sevimli kafede bir gün

526 23 7
                                    



Küçükken, çok çok küçükken ve matematiğimin beni yarı yolda bırakmadığı zamanlar 'büyüyünce ne olacaksın' sorularına vereceğim cevabı her zaman iki dudağımın arasında hazır olarak saklar, bana yöneltildiği anlar önlerine süslü bir tabakta sunulan yemek gibi koyardım. Genetik mühendisliği! Yaşıtlarımın hepsi doktor, avukat ya da öğretmen gibi klasik cevapları dizelerken benimki havalı bir cevaptı ama elbette bunun sebebi havalı çıktığı için değildi ağızdan. O zamandan beri zihnimin en aydınlık duvarına asmıştım bu resmi. Birilerinin hayatına dokunacaktım. İlaçlar bulacaktım, havalı önlüklerin ardında havalı bir laboratuvarda çalışacaktım ve ağrılara deva olacaktım.

Tamam, belki bu kadar yüreğe dokunur şekilde düşünmüyordum fakat bilirsiniz işte, bu da bir kahramanlıktı bence ve bazı çocukların dediği gibi imkânsız da değildi süper kahraman olmak.

Şimdi dersten çıkmış, kulağımda hafif bir şarkı zihnimin odalarına sızarken bunu düşünüyordum. Bir dilek hakkım olsa kesinlikle bu düşünme sorunuma bir ilaç üretmek isterdim. Sürekli düşünüyordum. Derste, yemek yerken, ödev yaparken -yapmaya çalışırken- dans ederken, otururken, oyun oynarken. Zihnim takılı kalmış bir plak gibiydi ve iyi bakılacak taraflarından sadece bir tanesi bir plaktan farksız olarak bir anda değil, birçok anda takılı kalmasıydı. Anlarıma kahramanlık eden adamı gözlerimin önüne serip duruyordu ve buna engel olamıyordum. Plaktan farksız sadece bir sebebi bu demiştim, eğer ikinci sebebi sunacak ve söyleyecek olsam belki de en güzeli, onun sadece bir şarkıya ilham olmaktan çok daha ötesi olmasıydı. O ilhamın ta kendisiydi. O şarkılar değildi, o notalardı. Şarkıları oluşturandı. O resim değildi, o benim dünyamdaki renklerdi. O bir kitap olamazdı, anlatmaya kalksanız da yarım kalırdı. O benim dünyamdaki tüm sözcüklerin anlamıydı. Hal böyle iken, Tanrı'm zihnim onu sayıklayıp dururken odaklanmakta zorlanıyordum. Beni yarı yolda bırakan matematiğime lanetler okuyordum. Sahiden yok muydu bunun bir ilacı tıpta?

Omzuma atılan elin boynumdaki kolyeyi parmakları arasına kenetlemesiyle düşüncelerim, yabancı bir gölgenin üstlerine düşmesinden korkar gibi dağılırken yerdeki bakışlarımı hemen yanımda duran bedene çevirdim ve bu tanıdık tenin dudaklarıma tebessüm yaymasına izin verdim.

"Nerelerdesin sen Jimin-ah? Dikkat çeken şu pembe saçların da olmasa sana rastlamak imkânsız. Mesajlara bakılmıyor, okulda yanıma uğranmıyor, kendini nasıl affettireceksin diye senin yerine de ben düşünüyorum ayrıca." Hoseok'un yalancı bir alınganlıkla kurduğu cümlelerin ardından mahcupça başımı eğmiştim. Haklıydı, bu aralar kimse ile karşı karşıya gelemiyordum.

"Üzgünüm, telafi etmek için sana bir şeyler ısmarlamama ne dersin?" diye sordum umutla gülümseyerek. Dudaklarını büzmüş sonra da başını sallayarak onaylamıştı beni. "O zaman, beni şu geçen götürdüğün, kurabiyeleri leziz olan kafeye götürürsen teklifini memnuniyetle kabul edeceğim."

Duraksadım. Bahsettiği yer anında zihnime düştüğünde yutkunmuş, "Oraya mı gitmek istiyorsun?" diye sormuştum. Benim duruşumla o da olduğu yerde kalmış, başını bir kez daha sallamıştı. "Bir sorun mu var?" diye sorduğunda yerdeki bakışlarımı soran gözlerine kaldırdım ve gülümsedim. "Hayır," Koluna girip onu ilerlettim. "Hiçbir sorun yok. Hadi gidelim."

Zihnimden bir türlü düşmeyen adamın orada, ailesinin yanında çalışması ve benim onu düşlerimden ziyade kanlı canlı görecek olmam dışında hiçbir sorun yoktu. Oraya her gittiğimde, farkında olmadığı hayran bakışlarım, o siparişlerle ve kasa ile ilgilenirken daima üstünde olurdu. Kendimi, önümdeki ödev kağıtlarında değil de onun bir an olsun yüzünden eksik etmediği gülüşünde kaybolurken buluyordum her seferinde.

finally, loving youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin