EKİN

583 49 39
                                    

Sessizlik, içimizdeki bastırılmış gürültülerin süslü birleşimi... . Bu sesler bir uyarı, duyulması bazen güç, bazen de kulak ardı edilemeyecek kadar rahatsız ediciydi. Bu sesler, büyük bir felaketin habercisiydi.

Uzun zamandır gürültü dolu bir hayata adapte olmanın en kötü yan etkisiydi sessizlik. Eskiden ağızdan rahatça dökülen acı dolu feryatların kalbi yavaş yavaş parçalamasıydı. Bir ölüm ninnisi kadar yavaş ve sessiz bir o kadar da kulak tırmalayıcı, tiz seste bir çığlık gibi.

Yer altında, karanlık bir tünele inen merdivenin başındaydım. Arkadaşım dediğim herkes birer birer yanımdan geçiyorlardı. Tüm dertleri aşağıya inmekti, bilinmez bir yolda kaybolmak. Birbirlerine karışmak istiyorlardı sanki, fark edilmek korkutucuydu. Neden buradaydım? Ne yapıyordum burada?

Kafamı yavaşça dışarıya çevirip son kez hayatıma baktım. Gökyüzündeki yoğun ve kasvetli bulutlar en büyük habercileriydi sanki felaketin. Bu gökyüzü, olanlara ağlıyordu. Bu gökyüzü, bana ağlıyordu. Tüm kaybettiklerime ve asla sahip olamayacaklarıma ağlıyordu belki de. Burnumun neden sızladığını, gözlerimin neden nemlendiğini bile anlamayacak kadar afallamıştım. Gözlerimi gökyüzünden çekip, yeryüzündeki klişeleşmiş insan topluluğuna diktim. Kırmızı şemsiyesini küçük oğluyla paylaşan sarışın bir anne, sigarasının külünü baş parmağıyla yere atan, yağmuru pek umursamayan orta yaşlı bir adam, okul servisine yetişmek ve yağmurdan kaçmak için var gücüyle koşan, pembe sırt çantalı küçük bir kız çocuğu. Hepsi birbirinden normaldi. 'Normal olmak...' diye düşündüm. 'Ne kadar da imrenilesi.' Gökyüzüne tekrar baktım sonra, kendimi gördüm. Gökyüzündeki yansımamı. Simsiyah saçlarım, her zaman olduğundan daha gür görünüyordu gökyüzünden. Uçuyordum ama kanatlarım yoktu, gülümsüyordum ama ruhum yoktu. Ve bakıyordum, yeryüzündeki yılmış, bitik halime bakıyordum. Ah, ne çok isterdim gökyüzünde, en mutlu olduğum yerde olmayı.

Merdivenlerden indim, tünele, belirsizliğe doğru. Yürüdüm. Ayaklarım yorulana kadar yürüdüm. Karanlıktan korkardım, herkes korkardı. Şimdiyse belirsiz sayıda insanla belirsiz bir yola giriyordum. Kimse ne yaptığını bilmiyordu. Birbirimize karışmaya çalışırken, dışarıda kalan çirkin ördek yavrusu olmaktan korkuyorduk. Ama en az birimiz o çirkin ördek yavrusu olmak zorundaydı.

''Dikkatli olsana.'' Kulağıma fısıldayan genç kız eliyle omzuma dokundu ve hemen diğerlerinin arasına karıştı. Onu göremiyordum, ona dokunamıyordum. Sadece hissedebiliyordum ve bu çok güçlü bir olguydu. Duyular muazzam şeylerdi. Biri yok olunca öbürünün rolü önem kazanıyordu. Eğer kulaklarım duymasaydı gözlerim daha iyi görebilirdi belki. Düşüncelerim hızlı hızlı birbirlerini takip ederken içinde olduğum durumu unutmaya çalışıyordum. Sonra enteresan bir şey oldu.

Rüzgarın süpürüp getirdiği küçük çalılardan birine bastım kazara. Karanlığın keskin bir tadı vardı. Bana gülebildiğini hissediyordum. Yüzümü ekşittim. Adım adım yaklaşıyordu. Vücudumdaki her biz uzuv buz kesilmişti sanki. Az önce benim kazara bastığım çalıları ayağıyla ezdi. Evet, anlamayan kalmamıştı. 'Çirkin ördek yavrusu' bendim. Ve bu karanlığa sonsuza dek hapsolmaya hazır bir duruşla yıkılışımı bekliyordum. Arkamı döndüğüm saniye yok olacağımın farkındaydım. Evren de bunu bekliyordu sanki; arkamı dönmemi ve o defalarca enseme dayanan namlunun bu sefer daha fazla acıtmasını.

Boynumun tam arka tarafında, ensemde bir soğukluk hissettim. Arkamdaki siyah adam, elindeki silahın soğuk namlusunu enseme dayamıştı, belki bininci defa. Bu sefer diğerleri gibi değildi, bu sefer acıtacaktı. Ardından, tetiğin çekildiğine dair bir 'klik' sesi duyuldu. Her dakika ölüme daha fazla yaklaşıyordum. Bir kibrit, bir kıvılcım, bir ateş ve bir yangın. Ezbere biliyordum sessizliği ve içinde barındırdığı çığlıkların anlamlarını. Karanlık... Karanlığın gerçekten de keskin bir tadı vardı.

'Hoşçakal sarı, imkansız dediğim her şeyi bir bir mümkün kıldığın için sana minnettarım.'

'Hoşçakal mavi, bana soğukluğun bile muazzam olduğunu hissettirdin, teşekkür ederim.'

'Hoşçakal yeşil, sabahları kalkmam için bana bir neden verdin, seni asla unutamam.'

'Hoşçakal kırmızı, acının ve tatlının aynı çatı altında olabileceğini öğrettin. Gerçekten, teşekkürler.'

'Hoşçakalın hayatımdaki bütün renkler.'

Ben, bütün vedalarımı bir bir sıralarken siyahlar içindeki adam, ölümcül bir soğuklukla tüm hayatıma veda edişimi izliyordu. Yavaşça arkamı dönerek enseme tutulan silahın tam köprücük kemiğime dayanmasını sağladım. Ve göreceğim son renkle karşı karşıya kaldım, veda etmeyi unuttuğum son renk. Silahın patlama seslerine karşın kafamdaki bütün gereksiz gürültüler sona erdi ve uzun zamandır arzu ettiğim gerçek sessizliği, huzuru ciğerlerimde hissetmeye başladım.


'Siz de hoşçakalın, beyaz kirpikler.'





ÇAÇARONHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin