gençlerle sahil keyfi

158 20 6
                                    



"Elbette, hayır. Tamam, sonra konuşuruz anne. Ben de seni seviyorum." Telefonu kapatıp ceketimin cebine geri sokuşturdum. Yüzümde huzurlu bir tebessüm kalmıştı, rüzgâr arkamdan esse de parkın ortasında ilerlemeye devam ediyordum. Havalar oldukça ısınmıştı artık ancak yine de ara sıra rüzgâr kendini belli ediyordu. Pembe saçlarım birbirine girerken bulduğum bir banka kendimi atmıştım. Sırtımdaki ufak çantam yaslandığımda ezilmişti. Gözlerimi ileride sallanıp bağıran çocuklarda gezdirdim.

Şimdi oraya koşup, basamakları çıktığım gibi kendimi kaydıraktan bırakmak isterdim. Ne yazık ki büyümenin dezavantajıydı bu. Parklar artık oyun alanım olamazdı. Bitirmem gereken bir okul, birkaç yıl sonra katılmam gereken bir ordu ve aile kurmak gibi sorunlarım vardı. Büyümek berbat bir şeydi. Yeniden çocukların arasına koşturup salıncağı kapmak ve mızıkçılık yapıp en uzun süre ben sallanmak istiyordum. Güldüm. Ben her defasında ortalığı karıştıran, huysuzluk yapan, o şımarık çocuklardan birisiydim.

Bir süre öylece oynayan çocukları izlemiş, aklıma düşen anılar arasında gülüp durmuştum. Geçmişe dair güzel hatıraların olması mükemmel bir şeydi. Kendimi kötü hissettiğim her an derinlerden bir tane bulup çıkarıveriyor, bozuk olan moralimi anında düzeltiyordum. Kendi kendime yaptığım bir çeşit terapiydi fakat terapiler yalnızca anıların arasında kaybolmaktan ibaret değildi. Zihnime düşen başka biri daha vardı. Namjoon hyunga olan sevgimi kendime karşı itiraf etmek zorlayıcı olmamıştı.

Aylardır onu tanıyor, ailesine yardım etmek için çalıştığı kafeye neredeyse her boş günümde gidiyor ve elimi çeneme yaslayıp onun gözlerine, gülünce oluşan o iki yanağındaki ölüm çukurlarına doya doya bakmayı arzuluyordum. O bir ağabey gibi değil, demiştim. Ona bir ağabey gözüyle bakmamıştım. O adam yüreğimin cıvıltılarını kulağımda attırırken, düşlerime sızarken, beni kendine müptela ederken bakamazdım.

Ablamın gülüşleri onun gibi yüreğimi ferahlatmıyordu ya da sesi onunki kadar hasret etmiyordu kulaklarımı kendine. Kısacası bir leylaydım ben işte. Aşıktım. Kendime oldukça net bir şekilde söylemiştim. Bu ilişkinin yükünü omuzlarında taşıyan da tek bendim. Zaten adamın bir şeyden haberi yoktu ki. Bu, benim oynadığım salakça ancak vazgeçilmez bir oyun olmaya başlamıştı.

Yan tarafımdan gelen yabancı ses başımın üstündeki düşünce bulutlarını yok ettiğinde o tarafa döndüm. Küçük, saçları örgülü bir kız ellerini beline koymuş, yüzünde o her çocukta olan bilmiş ifadesiyle bana bakıyordu.

"Kendi kendine gülene deli derler, sen deli misin?" Sorusu beni güldürürken yana kaymış, elimde boş kalan tarafıma vurmuştum. Tereddüt etse de yanıma oturmuş, bacaklarını sallanmaya başlamıştı. "İstediğin an, istediğin haldeyken gülebilirsin. Bu delilik değildir. Kim söyledi bunu sana?" Kafasını çevirip parka döndüğünde bakışlarımı saçlarına sonra üstündeki elbisesinde gezdirdim. Minicik bir şeydi. Beyaz teni zayıf, cılızdı.

"Eskiden ben de çok gülerdim. Sonra Hyeri benim deliye benzediğimi ve gülüşümün çok çirkin olduğunu söyledi." dediğinde kaşlarımı çatmıştım. Çocuklar bazen çok tehlikeli oluyordu. Derin bir nefes alıp verdiğimde elimi tokasına atmış ve çekip çıkartmıştım. Omzunun üstünde ne yaptığıma bakmıştı. Ellerimi örgünün dişlerine takıp yavaşça açtım. Mis gibi şampuan kokusu burnuma yayılmıştı. "Öncelikle," Güzelce okşayıp yeniden örmeye başladığımda sessiz kalmış, ne diyeceğimi beklemişti.

"Hyeri sana yalan söylemiş. Gülmek harika bir şeydir. O senin kadar fazla ve güzel gülemediği için seni kıskanmış yalnızca. O kötü bir çocuk." Kaşlarımı çatıp dudağımı büzdüm. Eskiden benimle de sürekli ya kilom ya da boyum yüzünden dalga geçerlerdi. Ben agresif ve hırçın bir çocuk olduğum için acımasız tarafımla onlara kum ya da taş atmaktan çekinmiyordum ancak bu küçük kıza kötü örnek olmaya hiç gerek yoktu. Uslu uslu anlaşabilirdi arkadaşlarıyla. Benimkiler yabani ve ilkel yöntemlerdi.

finally, loving youHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin