0; tadıma bakmayı istemiyor musun?

377 17 20
                                    

themis: öldürmek ve öldürememek, elinde bir silah tutuyoran ne fark eder?

"sen daha önce hiç birilerini öldürdün mü themis?"

bana böyle seslenmesinden nefret ediyordum, bunun o kadar farkındaydı ki. haftalarca durmadan boyamaktan sertleşmiş saçlarını ikide bir alnından çekip gerilere bıraksa da birkaç saniye sonra yeniden eğildiği yüzüme dökülmenim bir yolunu buluyorlardı; bana bulduğu bu adı ne kadar sevmediğimi gösterebilmek için buruşturduğum yüzüme karşı kocaman bir sırıtış vardı yüzünde. themis değildim ben işte, bir kadın bile değildim en başında ama o, yine de bunu söylemekten vazgeçmeyecekti. elimi kaldırmaya çalışmamla yüzündeki sırıtış büyüdü hızla, ondan kaçamayacağımı biliyordu. beni kıstırdığını biliyordu, beni, en büyük avını, pençeleri arasında olduğumu biliyordu ve belki de bu yüzden tenime daha da bastırıyordu uzun boyalı tırnaklarını, kanım tırnaklarının altında kurusun da bana zarar verebildiğinin bir kanıtı olsun diye belki de. bilemezdim. onu anlamam imkansızdı. ellerimi kaldırıp yalnızca saçlarına dokunmak istemiştim belki ama bilemezdik işte, ben de bilmiyordum neden tutuşundan kaçmak istediğimi. gözleri olabildiğince yakındı bana ve içindeki yıldızları sayabiliyordum kolayca, daha da isteyebileceğim bir şey yoktu ondan önüme sunduğu parıltılı göz bebeklerinden başka. ne isteyebilirdim ki?

"neden?"

başımı iki yana sallayıp kurtulabilirdim bu sorudan ve hayatımıza kaldığı yerden devam edebilirdik. isteklerini anlamıyordum, az önce dudaklarıma soluduğu nefesini neden böylesine sorular sormak için geri çektiğini anlayamıyordum, kemerime asmak zorunda bırakıldığım o çirkin silahı elime aldığımda bile bu kadar titriyorsa parmaklarım nasıl bir adam öldürmüş olabilirdim ki onlarla? beni silah tutarken görmemiş de değildi, gerçekten de bir katil olup olmadığımla ilgili şüpheleri mi vardı yoksa yine başarısız bir polis olduğum için dalga mı geçecekti benle, neydi amacı? bilemezdim.

dudaklarını kapatıp birbirine bastırdığında gülümsemesi bir an olsun sönmemişti, dudaklarıyla gülümsemekten başka yapabileceği tonla farklı güzel şey varken -beni öpmek gibi mesela, evet- neden bunu seçtiğini bilmiyorum. yanlış anlaşılma olmasın, hiç de şikayetçi değildim benden birkaç santimetre ötede uzanan gülümsemesine bu kadar yakından bakmaktan ama sorun bu da değildi zaten, hep, hep gülümsüyordu. öyle ki onu dudaklarında minik de olsa bir gülümseme olmadan gördüğüm anları hatırlamamaya başlamıştım, bana dönüp ekleminde yamuk yumuk bir playboy dövmesi olan orta parmağını gösterirken ve onun yakasına yaptıştığım an nezarethaneyi boylayacağını bilse bile dudaklarında o saçma gülümsemesinin olması gerçekten de merak uyandırıcıydı. ancak nezarethanenin onun için sorun olmayacağını bilmiyordum daha, ve kendi gibi dövmeli arkadaşları yerine sırıttığını da, onu dört duvar arasına hapsetmenin beni öpmesine veya gülümsemesini soldurmaya yaramayacağının farkında varmamıştım daha. erkendi daha, sırıtışını yüzünden silmek için bu kadar alevlenmek için erkendi daha çünkü aynı dudaklar üzerime konduğumda bu sefer knun yerine kendimi ateşe vereceğimi de bilmiyordum, konuşmak için erkendi ama ben yeminlerimi etmek için hiç de acele etmemiştim. beni duymuş gibi eğildi ve dudaklarıma ufacık ıslak bir öpücük kondurdu, bunun iki saniye daha sürmesi için neleri feda edebileceğimden de haberi vardı kendince benim aksime.

ki, onu yakaladığımda ilk yaptığım yapıştığım şey yakası da olmamıştı ya.. bir şey deme hakkım yok belki de.

gülümsemesi omzuma kondu aniden, saçlarının dudaklarımı gıdıkladığını, kafasını çenemin altına sığıştırmaya çalıştığını hissedebiliyordum. en sonunda başını çevirip yüzünü burnu boynuma doğru itilip sıkışana kadar bastırmıştı bana ve durmuştu öylece, hiçbir şey dememişti. gülümsemesini hala hissedebiliyordum tenimde, zaten bana değidiği için anlayacağımdan korkuğu için mi gülümsüyordu hala yoksa yanlış bir şeyler yok muydu gerçekten ortada bilmiyorum ama az önce beni ayakta becermek istiyormuş gibi bakan bir çocuğun kollarımın arasında yüzünü boynuma gömmesinin de ters giden bir şeylerden başka bir açıklaması olacağını zannetmiyordum işte. ses etmedim, ses etmedi, gülümsemesi bir an olsun sönmedi dudaklarında ve endişelerimi bir kenara iteleyip saç boyasının kimyasal kokusuna karışmış tatlı kokulu şampuanına odaklanmaya çalıştım. elleri hala bileklerimde ve kuvvetliydi, kendini bana bu kadar bırakmışken nasıl hala beni soğuk asfalta bastırmayı başarabildiği hakkında en ufak fikrim yoktu ama istesem muhtemelen kurtarabilirdim ellerimi bir anlık zayıflığında, kollarımı kendime çekebilir, altından kalkıp kemerimde asılı olan silahı kafasına dayayarak onu merkeze götürebilir ve hak ettiği, hak ettiğini düşündüğüm - hak ettiğini düşündüğümü sandığım- cezasını çekmesini sağlayabilirdim.

park jimin'in kim namjoon'uHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin