1'

224 25 2
                                    

*

jinyoung önünde durduğu elmas işlemeli gösterişli kapıyı çalmadan önce boğazını temizledi. baştan aşağı bembeyaz olan takımını bir daha düzeltti. tanrı'nın olmasını istediği gibi, gömleğinin yakalarının sonuna kadar iliklendiğinden emin oldu. 

kapıyı tıklattığı an, şirketin her noktası gibi tanrısal teknoloji dolu kapı kayarcasına açıldı. jinyoung içeri girdiğinde kapı yapması gerektiğini bilir gibi sıkıca kapandı ve jinyoung'u hizmet ettiği yüce varlıkla baş başa bıraktı. jinyoung son geldiğinden beri hiç değişmemiş odada gezdirdi gözlerini hızlıca. metalimsi beyaz kaplı odanın ortasında tamamen tezat oluşturan büyük siyah bir masa vardı. masanın hemen arkasında odayı iki bölmeye ayıran bir perde vardı. beklenileceği kadar gerçek dışı görünüyordu. beyaz perdenin arkasındaki sandalye silüeti belirgin şekilde görünüyordu. fakat üzerinde oturan tanrıyı göremezdiniz.

jinyoung'un bir şey söylemesine gerek kalmadan, perdenin arkasındaki sandalye hareket etmişti. değiştirildiğine emin olduğu sese odaklandı. "lim jaebeom sınavını ufak bir kusurla geçti. park jinyoung, seni bir seneyle sınırlı olarak onun koruyucu meleği olarak atıyorum. git ve görevini yerine getir. bir yıl sonra saat sabah altı çift sıfırda seni masamın önünde göreceğim. çantanı hazırlamak için dışarı çıkabilirsin."

ağır kapı daha fazla söze gerek olmadığını belirtmek ister gibi açılmış, jinyoung çıktıktan sonra da bütün asaletiyle kapamıştı. jinyoung derin nefesler alarak odasına doğru yürümeye başladı. buradan ayrılmaktan, alıştığı düzeni bozmaktan nefret ediyordu. demek lim jaebeom büyük acısına rağmen kendini kaybetmemişti, ha? göz devirdi. odanın kapısını açmak için işaret parmağını kapıdaki cihazın üzerine basarken söylendi. "neden sadece ucuz insanlar gibi tanrı'ya lanet edip kendini içkiye vurmadı ki?"

odaya girince özel seyahatler için ona verilen çantayı çıkarıp gerekli olacak şeyleri toplamaya başladı. bu sırada kapı hızlıca açılmış ve jackson'ın ağlamaklı sesi bütün katta yankılanmıştı. "ne demek gidiyorum, park jinyoung?"

jackson hışımla kapıyı kapatıp jinyoung'un omuzlarını kavradı. burada sahip olduğu en değerli arkadaşını bir yıllığına dünyaya göndermek istemiyordu. jinyoung umutsuzca iç geçirdi. "benim seçimim olmadığını biliyorsun jackson,"

jackson cevap vermek yerine sıkıca sarıldı ondan beklenmeyecek kadar sessizce. jackson transfer bölgesinde görevli olduğu için en hızlı haberi o almıştı. yedi dakika içinde en değerli arkadaşını kendi elleriyle dünya denen mavi gezegene yollayacaktı. jinyoung istemese de bir süre sonra geri çekilmek zorunda kaldı. az zamanları kalmıştı. çantasını kontrol etti. şirketle iletişim için kullanacağı telefon, melek özü, jackson'la beraber olan bir fotoğrafları ve annesinin hatırası olan yeşil tılsım. kısaca, bir meleğin sahip olacağı her şey.

jinyoung çantasını sırtına attığında jackson da kolunu onun omzuna attı. ikili transfer bölgesine sessizlik içinde yürüdüler. özel hazırlanmış geniş odaya girdiklerinde kapsüllerde epey trafik vardı. jinyoung  tanıdığı birkaç kişiye baş selamı vererek ilerledi. jackson işlemi gerçekleştirmek için gerekenleri yaparken jinyoung hafif bir tebessümle onu izledi. arkadaşı oldukça güçlü biriydi.

yedinci dakikanın sonuna gelirken, kapsülün içindeki jinyoung elini cam fanusa yasladı gözleri dolu şekilde. jackson makineleri ayarladıktan sonra gülerek camın arkasındaki arkadaşına döndü. "işini bitir ve geri gel, kardeşim."

elini jinyoung gibi camın üzerine koydu sakince. jinyoung'un gözlerine bakıp güçlü sesiyle konuştu. "wang gae," 

jinyoung gülümsedi jackson'ın oyununa ayak uydururken. "park gae." diye bağırdı sesinin duyulması için. geride kalan jackson, arkadaşının yavaş yavaş kaybolan görüntüsünü izledi dolu gözlerle.

until morning comes | jjp'Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin