Seonghwa Hongjoong'un geleceği günden bir önceki gün, saat tam 16.45'te uzun bir gökdelen olan şirket kapısının önünde derin nefesler alarak kendine hakim olmaya çalışıyordu. Öğreneceği şeyler hoşuna gitmeyecekti, bunu biliyordu. Onu üzdüğünü düşünmeden edemiyordu.Derin bir nefesle kapıdan içeri girdi ve danışma masasın doğru ilerledi, standın arkasında oturan kadına gergin bir gülümseme verdi.
"Jeong Yunho ile görüşmek istiyorum,randevum yok ama daha geçe kalamam. Umarım müsaittir."
Kadın anlayışla başını sallayıp telefona uzandı ve bir numara tuşladı.
"Kim geldi dememi istersiniz?"
"Park Seonghwa."
Kadın telefonu kulağına dayadı ve karşı tarafın telefonu açmasını bekledi. Seonghwa karşıdan cevap geldiğini kadın hafifçe oturuşunu dikleştirdiğinde anlamıştı.
"Merhaba efendim, buraya Park Seonghwa diye bir beyefendi geldi, sizinle görüşmek istediğini söylüyor acilmiş."
Kadın hafif bir gülümsemeyle başını sallamış ve telefonu kapamıştı.
"Üçüncü katta koridorun sonundaki oda."
Seonghwa hafifçe eğilerek teşekkür ettikten sonra ilerideki asansörlere doğru ilerlemişti. Bir süre sıra bekledikten sonra dayanamayarak merdivenlere ilerledi. Hızlı adımlarla üç katı kısa sürede çıkmıştı. Nefeslenmek için kısa süre duraksadıysa da daha fazla beklemek istemiyordu, hızlı adımlarla koridorun sonuna ilerlemişti. Açık ofis gibi tasarlanmış katta gözlerini gezdirdi, takım giymiş kadınlar ve adamlar arasında oraya ait olmadığı çok belli oluyor, haliyle dikkat çekiyordu.
Aldırmamaya çalışarak koridoru hızlıca geçti, üzerinde demir harflerle "Jeong Yunho, Proje Düzenleme Başkanı." yazan kapının önünde durdu. Biraz daha yaklaşıp kapıyı tıklattı. İçeriden bir kaç düşen kağıt sesi, sonra da gelmesini söyleyen bir mırıltı duyulmuştu. Yavaşça içeri girdiğinde, yerdeki kağıtları yeni toplayıp ayağa kalktığı üzerindeki takımın kırışıklığından belli olan, kendinden bir kaç santim daha uzun, elmacık kemikleri belirgin, güler yüzlü olduğu her halinden belli olan bir adamla karşılaşmıştı. Yunho hafif bir gülümsemeyle büyük masanın önündeki ikili koltuğu gösterdi.
"Geç otur, Seonghwa."
O kağıtları masanın üzerinde düzeltip dosyanın içine yerleştirmeye koyulurken Seonghwa ne diyeceğini bilemeyerek koltuğa oturmuştu.
"Geçen haftadan beri seni bekliyordum. Sanırım cesaret etmesi senin için de zor oldu."
Yunho gayet rahat tavırlarla masanın arkasındaki koltuğa oturdu. Hafifçe yayılarak bakışlarını Seonghwa'ya çevirdi. Bakışların üzerinde gezindiğini fark eden Seonghwa konuşmaya başladı.
"Hongjoong'un tepkisini bir hafta boyunca bekleyip kendi düşüncelerimle kendi kendimi yemek istemedim. Yarın akşam gelecek zaten."
Yunho başıyla onaylamıştı Seonghwa'yı. Uzun bir sessizlik olmuştu aralarında, Seonghwa ne diyeceğini bilememişti. Kendini sürekli kendi düşüncelerinde kaybolurken buluyordu. Yunho'nun ne diyeceğini bilemese de kendince bencil düşünceler aklında geziniyordu. Onları savıp Yunho'nun gözlerine baktı.
"Nerden tanıyor beni, Hongjoong?"
Yunho sanki bu soruyu uzunca bir süre bekliyormuş gibi dikeldi. Hafif bir sıkkınlıkla konuşmaya başladı.
"Hongjoong senden çok bahsederdi... sadece bana bahsettiğini bilirdim. Konservatuarın yetenek sınavında tanışmıştık. Yakın arkadaşım anlayacağın. Dört sene kadar oluyor işte... Tabii benim ailem izin vermedi bana, ben onun kadar cesur değildim. Mühendislik okudum. Seninle tanıştığında belli etmemiştir eminim ki ama kötü bir durumdaydı. Ailesi ile alakalı sorunları oldu... onu çok desteklemediler müzik konusunda. Söylediklerin hep aklına takılırdı. Bana sürekli gelip "Neden... neden bana yalan söylüyor?" der dururdu. Eminim yine bir şey dememiştir ama... Hayatında güzel giden tek şey sendin gibi duruyordu."
Seonghwa'nın aklına anında en değerli, en gerektiği, en ona yardımı dokunabileceği anda, onu öylece unutmuş olabileceğiydi. Titrek bir nefes alsa da sözünü kesmek istemedi. Şimdi bile duyduklarını sindirmekte zorlanıyordu.
"Çok vakit geçirirdiniz, Jongho diye bir çocuk, o da size katılırdı. Konservatuardan arkadaşıydı. Hatta bazen sizi kıskanırdım, seni de kıskanırdım tanışmamama rağmen. Beni senle hiç tanıştırmadı. Nedenini çok sorduysam da söylemedi."
Seonghwa bu tanışma vesvesesinden sıkıldığını hissettiği sırada duyduğu şey kulaklarında yankılanmıştı.
"Sana karşı arkadaşlıktan farklı duyguları vardı ve bunu sana söylemişti."
Seonghwa hafifçe yutkunmuştu. Bunu beklemesine rağmen şaşkınlığına engel olamıyordu. Yunho bakışlarını asla üzerinden çekmiyordu, bu da onu baskı altında, berbat ve acınası bir insan müsvettesi gibi hissettiriyordu.
"Kabul etmedin onu, aynı şekilde hissetmediğin tarzı bir yalan zırvalamışsın, öyle demişti. Gözlerinden her dediğini anladığını, yine yalan söylediğini sayıklaya sayıklaya omzumda ağlamıştı. Evet arkadaşıma bunu yaptın Seonghwa, o günden bir kaç gün sonra gelen e-postayı okumasaydım, seni asla affetmezdim."
Seonghwa gözlerinin dolduğunu inkar etmeye çalışırcasına yanağından süzülecek yaşları inatla silmiyordu. Ellerini bacaklarının arasına almış sessizce insanlarla konuşmasının bile onları ne kadar üzdüğüyle alakalı bu nutuğu dinlemeye devam ediyordu.
"Konuştuğun bir psikolog varmış, senin haberin olmadan Hongjoong'a bir e-posta göndermişti. O zaman öğrenmiştik durumu, Jongho çoktan sinirle konuşmayı kesmişti seninle. Bunu onlara açıklaman gerektiğini düşünüyordu." derince bir iç çektikten sonra konuşmaya devam etmişti Yunho. "Olan bu, seni seviyordu. Her şeyden çok."
Seonghwa kendini berbat hissediyordu. Daha fazla dayanamayarak ellerini yüzüne kapatıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Aklından binbir türlü düşünce geçiyordu.
"Nasıl birisine umut verip sonra onu reddetmeye cüret edebiliyorsun Seonghwa?"
"Kimseyle konuşmamalıydın, kimseyle arkadaş olmamalıydın."
"Sen onu haketmiyorsun bile."
"İki gram aklın sevdiğin adamı bile aklında tutamıyor."
"Beceriksizsin."
"Bir de üstelik arkadaşının yanında ağlıyorsun. Acınasısın Seonghwa, acınası."Seonghwa Yunho bir şeyler dediyse de duymamıştı. Montunun kapüşonunu kafasına geçirip hiçbir şey demeden odadan çıktı. Hıçkırıklarının sesini üzerindeki gözlere karşı susturamamıştı bile. Koşar adımlarla katları inerken çarpıştığı bir kaç insana ağlamaklı özürler mırıldandı. Dışarı çıktıktan sonra kenardaki kaldırımlardan birine bırakmıştı kendini.
Yunho'nun anlattıklarını aklında canlandırarak üstüne bir de kendini daha çok üzüyordu. Bunu hakkettiğini düşünerek daha çok düşündü, daha çok. Hongjoong'un parlayan gözlerindeki ışığı nasıl söndürdüğünü, bütün hayatının içine nasıl ettiğini, bir daha nasıl kimseye güvenmediğini, nasıl iki sene boyunca kimseyi sevmediğini. Şimdi kendini ona yeniden sevdirse, yeniden güvenini kazansa bile ne değişirdi ki... tekrar unutacaktı. Hep unutacaktı.
şey demiştim ben, kendini hafif hissettirecek bir angst... ama valla söz bak. iki bölümcük kaldı. sonra mutlu olacaksınız söz.
ama ne kadar mutlu?¿
ŞİMDİ OKUDUĞUN
One Last Americano • Seongjoong
Fanfiction"Bu alacağım son kahve Seonghwa, bir daha seni görmeyeceğim. Elbet beni bir gün yeniden unutacaksın." not ellerinin arasından kayıp düşmüştü.