ninni gibi gelen efsane

119 18 7
                                    

Üç gün önce, yani hyung ile sahilde takıldığımız günün gecesinde anlık gelen bir cesaretle ona yazmıştım. O gün gözlerime kurduğu cümlenin ne anlama geldiği anlamıyordum. Birkaç kişinin bakışlarını da şaşkın ifademin üstünde hissettiğimi hatırlıyordum. Aklıma geldikçe yanaklarıma doğru hızlı bir kan akışı sağlanıyor ve ben eğer yalnızsam anlık bir kriz geçiriyordum. Hadi ama, ben hemen umutlanan bir adamdım ve o da o gece gözlerime bakarak öyle bir cevap verdiğinde, "Acaba..." diye başlayan cümleleri susturamıyordum yüreğimde.

Üstelik, soruda geçmemesine rağmen "erkek" sözcüğünü de eklemişti cevabına. Bu bana cinsel kimliği hakkında daha önce hiç düşünmediğimi fark ettirmişti. Onun zaten cinsiyete değil de zihniyet ve kişiliğe baktığını düşünürdüm hep. Ancak, hangi tarafın baskın olduğuyla ilgili hiçbir fikrim yoktu.

Bu aralar, tuhaf ama mutluluk verici -en azından benim açımdan- bir şekilde çok sık vakit geçiriyorduk. Birkaç gün görüşmesek bile Tanrı'nın işi, illa ki bir yerde bir şekilde karşılaşıyorduk. Ona mesaj yazdığımda saatlerce hiç bıkmadan konuşup durmuştuk ve ben gece konuşma ortasına uyuya kaldığım için kendi kafamı kırmak istiyordum. Bunu ertesi gün ona açıkladığımda, çok şirin olduğumu söylemişti. Bana hep çok şirin ya da iyi birisi olduğumu söylüyordu ama bende yarattığı etkiden hiçbir haberi yoktu.

Şimdi ise konuşma arasındaki teklifi üzerine, iki gün sonraki -yani bugün- dayı-yeğen gününde ona eşlik edecektim. Ablanın küçük oğluna bakması gerektiğini söylediğinde ona çocuklara bayıldığımı söylemiştim ve o da, oh o halde kesinlikle bana, bu küçük canavara bakmak konusunda eşlik etmelisin, demişti. Elbette, kabul etmiştim. Böyle şeyler benim için çok büyük fırsatlardı. Bu sıralar benim sınavlarım başlamış, o ve ablamınkiler bitmiş olsa da ders çalışmak onunla vakit geçirmekten daha değerli gelmiyordu.

İşin ucunda, Kim Namjoon vardı.

İnce beyaz bir tişörtü kollarımdan geçirip aşağı çekiştirdikten sonra yatağın üstündeki telefonumu kotumun cebine sıkıştırdım. Odadan çıkıp merdivenleri hızlı hızlı inmiş ve salonda televizyon karşısında meyve yiyen anneme öpücük atıp kapıya ilerlemiştim. Arkamdan bağırdığında ona hyung ile birlikte olacağımı söylemiş ve kapıyı ardımdan çekerek kapatmıştım.

Ayarladığımız buluşma yerine doğru keyifle ilerlerken yol üstünde gördüğüm marketten birkaç güzel şekerleme ve jelibon almış, vardığımda durağın yanındaki bedenini görmüştüm. Kucağında yeğenini tutuyor, arada yanaklarına öpücük konduruyordu. Yüzüme bir gülümseme yayıldı. O kadar güzel görünüyordu ki bir an onu kucağında kendi çocuğuyla ilgilenirken düşünmüştüm. Dikkatli karşıya geçip onlara yaklaştığım vakit başını kaldırıp beni görmüştü.

"Çok beklediniz mi?" diye sorduğumda gamzeleri belli olmuş ve kısılan gözleriyle bakmıştı suratıma. "Hayır, hayır çok beklemedik." Elimdeki poşeti kaldırdım. "Bize ve ufaklığa şekerleme aldım." Kucağındaki küçük bedenin dikkati hemen elimdekilere kayarken hyung onun yanağını konuşup konuştu. "Görüyor musun Yuta, Jimin amca ne kadar da düşünceli." Bakışları bana kaydığında gözlerimi kaçırdım.

Poşeti tutan elimi kavrayıp yürümeye başladığında şaşkınlıktan küçük dilimi yutacağımı sanmıştım. Elimi-Tanrım Namjoon hyung elimi tutuyordu! Beyaz poşet birbirine kenetli avuçlarımızın arasında sarkıyordu. Ben öylece birleşik ellerimize bakarak savsak adımlar atarken o kucağında kalan yeğeniyle konuşuyor ve bugün uslu olmasını ve misafirleri -bu benim- varken huysuzluk yapmaması gerektiğini söylüyordu.

O an tam karşıda olup uzaktan oluşan görüntümüze bakmayı dilemiştim. Oturup bir köşeye, mucize gibi gelen bu ataklar için ağlamak istiyordum. Benim minik kalbim böyle şeyleri kaldırmıyordu.

finally, loving youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin