olsun kabul etmeyecekti kız. "Canım şimdi istemiyorum dedim ya, sonra gelsin her kimse." Hiç uğraşacak hali yoktu. Arkasını dönüp uyamaya çalıştı. Tabi hissettiği şiddetli baş ağrısı engel oluyordu uyumasına. "Abla ama belki sen de görmek istersin." Kardeşinin sözleri üzerine tekrar ona doğru döndü. "Kimmiş bakalım?" Gerçekten merak etmişti. Önemsiz biri olsaydı bu kadar ısrar etmezdi diye düşündü. "Seni hastaneye getiren kişi." Ne yani? Onu hastaneye Caner getirmemiş miydi? Tam o sırada kapı tıklatıldı. Caner ayaklandı ve kapıya doğru ilerledi. "Caner n'oluyo?" Caner'den cevap gelmedi. Hatta kızın duyduğu tek ses kapının kapanma sesi oldu. İçeri giren adamı hayatında daha önce hiç görmemişti. Yaklaşık 1.85 boyu vardı. Kara saçlı kara gözlü, yakışıklı bir çocuktu. Hatta çok yakışıklıydı. "Merhaba..." Sesi bir an kızı etkilese de hemen kendine geldi. "Merhaba... Beni siz hastaneye getirmişsiniz sanırım?" Aslında biraz tedirgindi çünkü bu çocuğu tanımıyordu. Belki de hırsızdı. Bunu kimse bilemezdi. "Evet ben getirdim. Bir de bana 'siz' demene gerek yok, 'sen' diyebilirsin." İlk defa gördüğü biriyle bu kadar samimi olmasına gerek var mıydı? Ne kadar doğruydu? Ama beni hastaneye kadar getirip, uyanmamı beklediğine göre iyi biri olmalı, diye düşündü kız. "Madem o kadar samimi oluyoruz, tanışalım o zaman." Elini uzattı. Yüzünde memnun bir ifadeyle "İsmim Ender. Ben kiminle muhattap oluyorum peki?" diye sordu. Çocuk da "Memnun oldum Ender. Ben de Kaya." diye cevap verdi. "Ben de memnun oldum Kaya. Her şey için teşekkür ederim." Kızın keyfi bir anda yerine gelmişti sanki. Ama yaşadıklarını unutması imkansızdı. "Benim yerimde kim olsa aynısını yapardı, teşekkür etmene gerek yok. Sadece bir şeyi merak ediyorum. Seni arabandan inerken gördüm. O kadar kötü gözüküyordun ki peşinden gelmeye karar verdim..." Kız, çocuğun lafını kesti. "Beni takip mi ettin yani?" Kız bu durumdan rahatsız olmuştu ve bunu da apaçık belli ediyordu. "Hayır hayır, lütfen beni yanlış anlama. Sadece sana bir şey olursa diye... Ki oldu da zaten..." Çocuk kafasını yere eğdi. "Neyse ya boşver, gideyim artık ben. Kendine iyi bak." Kız çocuğu üzdüğünü fark etmişti. Durumu çok yanlış anlamış ve onu istemeden de olsa kırmıştı. "Ben... Özür dilerim... Dur, gitme lütfen." Çocuk arkasını döndü ve ona pişmanlıkla bakan bir çift mavi göze rastladı. Gözleri gerçekten çok güzeldi. Üstüne giydiği elbise de iyice ortaya çıkarmıştı gözlerinin rengini. "Eğer kalırsan... Şey yani, biraz daha sohbet edebiliriz. Seni tanımak isterim açıkçası." Çocuk bir kıza bir de kapıya baktı. Aslında o da gitmek istemiyordu. Bir çift mavi göz onu etkisi altına almıştı zira. Gitmekten vazgeçip boşta duran sandalyeyi yatağın yanına çekti. "Tanışalım o zaman. Ben de seni tanımak için can atıyorum." İkisi de gülümsedi. Belki de bugünden sonra ikisinin de hayatı kökten değişecekti. Kim bilebilirdi?..
2.bölüm sonu :) Çok bekletmek istemedim ve Kaya'yla Ender'i tanıştırıverdim. Umarım güzel bir bölüm olmuştur. İlgilendiğiniz için teşekkür ederim ☺️
Not: ilk paragrafta bahsettiğim konu herkes için geçerli, onu da yazarın tavsiyesi olarak kabul ederseniz çok mutlu olurum. Bir de mutlu olmanız için dikkate almanızı öneririm :)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serendipity - Tesadüfler Silsilesi
Romantikserendipity: beklenmedik şeyler bulma şansı, en güzel tesadüf. 🤎