Kalbimin sesinden bir senfoni sunuyorum, baş rolünü oynadığım bu hikayeyi devirmek için yumruklarım hazır. Dökülen kan için kim beni suçlayabilir ki!
Hayatımın hiçbir döneminde yalnız kaldığım bir an bile olmamıştı. Ne uykumda, ne banyoda, hatta kozadayken bile bir Hanım başımda beklerdi aylarca, oysa koza döneminde ne bir yere gidebilir ne de hareket edebilirdik. Sadece aralıksız uyurduk aylarca. Bütün bunların yanında sürekli beni görmezden gelen ailem kocaman bir yalnızlık bırakmıştı bana.Çocukken kardeşlerimle aramız iyi olsa da kral onları odasına çağırıp konuştuktan sonra benimle olan muhabbetleri son bulmuştu. Sürekli etrafımda dolanan birileri olsa da yalnızlığa mahkum edilmiştim yani. Hanımların benimle oturup normal bir sohbet etmesi yasaktı. Görevleri dışında hiçbir şekilde muhattap olmazdı kimse benimle. Sanki bulaşıcı bir hastalığı varmış gibi köşe bucak kaçtıkları biriydim ben. Sarayda yapılan davetlerde bile misafirler bana yaklaşamazdı. Hatta onları görmemem için yüzüm siyah bir tülle kapatılırdı.
Saray ve bahçesi dışında dış dünyaya dair gördüğüm tek şey gökyüzüydü, bildiklerim ise okuduklarımdan ve derslerden ibaretti. Dışarıda yaşayan tek bir kişi bile görmemiştim, hiç arkadaşım olmamıştı. Kitaplarda, birbirleriyle sorunlarını paylaşıp birlikte zaman geçirenleri okurken hep içimde bir özlem hissederdim. Ama hiçbirine, hiçbir zaman sahip olamayacağıma bilirdim elbette. Asla.
Lakin Hanım Seli bana sarılmış ağlarken aslında onun hep beni desteklediğini anlayabiliyordum. Her zaman, dik durmam konusunda bana kızıp azarlamasını beni baskılamak istediği için yaptığını düşünürdüm. Güçlü durmamı istemişti anlaşılan. Henüz ergenliğim bittiğinden onun hakkındaki şeyleri ergen hormonlarım yüzünden yanlış anlamıştım anlaşılan.
Hanım Seli aniden ayağa kalktı ve gözyaşlarını temizledi. "Hadi kalkın çabuk!" Dedi telaşla. Kolumdan tutup beni kaldırdı. Yeni kozadan çıktığımdan daha kendime tam olarak gelemediğim için bacaklarımda güç yoktu, zar zor ayakta durabildim.
"Prens gelecek birazdan, acele etmeliyiz!" Dedi ve kozaya yattığım ağaç dalının kenarına konmuş sepetten birkaç parça kıyafet çıkardı. Alel acele kıyafetleri alıp üstüme gelirken ister istemez bir adım geri çekilmiştim. Prens kozadan sonra beni görmeye gelmezdi, kurul gelirdi. Hala tek kanatlı olduğumdan emin olmak için. "Ne oldu ki anne?" Diye sordum. Bu telaşı normal değildi. Tek kanatlı uyanacağımı zaten hepimiz biliyorduk, sadece asla tükenmeyen bir umudum vardı önceden o kadar. Lakin gerçekler kabak gibi ortadaydı; kozalar yeni parçalar çıkarmazdı bedende, olan parçaları güçlendirir ve geliştirirdi sadece.
Hanım Seli bir süre cevap vermedi, yanıma geldi hızlıca ve iç çamaşırlarımı giydirdi. Koca ağacın yaprakları arasından ince bir çizgi güneş ikimizin üstüne dökülmüştü. "Seni onlara vereceğimizi mi sandın?" Dedi ve durup yüzüme baktı. Güneş ışığı yeşile çalan ela gözlerinin rengini açtı. İfadesinde hüzün ve şefkat vardı. "Kozadan uyandığının haberini henüz vermedim, ablan diğer Hanımları oyalıyor şu an. Abin yoldadır birazdan burada olur." Diye devam etti sözlerine. Ardından bana ait olmayan kıyafetleri üstüme geçirmeye başladı. Tek başına arkamda duran kanadımı üstüme geçirdiği siyah kazağın altına gizlemişti. Kazak kanadımı ezip büzdüğü için biraz canım acımış olsa da ses çıkarmadım. Sonra bir erkek pantolonu geçirdi üstüme ve kazağın şapkasını kafama taktı. Uzun uzadıya geniş bir pelerini de omzuma asarken ne dediğini hala daha algılamış değildim. Şaşkınlıktan olabilirdi veya hala daha aklım başıma gelmemişti belki de.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
Science FictionAlnında kanlı bir dudak izi Sanki nefretle öpmüş birisi Tek kanatlı zayıf bir kelebek... Atalarının işlediği suçun bedelini ödeyen koca bir nesil, ayaklar altında ezilen kelebeğin omuzlarına bindirecek yükünü. Bir tanrıya kurban vermenin lanetlerin...