yağmurun ardından, güneş gelir
★
Elinde tuttuğu papatya demeti ile kapıda beklerken oldukça gergin hissediyordu Jeongguk, ilk karşılaşmalarını daha atlatamamışken onun evinde, onunla olma fikri bacaklarının titremesine sebep oluyordu. Parmakları zile basmadan önce derin nefes alıp verdi, Gangnam'ın kenarında, Han Nehri'nin hemen yanındaki lüks plazanın önünde taksiden indiği andan beri heyecandan bayılmamak için zor tutuyordu kendini. Gözlerini usulca kırpıştırdı, parmağını tuşa dokundurdu ve bir adım geri çekilerek elindeki papatyalarla beklemeye başladı. Taksiye binmek için ana caddeye yürürken yaşlı bir teyze küçük çiçekçinin önünde bir taburede oturuyor, parmakları arasında olan demeti okşuyordu ve o an Kim Taehyung'a papatya demeti ile gitmek dünya üzerindeki en doğru fikir gibi gelmişti gözüne.
Kapı geriye doğru açıldığında bir eli giydiği siyah eşofmanın cebinde, üzerinde beyaz tişörtü ve gözlükleri ile Kim Taehyung karşısındaydı; dağınık saçları alnına dökülüyor ve kapıyı tutan elinin ince bileklerinde sıralı ip bilezikler görünüyordu. Onu her gördüğünde güzelliği ve spor kıyafetlerin içinde bile kendini belli eden zarafeti ile dili mi tutulacaktı? Kapıdan geriye doğru çekilirken içeri adım atması gerektiğini biliyor fakat hareket edemiyordu, kendisine kenetlenmiş kahverengiler ile eriyeceğini düşündü Jeongguk. Bir adım attığında gördüğü küçük alan, büyük bir salona açılıyordu. Ayakkabılarını çıkararak hemen önünde duran siyah terlikleri giyerken elinde tuttuğu buketi Taehyung'a uzattı, "Gördüğümde aklıma sen geldin." diye mırıldandı, elinin üzerine konan sıcak parmaklar ile ağlayacağını düşünürken kısa bir teşekkürün ardından buketi elinden aldı Taehyung. Kendisini içeri yönlendirirken büyük ihtimalle vazo bulmak için ayrıldı Jeongguk'un yanından.Geniş salonun duvarları beyaz renkteydi ve koyu renk parkenin tam ortasında beyaz bir kuyruklu piyano duruyordu, tam karşısında tamamı camdan olan duvarda Han Nehri karşısındaydı. Sol tarafındaki duvar büyük ahşap bir kitaplık ile kaplı, tüm raflar doluydu ve üç katlı minik bir merdiven kenarda duruyordu. Sağ yanında ise geniş bir küçük dolap, yanında mini bir buzdolabı vardı. Duvar tamamen ünlü resimlerin replikaları ile doluydu. Tamamen Kim Taehyung'u yansıtan sade, zarif ve sanat dolu salonun ortasında bulunuyor olmak bile kalp atışlarını hızlandırıyordu Jeongguk'un, bir adım atarak içeri girmek ve bu güzelliğe leke olmak istemiyordu fakat beline konan ince parmaklar kendisini içeri yönlendirdi, elinde tuttuğu beyaz vazoda yerini almış papatyaları ahşap dolabın üzerine, Van Gogh'un ayçiçeği tablosunun replikasının hemen altına bıraktı Taehyung. Bedenini Jeongguk'a döndürdü ve "Bir şey içmek ister misin?" diye sordu, ellerini eşofmanının ceplerine koyarken.
Kapıyı açarken heyecandan bayılacağını düşünmüştü Taehyung, kendisine ait bu dünyaya Jeongguk'un adım atacağını bilmek kalp atışlarını hızlandırıyordu. Yalnızca bir kere gördüğü beyaz tenli çocuk için bu kadar delirmesi normal mi sorgularken kapı çalmış, elinde tuttuğu papatya demeti ile karşısında belirmişti Jeongguk. Kahverengi saçları alnına dökülüyordu tamamen, üzerinde gri bol bir tişört, siyah bomber ceket ve bacaklarını tamamen saran siyah pantolonu vardı. Gözlerini kırpıştırarak kendisini izleyen çocuğu içeri davet ettiğinde postallarını çıkarmasını ve iron man desenli çorapları ile terliklerini giymesini izledi. Kendisi için papatya getirmesi o kadar büyüleyici bir andı ki Taehyung için yanlış bir şey yapmaktan korkuyordu, parmakları çiçeği almak için Jeongguk'un elini kavrarken kıvılcımların ikisine de sıçrayacağını ve büyüyerek onları oracıkta yakacağını düşünmesi gerçekti.