1968, Ankara
Şubat ayı tüm şiddetiyle geçiyordu Ankara sokaklarından. Karlar baştan başa tüm şehri sarmışken soğuk iliklerine kadar donduruyordu insanları. Yollar buzlanmış, arabaların motorları donmuş, kimse mecbur kalmadıkça evinden çıkmaz olmuştu.
Lakin bu durum devrimci ruha sahip deli bozuk gençler için geçerli değildi. Ülkenin çok daha büyük problemleri vardı. Ekmek gibi, soğuğa rağmen ısınacak kömür veya odun alamamak gibi, özgürlük gibi, adalet gibi... En çok da özgürlüğe ihtiyaçları vardı. Çünkü daha bu hafta Türkiye İşçi Partisi'nin sırf Çetin Altan, Nazım Hikmet için "En büyük şair" dedi diye yeni çıkan bir yasayla Milli Bakiye Sistemi kaldırılarak meclise bir daha girmesi engellenmişti.
Yine ve yine haklı çıkmışlardı. Parlamenter yolla mücadele verilemezdi Türkiye gibi yarı sömürge yarı feodal ülkelerde. Bu yüzden ıssız Ankara sokaklarında devrim ateşini yakıp içlerindeki yangınla her yeri ısıtmaya, buz tutmuş zihinleri ve vicdanları çözmeye yemin etmişlerdi.
Bahadır da işte tam bu sebepten Odtü kampüsünde koşturuyordu. Otobüs durağında onu bekleyen arkadaşlarına elindeki koca pankartı yere düşürmeden ve zamanında yetiştirmek bayağı zordu. Ayağı buzlanmadan dolayı ara ara kaysa da yüzünü jilet gibi kesen rüzgara rağmen hızını kesmemek için direniyordu. Zaten direniş devrimcilerin genlerinde doğuştan kodlanıyordu.
Genç adam, şimdilik sadece 8 kişi olan ekibine vardığında nefes nefese kalmıştı. Arkadaşları da onun gibi üşümüş ve elleri pankartlarla dolu haldeydi. Her biri parkasına ellerindeki afişlerin izin verdiği ölçüde sarılıyordu.
"Arkadaş sen de amma ağır çıktın, ağaç ettin bizi."
Mustafa'nın sözleri uğultu halinde tasdiklendiğinde alıngan bir ifadeyle baktı onlara.
"Yoldaş bu yaptığınıza dava arkadaşını satmak denir. En büyük afişi yapma görevini bana veren de sizsiniz, geç kaldım diye söylenen de."
Elindeki pankartı salladı gözleri önünde. Aldığı karşılık sadece gülüşmeler olurken o da yoldaşlarına katılmadan edemedi. Her yürüyüşte olduğu gibi bugün de ziyadesiyle neşelilerdi. Bundandı gerekli gereksiz gülüşmeleri.
TİP'in uğradığı haksızlık için yapılacak yürüyüşün saati yaklaştığından daha fazla oyalanmadan harekete geçtiler. Yapılacaklar üzerinden tekrar tekrar geçip, atacakları sloganları kararlaştırarak yürüdükleri uzun yolda her köşe başında yeni bir grupla buluşarak gittikçe çoğalarak devam ettiler yollarına. Nihayetinde alana vardıklarında neredeyse yüz kişilik bir grup olmuşlardı.
Çoğunluğunu işçi ve devrimci öğrencilerin oluşturduğu büyük kalabalığa karıştıklarında Bahadır elindeki pankartı bir ucunu Mustafa'ya vererek açtı. Sinan, Uluç, Ruhi, Halil ve Tuncer de upuzun bezin ortasından tutarken hepsinin sol eli havadaydı. İlk sloganı atmaya başladıklarında binlerce insanla aynı şeyi diliyorlardı, tıpkı ellerindeki pankartta yazdığı gibi.
"Tam bağımsız Türkiye!"
*********
Valla ben yapmadım, huysuzmorkoala yaptı. Kendi kendime yazacaktım ama çok zorladı ondan yayınladım.
Sağ-sol değil direkt sol-sol hikayesi bu arkadaşlar. Kafama göre takılırım ama çok fazla tarihi ve siyasi öğeler olacak. Merak edenler bana sormayın, gidip araştırın o kısımları. Eleştiri de kabul etmiyorum, direkt engellerim bakın.
Sonracığımaa... Diyecek bir şey bulamadım. Benden bu kadar. Diğer bölümde görüşmek üzere, tabi kaldırmazsam🙆♀️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taşırsın Yeryüzüne Ebedi Tohumları
Historical FictionDevrimciler her zaman ölür, korkaklar yaşardı. Ve onlar devrimciydi. 18.02.2022