3; yaşıyormuşum gibi hissettiren tek sensin, ölüyorum

43 6 0
                                    

themis: çünkü demiştim ya, yaşadığını hissetmek öldüğünü hissetmeye eş değerdir

"ne zamana dek böyle devam etmeyi planlıyorsunuz?" dudaklarımı ondan ayırdığım ve öpüşmemizi bölmekle kalmayıp sora sora bunu sormuş olduğum için bozulmuş gibi bakıyordu kafasını kaldırdığı yerden ama asıl istediği şeyin bu olmadığının farkındaydım zaten geldiğinden beri, kafası bulanıktı ama içkiden değil. birkaç saniye öylece gözlerimden içeri bakmıştı duygusuzca ve ardından öylece boynuma inmişti dudakları hiçbir şey söylememişim gibi. neden böyle yaptığını tahmin edebiliyordum ancak benimle konuşmasını istiyordum, boynumu öpmesiyle hiçbir sıkıntım yoktu ve eğer isterse sonsuza dek kalabilirdi orada ama işte, şimdi değildi bunun zamanı ve o da bunun fazlasıyla farkındaydı. konuşması gerekiyordu, anlatması, içini dökmesi. konuşmamız gereken çok şey vardı, konuşacağımız ve konuşmaktan kaçınsak da iki kelimeye tav olacak konuşmalar yapmaya ihtiyacımız vardı, boynumda hınçla bıraktığı izlere değil.

güzel hissettiriyordu. bana yaptığı her şey inanılmaz güzel hissettiriyordu ve bunun için bana zevk vermesine de gerek yoktu işte, bayıldığım asıl şey de buydu. kirpiklerini kırpıştırıp bakması yetiyordu birdenbire kalbimin hızlanması için, pamrkalarımın ucunu tutup gülümsemesi yetiyordu, başını karnıma yaslayıp yüzüklerindeki taşların anlamlarını anlatmaya başlaması yeterliydi bazen nefeslerimin durulması için. içkiye ihtiyaç bile bırakmıyordu bende, öyle ki bazen cebime uzanıp bir sigara yakmayı bile unutuyordum o yanımda uzanırken, o, park jimin ve onunla iligli her şeyden akan bir asalet, bir kıvılcım, bir şet vardı adını koyamadığım ve resmen bu kıvılcıma tapıyordum. boyası akan turuncu saçlarına, upuzun kirpiklerine, avuçlarıma oturan kalçalarına, her şeyine, tepeden tırnağa her şeyiyle bayılıyordum ona ve yetmiyordu bazen, ne kadar yanımda dursa da, ne kadar bana dokunsa da nefesleri yetmiyordu işte. "jimnie.. dur."

doyamıyordum ona, hissettirdiklerine ve her şeyiyle ona yalnızca, dayanamıyordum. daha önce hiç kimse böyle parmağında çevirmemişti beni ve şikayetçi olmamaktı beni asıl korkutan, durumumdan memnun oluyor olmaktı asıl sinirimi bozan ve buna da bayılıyordum işte, beni kuklası yapmış olmasına bile düşmüştüm devasa uçurumlardan ve daha da düşecek gibiydim işte, daha da düşürebilecek gibiydi, daha da düşebilecek gibiydim. boynuma sürtünen burnu ve çenemi gıdıklayan saçları bile şu noktada öldürüyordu beni içten içten ve onsuz kaybedecek bir dakikam bile yoktu, onsuz geçirdiğim her saniye boşa geçiyormuş gibi hissettiriyordu.

onsuz yapamıyordum. onsuz yapamazdım.

"birlikte olmak istemiyor musun?" sesi bir fısıltıdan dahi kısa yankılanıyordu ve bu sorusunu duymamı istemediğini biliyordum ama duymuştum işte, kucağımda bacaklarını kendine daha çok çekerken onu neyin rahatsız ettiğini bilmek istiyordum yalnızca. yakama tutunan parmaklarının kasıldığını hissettim, ufak elleri benimkilerin içinde kaybolurken yanağı omzuma yaslı öylece duruyordu. sorunun ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu ve neler olduğunu anlatmasa da olurdu, nasıl çözebileceğimi bilmem yeterdi benim için. şöyle kırılgan durmaması yeterdi, öyle kırgın bakmaması yeterdi, böyle durgun olmaması yeterdi, sorun her ne ise, ben çözemeyecek olsam bile iyi olmasını istiyordum sadece. iyi? ne kadar iyi olursa işte, mutlu, canlı, arsız. nasıl jimin olunuyorsa. "istiyorum," kucağımda dikelirken ellerim ellerini bırakıp omuzlarından tutmuştu onu, yüzüm dışında her yere bakıyordu. "ama bugün olmaz jimin. sorun ne?"

onu bıraktığımda bir süre daha öyle dik durmuş kucağımda sonra da alnını daha demin öptüğü yerlere dayamıştı yavaçça, parmaklarım saçlarına dolanırken dudaklarınk birbirine bastırdığını hissedebiliyordum, susuyordu. şu an susmak dışında herhangi bir şey yapması için her şeyimi verebilirdim ancak saçlarını okşamaktan ve anlatmasını ummmaktan başka yapabileceğim herhangi bir şey yoktu şu noktada, dudaklarım başının üstüne konarken hafifçe titreyivermişti. "bana sarılır mısın?" kollarım anında bedenine dolanırken olduğundan daha da küçükmüş gibi hissettiriyordu, koltukta kaykıldığımda belime dolanan bacakları, kendine doğru çekip kıvırdığı kolları, gözlerini kırpıştırırken tenime çarpan kirpikleri; tüy gibi hafif olmasa bile her şeyiyle ufalmıştı kucağımda, ona sarılmak bisikletinden düşmüş beş yaşındaki bir çocuğun kanayan dizlerinden öpmek ve sarılıp teselli etmekten farksızdı.

park jimin'in kim namjoon'uHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin