14.Bölüm

162 15 0
                                    

Yazar'dan

   Erkekler...
Yıkılmışlardı, mahvolmuşlardı, bitmişlerdi, çökmüşlerdi...
Hani bu sözleri hep dizilerde filmlerde duyarlardı, önemsemezlerdi.
Ama tanrı onlara o kadar nimet vermişken neden önemsemediler?
Hiç bir zaman kalplerini dinlemediler onlar. Sadece akıllarını dinlediler. Olmayan akıllarını...

Bazı insanlardan empati yapabilirlerdi. Ağlayan bir insanı görünce onu teselli etmek yerine gülmek... değişikti. Erkekler bir tek kendi kızları ağlayınca daynamıyorlardı. Yapamıyorlardı. Elleri ayakları birbirine dolaşıyordu.

Erkekler bu sefer gerçekten gerçekliği yaşıyordu. Mahvolmuş durumdalardı. İşte hayatında bir oyunu vardı ve bu oyunun ismi 'kendi kaderiniz'. Erkekler ne zaman görmüşlerdi ki kaderi? Hiç yaşamadıkları, görmedikleri kaderi nasıl belirleyecekti?

Akılları almıyordu hiç birinin. Nasıl bu hatayı yapabilmişlerdi? Tamı tamına 1 haftadır kızlar yoktu. Kimi ara sıra fenalaşıyor kimi kriz geçiriyor kimi sevgilisinin odasından ayrılmıyordu...

Namjoon...
Namjoon mahvolmuşdu. Hissediyordu mahvolmayı... Hissediyordu. 8 gündür yemek yemiyor, uyumuyor öylece kapıya bakıyordu. Belki gelir diye... O güçlü Namjoon dan kırıntı dahi kalmamıştı. Sabah akşam ağlamıştı. Jisoo nun kıyafetleri her gün elindeydi. Kokusunu içine çekiyordu Namjoon. Polise gitmişlerdi ancak hala kızlar bulunamamıştı ve bu onu iyice sinirlendiriyordu. Jisoo iyimiydi bilmiyordu. Hastamıydı onuda bilmiyordu. Hiç bir bok bilmiyor du.  Herkesin odası olduğu toplu evde oturmuş kapıya bakıyordu. Jisoo güçlü bir kız diye mırıldandı Namjoon. Ama sadece mırıldandı....

Jin...
Daha 1 hafta bir buçuk gün önce kavga etmişlerdi. Karısının olmadığı saatleri sayıyordu Jin. Saatleri, dakikaları, saniyeleri, saliseleri...
Min seo yu jihyo ya bırakmıştı. Kahrolmuş bir halde bakamazdı kızına. Kızı 1 haftadır anne sütü içmiyordu. En kötüsü annesini bile görmemişti. Uyuyana kadar ağlıyordu min seo....
Bu sefer Jin kırılmayı mahvolmayı iliklerine kadar hissediyordu. Tamam. Nayeon ile kavga ediyorlardı, Jin kendi evine gidiyordu ama en fazla 2 gün sonra eve dönüyordu. Karısından haberi yoktu. Onu özlemişti. Gidip sarılmak istedi öpmek istedi onu... Deliler gibi ağlamak istiyordu Jin ama ağlayamazsın. Hoseok a destek olmak için odasına gitti. Hoseok deli gibi ağlıyor çığlık atıyordu. Aşağı indi Jin. Gözleri ile görüyordu . Kardeşleri yıkılmıştı. Hepsi tek tek eriyordu. Jin güçlü durmaya çalıştı. Çünkü nayeon da böyle isterdi...

Yoongi...
O o kadar şey yaşamıştıki içinden.  Momo nun olmadığı her dakika onun için kalbinin atmamasıydı. Ara sıra hatta ayda 1 kere ağlayan adam gitmiş yerine pamuk şekeri alınmış bir çocuk gibi bir insan gelmişti. Ama haklıydı. Onun elinden pamuk şekerini almışlardı. Sevgilisini çok özlemişti. Momo dıştan güçlü veya sert göründüğünü biliyordu ama içi yeni doğan bir bebek kadar ağlaktı. Bunları düşününce daha çok ağlamaya başladı yoongi. Hiç ağlamayan arkadaşı hoseok bile sabahtan akşama kadar bağıra bağıra ağlıyordu
Beyaz teni bir ruh olmuştu. Arada bir Mina ve bambam gelip kontrol ediyorlardı. Yoongi ye yemek yediriyorlardı. Ama bilmiyorlerdıki yoongi nin her gece kustuğunu. O gün yine yedirmişlerdi yoongi düşündü. Bu çorba momo nun boğazından geçmeyecekse benim neden boğazımdan geçsin ki?

Hoseok...
Tam anlamıyla parçalamıştı. Sabah altı akşam on ikiye kadar ağlıyordu. Sesi kısılmıştı. Normal hayatında dahyun suz bir gününü zor geçirirken şimdi bir hafta olmuştu. Dayanamıyordu hoseok. Bir an önce gelsin istiyordu nişanlısının. Dayanamadı hoseok yanında duran vazoyu yere fırlattı. Eline dahyun ile çekildiği fotoğrafı aldı. Öptü dahyunu kalbinin tam üstüne koydu hoseok. Dahyun ne yiyordu ne içiyordu hiç bir şey bilmiyordu. Bu onu daha çok ağlatırken ağzından bir hıçkırık çıkmasını engelleyemedi. Diğer elindeki tişörtü burnuna götürdü hoseok. Kokladı. Onu bulmalıydı. Daha fazla yok olmadan onu bulmalıydı.
Göz yaşlarını silmeye çalıştı hoseok elindeki fotoğrafı çekmeceye koydu hoseok. Ayaklandı nişanlısı için. Onu bulmaya gidiyordu. Ama tek değil
Kardeşleriyle...

Jimin...

Bir haftadır olduğu gibi hastanedeydi Jimin. Bugün de fenalaşmış ve Mark onu hastaneye getirmişti. Şimdide herzaman yaptığı şeyi yaparak ağlıyordu. O gün bebeğini aldırtmıştı, hayatının anlamına el kaldırmış, ona demediğini bırakmamış, sabah onunla beraber gitmemişti. Ve kadını kaçırılmıştı. Jimin kendini suçluyordu. Yapamıyordu. Rose yanında değildi...
Jimin hem ruh bakımından hemde fiziksel bakımdan çöküyordu. Sevgilisinin dudaklarını istiyordu. Jimin. Ona sarılmak istiyordu. Ellerini rose nin beline sarıp bir daha bırakmamak istiyordu. Şimdi yanımda mark yerine rose olsaydı diye düşündü Jimin. Ağzından bir hıçkırık kaçtıp hastane dıvarlarında yankılandı. Rose ne yiyordu? Ne yapıyordu? Canı yanıyormuydu? P peki yaşıyormu? diye düşündü Jimin. Sessizce ağlamaya başladı. Jimin daha fazla dayanamayıp kendini karanlığa teslim etti...

Taehyung...
O başlı başına bir enkazdı. Jennie nin geçmişini biliyordu. Taehyung korkuyu iliklerine kadar hissetti. Güçlü duracağım demiş ve kendine söz vermişti. Ancak sözünü tutamadı. İlk defa taehyung sözünü tutamadı. Abileri, kardeşleri gibi ağladı taehyung. Elleri titriyordu. Sesi kısılmış karşısında ki aynaya bakıyordu. Ne kadarda çökmüşüm? Ne kadar zayıflamışım diye düşündü taehyung. Yavaşça ayağa kalktı ve jennie nin gardırobunu açıp içinden jennie nin uzun kazağını aldı ve koklamaya başladı. Taehyung dayanamıyordu artık. Göz yaşlarını silerek aşağı indi. Namjoon hyungu kapıya bakıyordu. Hızla yürüyüp evden çıktı. Arabasına doğru ilerledi. Arabaya bindi ve arabayı çalıştırdı. Taehyung sonunda geldiğinde aşağı indi. Uçurumun kenarına gelip oturdu ve gök yüzüne baktı. Buraya jennie ile birlikte gelirdi. Zaten burada tanışmışlardı. Ağlamaya başladı taehyung. Onsuz bir hayatı düşünemiyordu bile...

Jungkook...
Aynaya baktı jungkook. Ağladı, ağladı ve ağladı. Elleri titremeye başladığında ağzından bir çığlık koptu. Bu çığlık öyle acı dolu bir çığlıktıki...
Jungkook tekrardan yataktan düşüp titremeye başlayınca jungkook daha da ağlamaya başladı. Bütün vücudu titriyordu jungkook un. Ama onun umrunda değildi. Onun kalbi titrerken vücudunun titremesi hiç bir şeydi. Lisa yı istiyordu. Onun burada olmasını istiyordu jungkook. Ağzından kan çıktığında öksürdü jungkook. Şuan tek umurunda olan şey sevgilisi ve oğluydu. Lisa ya sarılmak istemesi daha çok titremesine neden olurken ağzına gelen kusmuğu ile yanında duran leğeni zorla ağzına tuttu ve kusmaya başladı. Kriz geçiriyordu. Her saat olduğu gibi...
Lalisa yanımda olsan beni sakinleştirsen iyi olmazmıydı? Diye mırıldandı jungkook. Sonra ise daha ne olduğunu anlamadan gözleri kapandı.
Aklında hala tek bir şey var dı.
Lalisa...

Erkekler mahvolmuşlardı fakat kızlar ölmüşlerdi...

️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️
Selamın merhaba 👋
Bölüm nasıldı?
Oy ve yorum verirseniz çokk sevinirim.

Sizi çok seviyorum 🤟

Öpülüyorsunuz 😜😍
❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️❤️
952 kelime (kısa bir bölüm😞telafi edeceğim arkadaşlar)

°Bangtanpink °Sahipliler°liskook °Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin